11. BÖLÜM: İLK DENEYİM

34 11 1
                                    

Gizem'in ağzından
"Bu bunak bizi nereye götürüyor?" dedim ve bize bildirilen konuma lanet ettim. Yeni hackerımız Can hiçbirşeyi beceremiyordu. '20 metre sonra sağa' diyen navigasyona bir kez daha sinirle baktım.

"Sağa döneceğiz." dediğimde Buket ilk yoldan sağa kırdı. Gece gece neler ile uğraşıyorduk böyle. Dar ve uzun bir sokağa gelmiştik. Etrafımız sıkış tıkış evlerle doluydu. Nefes alabilme dileğiyle camımın açma tuşuna bastırdım. Temiz hava beklerken burnuma dolan idrar, çürümüş yumurta ve ıslak köpek kokusu gelince yüzümü buruşturdum ve camı geri kapattım.

Buket arabayı durdurunca etrafıma bakındım. Burada hiçbir şey yoktu. Evler bir yerde bitiyor ve orman başlıyordu.
"Ormanın içine girmeli miyiz?" dedi. Bacakları titrer gibi oldu. Başımı sallayınca arkamdan geldi.

Uzun süre yürüdük. Yürüdük... Yürüdük... Sonra benim "Yeter ya bacaklarım koptu!" diye hayıflandım. Arkamızdan "Sola dönün." diye bir ses gelince ikimiz de arkamıza döndük. Buket refleks olarak elinde bir çakıyla bende her an surata patlatılmaya hazır olan yumruğumu uzatmıştım.

Arkamızı döndüğümüzde Çınar'ı görünce gözlerim kocaman oldu. "Ne işin var burada. Gelmen gerektiğini söylemedim!" diye bağırdığımda Çınar irkilir gibi oldu.

"Bulamayacağınızı biliyordum." dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. Ellerini 'ben suçsuzum.' der gibi havaya kaldırıp "Sadece bir öngörü." dedi. Kafamı geri önüme geri çevirdim. Buket hala Çınar'a dönüktü.

"Madem öngörü, göster bakalım marifetini." dedi. Hayretler içerisinde kalmıştım. Buket'in de kızması gerekmez miydi?! Görevimize izinsiz dahil olmuştu. Bu bir suç sayılabilirdi. Hatta bir ajanı takip etmek aptallıktı.

Çınar'a kafamı geri döndürdüğümde yürümeye başladı bile. Onu takip etmek zorunda değildim. Hiçbir şeyi yapmak zorunda değildim. "Gelsene?" diyen Buket'in sesiyle daha hızlı düşünmeye çalıştım. Ya kaybolursak? O kokuyla ölü birini buldu. İçsesime lanet ettiğim o zaman kendimi savunmak için daha ilginç yorumlar yapmaya çalıştım. Mesela, onun başka bir siteden köstebek olarak gönderilmediğini? Onun masum olduğu her halinden belli. Tipinden bunu anlayamazdım ki. Bizi tuzağa sürüklüyordu. Ona güveniyorsun.

Lanet içses. Lanet. Güveniyor muyum? Bilmiyorum. Sadece 1 hafta oldu. 1 hafta. 1 haftada bir insanı nasıl tanımlarsın ki? Nasıl anlarsın? Nasıl güvenebilirsin?

Birinin omzuma dokunmasıyla elin sıcaklığı tenime girer gibi olmuştu. O zaman fark ettim ne kadar üşüdüğümü. "Özür dilerim." dedi. Çınar ilk defa bu kadar şirin gözüküyordu gözüme. Ama tipe bakın yaaa 👉👉

Sinirim bir nebze olsun uçar gibi oldu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Sinirim bir nebze olsun uçar gibi oldu. "Bir dahakine haber vermeyi unutma." dedim ve onları beklemeden yürümeye başladım. "Ne taraftan gidiyoruz?"...

30 dk sonra

"Oha." dedi Buket içindeki hayranlığı tek kelimeye sığdırarak. Çınar bizi buraya gözü kapalı getirmişti. 'Öngörü' değildi bu. Olamazdı da. Hisleri çok güçlüydü. '6. Hissi bayağı gelişmiş' diye avutuyordum kendimi. Özel güçlere Buket'ten önce inanmazdım zaten.

Evin tahtaları o kadar aşınmıştı ki her an yıkılacak gibi duruyordu. "Bu kez onu yakalayacağız. Attıracağız bir hücreye ot gibi yaşasın dursun bunak." dedi Çınar. Emre'ye kızdığı her halinden belliydi.

"Evet. Bu kez yakalayacağız." dedim ve ürkütücü eve ilk adımımı attım. Nereden geldiğini bilmediğin bir cesaret tüm bedenimde toplanmıştı sanki. Ayaklarımı yeri dövmek istercesine yere vurarak yürüyordum.

Arkamdan hiç ses gelmeyince arkama döndüm. "Hadi." dediğimde birbirine bakıp yürümeye başladılar. Yanıma vardıklarında pudra rengi kazağımı biraz çekiştirdim. Elini tokmağa koyan Çınar oldu. Sanki çok normalmiş gibi dore rengi kapı tokmağını çevirdi.

