10

30.4K 1.8K 527
                                    

Arnold ve karısının evinden ayrıldıktan sonra araba yolculuğu son derece sessiz geçmişti.

Tamamen sessiz.

Anna'nın Percy'i bu derece delirtecek kadar ne yaptığını merak ediyordu Grace çünkü genç adam yol boyunca öfkeli gözleriyle genç kız bakıp yumruklarını sıkıyordu.

Anna ise bu durumdan son derece hoşnut bir şekilde dışarı bakmayı sürdürüyordu.

Bay Percy'ye hiçbir zaman farklı bir gözle bakmamasının yanında Anna bu kaba ve kibirli adamdan kesinlikle hoşlanmıyordu.

Onu yakışıklı bile bulmadığı da bir gerçekti.

Kıyaslaması gerekirse Jordan Percy'ye göre daha yakışıklıydı yine de Anna ona karşı da bir şey hissetmemişti.

Yolculuk bittikten sonra Percy arabadan ilk inen kişi olmuş,arkasına bile bakmadan kaleye girmişti.

Grace de Anna'nın yardımıyla arabadan inerken ''Ne söyledin de sinirlendirdin?'' dedi hafif bir alayla.

''Hiçbir şey Grace''

''Eminim öyledir''

Koluna girip kaleye ilerlerken Percy de sinirini çıkarmak için doğruca askerlerin konak alanına gitti.

Asker talimleriyle sinirini atmaya karar verirken bir yandan da Anna için daha fazla uğraşmayacağına dair yeminler ediyordu kendi kendine.

Sakin geçen bir haftanın sonunda Anna bir pazar günü kiliseye gitmek için sabah erkenden kaleden ayrıldı.

Kiliseye gittiği günler en sevdiği günlerdi.

Harabe yeri şehirliler olarak birlikte onarmışlardı zamanla.Ayinlere yirmiden fazla kişi geliyordu artık.

Anna orada çok güzel bir ortam kurduğuna inanıyordu.Anneler örnek olması için küçük çocuklarını Anna'yla konuşturuyorlardı arada.

Bunca zaman içinde değişmeyen tek şey genç kızın en iyi arkadaşı olarak Tanrı'yı görmesiydi.

''Kardeşlerimi koruduğunu biliyorum,bu yüzden senden bunu istemeyeceğim'' diyecek kadar çok inanıyordu Tanrı'nın arkasında olduğuna.

Kilise yolunda yürürken şehirdeki tanıdıklarından Bayan Davies ve küçük kızı Emily ile karşılaştı.

Yolu beraber sohbet ederek yürürken küçük kızın hareketlerine kahkaha atıyorlardı.

Emily kiliseye gitmekten kesinlikle hoşlanmıyordu ve bu durum Anna'ya kardeşim dediği arkadaşlarını hatırlatıyordu.

Kiliseye girdiklerinde her zamanki topluluğun yerlerini aldığını gördü.Bugün biraz geç kalmış olmalıydı.

Herkesle tek tek selamlaşırken Bay Arnold ve karısıyla ayaküstü bir sohbet etti.

Etrafa kısaca bakındığında daha önce görmediği bir yüzle karşılaştı.Genç adam Anna'yla göz göze gelince o tarafa doğru yürüdü.

Sarı saçlı,mavi gözlü bu güleç adam ''Merhaba,ben Brad Wilson'' diyerek genç kızın elini alıp nazikçe öptü.

''Anna Stevens''

Ardından genç kızın yanındaki Bayan Davies'e kendini tanıttığında Anna gözlerini bu genç adamdan alamıyordu.Temiz giyimi ve güzel gözleri bir anda genç kızın ilgisini çekmişti.Üstelik buradaki herkesten farklıydı,tıpkı kendisi gibi.Bir Ingiliz olduğu su götürmez bir gerçekti.

Kalenin IşığıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin