Ona uzun süre baktıktan sonra bende yattım. Kalktığımda yanımda yoktu. Serumlar çıkarılmış sanki öylesine uyuyordum.. Dirseklerimden yardım alarak doğruldum. Biraz salakça etrafıma bakınıp gözlerimle Doruk'u aradım. Ayağa kalktığım anda boynumdaki yara sızladı. Elim refleks olarak oraya giderken diğer elimle de mayasaya tutundum. Serçe parmağım sert bir şeye çarpmıştı. Tanımadığım bir anahtar olduğunu farkettim. Umursamadım ve kendime gelmeye çalışarak kapıyı açtım. Hemen yanımda Doruk'u gördüm. Doruk'un koluna dokununca kafasını bana çevirdi. Biraz garip görünüyordu. Kolunu hemen çekti. Koluna bakıp "Ne oldu?" diye sordum. "Bence biraz yalnız kalmalıyız Papatya. Abinle sana tuttuğum evde kalabilirsin.. Benim evimi biliyorsun ama lütfen gelme.. Biraz uzak kalmalıyız." Şaşkın gözlerle ona bakarken "Ne oldu?" anlamında bakmayı elden bırakmıyordum. Ağzımdan "Doruk" kelimesi mırıltıyla çıktığında benden bir adım uzaklaştı ve ellerini bana doğru 'hayır' anlamında uzattı. "Lütfen soru sorma!" Şaşkın bakışlarımı onun üzerinde tutmaya çalışırken birde gözyaşlarımı tutmaya çalışıyordum. "Doruk lütfen.. lütfen beni yalnız bırakma.. istediğin her şeyi yaparım.. Selin gibi olmaya bile çalışırım. Sadece--" Gözlerini sinirle açıp kapatarak sözümü kesti. "Problem de bu ya zaten! Ben seni sadece Selin'e benziyorsun diye seviyorum.. seni sen olduğun için değil. Tüm gün bunu düşündüm ve ben sana zarar vereceğim sonucunu çıkardım.. lütfen gelme.." Acımasızca arkasını dönüp gitti. Ben hiçbir şey söyleyemeden , ben hiçbir şey yapamadan, ben hiçliğin ortasında kaybolurken... Kendi başıma hastane kayıtlarını yapmak için eşyalarımı topladım. Şimdi anahtarın ne anlama geldiğini anlamıştım.. sertçe çantama atarak dışarı çıktım. Sahip olduğum her şey ona aitti, onun sayesindeydi.. kullandığım telefon, çantam, kıyafetler.. kendim almış olsam bile bazılarını ,onun verdiği iş sayesindeydi. Hızla merdivenlerden inerken başımın dönmesini aldırmıyordum. Resepsiyona indim. Çıkışımı yapmak istediğimi söyledim. Gerekli bilgileri alınca kaşlarını çatarak bana döndü. "Hanımefendi, zaten taburcu edilmişsiniz.." Doruk'un yapmış olduğunu anlayınca teşekkür edip ordan ayrıldım. Hastanenin hemen önünde duran taksiye binip Doruk'un abimle bana aldığı evin adresini verdim.. Yola çıkınca derin düşüncelerimle başbaşa kaldım.
Doruk neden böyle davranmıştı? Bi anda değişmesinin sebebi neydi? Ben ona tam bağlanmışken gidemezdi.. Bir dakika.. ben bağlanmışken mi dedim.. Doruk'a gerçekten bağlanmış mıydım yada ona aşık mı olmuştum? Abimi özledim.. ona anlatamasam bile gözlerinin içine bakar bi çözüm bulurdum.. ama yok.. Düşünmeliydim. Defne'yi aramak istediğime karar verdim. Iki çalmada açtı. " Efendim Papatyacim, nasılsın?" " Iyi sayilir.. vereceğim adrese gelebilir misin? Biraz sohbet edelim.." " Işteyim, sen at adresi. Ben mesai bitince gelirim. " "Tamam canım atiyorum. Görüşürüz." Onunda bay bay demesini bekliyerek telefonu kapattım. Taksiciye parasını verdikten sonra eve gittim. Tekrar bi evi gezdim. Eşyalarımı kendi odama koyup mutfağa girdim. Biraz atıştırmalık hazırlayıp (meyve xjcks) salona geçtim. Kendimle tartışmamı tam başlatıcakken kapı çaldı. Barış'tan korkuyordum ama korkumun yersiz olduğunu da biliyordum. Kapının kilidini açmadan "kim o? " diye sordum. Tanıdık sesin Defne'ye ait olduğunu anlayınca kilidi açıp Defne'yi içeri aldım. Atıştırmalıkları ona doğru uzatırken burnumun kızarmış olduğunu fark etmiştim. Hayatımda geçirdiğim en hareketli temmuz ayı olmasinin bir etkisi vardi sanirim.. atıştırmalıkları geri çevirirken "Anlat hadi turuncu!" dedi. Turuncu-sarı saçlarımın olması ve bunun sürekli kullanılması biraz haksızlık değil miydi? Bu konu hakkında beynimle tartışmayı not ederken olan biteni anlatmaya başlamıştım. Sürekli ağzını açıp şaşırma belirtisi gösterdiğinde gülmek istiyordum. Kendimi tutup anlatmaya devam ediyordum. Anlatırken beni en çok yıpratan kısım Doruk'un beni bırakmasıydı. Sanırım abimi ve Doruk'u düşünmekten küçük şımarık bir kız çocuğu gibi depresyona girecektim. Bu yüzden meyve beni kesmezdi. Yarın ilk iş -tabikide işten sonra- çikolata ve cips almaktı. Derken omzuma bir acı hissettim. " Beni dinliyo musun sen?!" Şaşkınlıkla ona bakarken " Pardon bitli dalmışım." dedim. Ona hep bitli deyip gıcık ederdim. Ama artık takmıyordu sanırım. Yere yatıp kısır domuz gibi -Kxkdkfkfkf- tavana mal mal bakmaya başladım. Oda yanıma yere yattı. Birlikte boş boş tavanı izlerken beynime not ettiğim saçlarının alay konusu olma durumunu düşünücektim. Ben ne kadar sıkıcı bir insan olmu--- "BULDUM!!" "Ne oluyo Defne?" Hemen ayağa kalktı ve bana bi yastık fırlattı. Kafama çarptıktan sonra elimle alıp koltuğa koydum ve koyduğum koltuktan destek alarak ayağa kalktım. "Madem seni Selin denen kıza benzettiği için seviyor. O zaman sende değiş!" Mal mal yüzüne bakıp "Nasıl?" der gibi yüzümü salladım. Ama "Ya Defne beni ben olduğum için sevse ya.. beni değiştiğim için değil! O salak penguen suratlı Doruk Bey Selin Hanımı bir unutup benim şu muhteşem kişiliğime baksa.!" diyemedim. Yinede o cevap vermeden "Ben onun için değişmem.. O hala Selin'i seviyor sanırım ve istiyosa da olmayan birini sevmeye devam etsin.. umrumda değil " dedim. Sonra Defne'nin bana iyi geldiğini düşünerek burda kalmasını teklif ettim. Kabul edince hemen yatakları hazırladık ve yarın işte giyecek kıyafetlerimizi belirledik. En sonunda daa gelsin dedikodular. :)Eevvveeet , biliyorum çok basit bir bölüm oldu ama aklıma hiç bir şey gelmiyo inanin. Bana fikir verebilirsiniz yorumlarda okuyacağım. Vote vermeyi unutmayın!! Sizi cook seviyorum. Muck Muck jxjxjx ♡♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYAT DEVAM EDİYOR
ChickLitBulutların göz yaşları ağaçlara dökülüyordu. O gün 27 Kasım idi. Her yerde su birinkitileri oluşmuş, Yiğit' in (yani abimin) göğsüne çarpıyordu. Abim (ona genellikle Yigit derim şaşırmayın) sıkıca göğsünü ceketiyle örtü. Onu görünce bende aynısını y...