İçeri girdiğimizde iğrenç bir koku bedenime işlemek istercesine burnuma doldu. Yere ilk adımımı attığımda gıcırdayan bir ses çıktı. Arkama baktığımda Buketin'in 'hay aksi' bakışını attığını, Çınar'ı da yumruğunu ısırdığını gördüm.
"Sesi duyuyor musunuz?" dedi Çınar. Neyden bahsettiğini bilmediğim için sessiz kaldım.
"Biri ağlıyor." dedi ve yürümem için bana yol verdi.

Önde ben, arkamda Çınar, onun arkasında Buket ve bir de gıcırdayan tahtalarla yukarı çıkan tahtalara tırmanmaya başladık.

Her yerde örücek ağları, eskimiş kan kırmızısı mobilyalar, ıslak parkeler vardı. Yukarı çıktığımızda sadece bir oda vardı.

Ben Çınar'a bakınca Çınar Buket'e bakmadan yarı açık olan kapıyı ittirdi. İçeriden bir ses geliyordu. Ağlama sesi? Çınar? Haklılık? Duyma? Kafamda tek kelimelik terimler soru haline gelince tek kaşımı kaldırıp ona baktım.

"Büyücü falan mısın?" dediğimde omuzlarını kaldırdı. Açıklaması olmalıydı. Kesinlikle açıklaması olmalıydı. Koku, his, duyma... Neydi bu? Merdivenlere çıkmadan hiçbirimizin duyamadığı minicik bir ağlama sesi.... Yolu ezberlemişçesine anında buraya gelebilmemiz.

Eve gidince bunu araştıracağımı aklıma not aldım ve ağlayanın kim olduğunu anlamak üzere kapıyı ittirdim.

Ha? Emre? Kirden griye dönmüş çarşaflı yatağa oturmuş ağlıyordu. Bizim geldiğimizi duyunca kafasını kaldırması ve yerinden zıplaması bir oldu. "Nerden buldunuz beni!" gözleri kıpkırmızı olmuştu ve delirmiş gibiydi.

Buket lafa atladı. "1 yıldır telefon numaradan konumunu alabildiğimizi öğrenemeyecek kadar yaşlanmışsın. Kaç yaşındasın? " diye iğneleyici bir ses yönüyle konuştuğunda tüylerim ürperdi.

"45 yaşında." dedim hiç mimiksiz. Çınar kulağıma eğildi. "Hadi tutalım götürelim şunu akıl hastanesine." dediğinde hiç hareket etmedim. Çınar Buket'e bir işaret verdi. "Yapalım şunu." dedi ve ilk adımı attı. Emre'nin kulaklarında endişe çanları çalmaya başlayınca geri adım attı. "Yaklaşma.!" diye bağırdı. O an bu manzarayı görmemek için kafamı sola çevirdim. Çevirmez olaydım.

Yerde en az 20 yerinde bıçak olan sarışın bir kız yatıyordu. Yanına yaklaşmak istedim. Yapamadım. Evi sarmalayan bu iğrenç konunun nedeni belli olunca yüzümü buruşturdum. "Gelmeyin!!" Bir bağırma sesi beni o manzaradan alınca kafamı geri çevirdim.

"Yaklaşmayın! Gelmeyin!" diye bağırıyor ve kollarını bedenine siper ediyordu. Yaklaşma dedikçe Buket adım adım yaklaşıyordu.

Son anda Çınar bileğinden tuttu ç yere doğru çekti. "Bırakın! Bırakın beni!" diye bağırıyordu. Kendime gelmek ve onlara yardım etmek istedim. Bir adım attım. Durdum. İkisi Emre'yi zaptedmeye çalışıyordu. Buket arka cebinden demir bir kelepçe çıkardı.

Ne bekliyorsun aptal!? İçsesim yine beni azarlıyordu. Ama haklıydı. Ne bekliyordum? Damarlarıma işleyen bir duygu vardı. Ne bilmiyordum.

Ama ondan intikam almak istiyordum. Annemin, masum insanların.... Hepsinin. Annem ben 8 yaşındayken ölmüştü. Daha ölümün ne olduğunu bilmiyordum. Evimizde ağlayan ve ağıt yakan insanların neden bunu yaptığını bilmiyordum. Cenazede neden herkesin ağladığını, kara toprağı kazıp neden o tahta kutuyu koyduklarını bilmiyordum. Babamı o günden sonra görmemiştim. 13 yıldır. Bana teyzemler bakmıştı o güne kadar. Sonra ben gitmek istemiştim. Koşulsuz izin vermişlerdi. O an anlamıştım beni zaten istemediklerini. Tesisi bulmuştum sonra. Teste girdiğimde o kadar acıya sesimi çıkaramıyordum. O an hayatımdaki dayanıklılığımı fark etmiştim. Hem hayatın acısıyla hem fiziksel acıyla 8 yaşında tanışmıştım ben. Ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgiyle tanışmıştım. Ama o ince çizgi içine almıştı beni.

Cebimden çıkarttığım iğneye baktı bir süre. Gücü kalmamıştı direnmeye. Bende iğneye baktım. İntikam zehri sanki bu iğnenin içindeydi. Ondan intikam almak istemiyor muydum zaten? İğneyi işaret ve orta parmağımın arasına aldım. Boynuna geçirdiğimde inlediğini duydum. O an sanki içimde bir şeyler rahatlamıştı.

İntikam SavaşlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin