CALUM
İki sene. Lanet olası iki sene. Bir saniyesini bile onu düşünmeden geçiremediğim sikik iki senede onu sadece bir kere görebilmiştim. O da görmek sayılmaz zaten.
Bundan 2 sene önceydi onu son görüşüm. Tam 2 sene önce. O gideli 2 ay olmuştu, Ekimdeydik. Yağmurlu bir ekim günüydü. 10 Ekim. Onu ilk kilisede görmüştüm. Cenazede konuşma yaparken. Sonra da mezarlıkta. Bir ağacın kenarında ağlarken. Yanına gitmemek için kendimi zor tutmuştum ama o beni fark etmemişti bile. O yüzden cenazeye değil ona odaklanmıştım. Belki de ölenin ruhuna büyük bir saygısızlıktı bu yaptığım ama gözlerimi alamıyordum ondan.
Sonrasında gitti. Kafamı çevirdiğim anda kayboldu ve onu tekrar bulamadım. Sonra ben de gittim zaten. O beni bırakmıştı ama yine peşinden koşan bendim. Acınası, değil mi?
Ve şimdi buradayım. Onun beni çaresiz bir şekilde bıraktığı yerde; havaalanındayım. O gittiğinden beri her gün geliyorum buraya. İnsanlar delirdiğimi düşünüyor ama belki bir gün çıka gelir diye bekliyorum. Ona sakız aldığım büfeden sakız alıp gidiyorum havaalanına. Her gün sakız paketlerine yazılar yazıyorum, belki gün gelir de ona veririm diye. Ve yine buradayım. Günlerden 10 Ekim ve ben yine ona yazıyorum. Yine kalemimden çıkan kelimeler tamamiyle ona ait. Ve yine kalemim her kağıtla buluştuğunda ağlıyorum. İki senedir her gün kalemim onun için kağıda değdiğinde ağlıyorum.
Havaalanındaki küçük bardan aldığım viskiyi karton bardağa döküyorum. "Bugün sarhoş olacağım." diyorum kendi kendime ve bardağı kafama dikiyorum. Bittikçe dolduruyorum, doldurdukça bitiyor. Küçük şişenin dibi gözüküyor artık. Ben ağlıyorum. Göz yaşlarım mürekkebi dağıtıyor ama umursamıyorum.
Sendeleyerek kalkıyorum yerimden. Ayaklarımın üstünde duramıyorum. Onun beni bıraktığı günkü gibi yere yığılıyorum. Aynı yerde. "Sikeyim." diye inliyorum. Eskisinden de çok küfrediyorum artık. Ayağa kalkarken onu görüyorum. Bana doğru geliyor. Eskisinden de güzel. Ağlamış biraz, gözleri nemli, yanakları ıslak beyaz ışıkta parlıyor. Ayağa kalkıyorum, sendeliyorum, ona doğru atılıyorum ve o kayboluyor. Ellerin boşlukta savruluyor. Bir kez daha küfrediyorum ve gidiyorum.
Arabama binmeye çalışıyorum ama anahtara dahi basamıyorum. Kafamı direksiyona koyuyorum. Birkaç dakika bekliyorum. Arabayı çalıştırıyorum. Çok sarhoşum. Arabayı kullandığımın dahi farkında değilim. Bir sürü kırmızı ışıkta geçiyorum. Direksiyon hakimiyetimi yitiriyorum. Gidiyorum. Arabamı kaldırımın kenarına vuruyorum. Sağ kapım zedeleniyor. Kafamı direksiyona vuruyorum, galiba biraz kanıyor. Umursamıyorum. Arabella çalıyor. Onu anımsıyorum. Eve geliyorum ve bir şekilde yatağıma yatıyorum. O gittiğinden beri onun gibi kokan yastığını kokluyorum. Daha çok ağlıyorum. Ölmek istiyorum. "Geri dön." diye sayıklıyorum. Acınası haldeyim. Göz yaşlarım yastığını ıslatırken uykuya dalıyorum.
Sabah uyanıyorum. Yine uyanıyorum ama o gittiğinden beri uyanmamın anlamı yok. Kahvaltı etmek istemiyorum. Kimseyle konuşmuyorum. En yakın arkadaşlarımla bile konuşmuyorum. Koltuğa gidiyorum. Yatıyorum. Kaybettiklerimi düşünüyorum. 2 sene önce kaç kişiyi kaybettiğimi düşünüyorum. Sayı üzücü. Kabullenmek istemiyorum. Banyoya gidiyorum. "Ölmek istiyorum," diye sayıklıyorum. Baş ağrıma son vermek istiyorum. Kalbimin ağrısına son vermek istiyorum. Çekmecelerde jileti arıyorum. Bir tane bulabildiğimde gülümsüyorum. Ölmeye hazırlanıyorum. Elimi enseme götürüyorum. Derime kazınmış "T" harfine dokunuruyorum. Acı çekiyorum. Kafamı çevirip buzdolabının üzerindeki resmine gülümsüyorum. İçim ağlarken buruk bir şekilde gülümsüyorum. Jileti bileğime götürüyorum. Yalnızlığımı düşünüyorum. Tek bir arkadaşımın dahi olmayışını. Ölsem de kimsenin umursamayacağını düşünüyorum.
Jilet, ilk değdiği yeri kanatıyor. Histerik bir kahkaha atıyorum. Kapım çalıyor. Bu da kim şimdi? Yavaş yavaş yürüyorum. Beni engelleyen her kimse çok sinirleniyorum. Kapıyı açtığımda onu görüyorum. Islak gözleri, nemli yanaklarıyla. Her zamanki gibi çok güzel. Daha da güzel hatta. Boynuma atlıyor. Bu sefer gerçek, onu hissedebiliyorum. Defalarca özür diliyor. Ve ben onu affediyorum. Onu içeri alırken jileti tezgaha bırakıyorum. Beni öpüyor. Onu kucağıma alıyorum. Odama gidiyoruz. Üstüme çıkıyor. Onu soyuyorum, o da beni. Bu sefer ben onun üstündeyim. O hala ağlıyor. Ve biz birbirimizin yalnızlığına çare oluyoruz. Her hareketimde iyileşiyoruz. Her birbirimizi hissettiğimizde ağlıyoruz. Özlemimiz yüzünden ağlıyoruz. Yalnızlığımıza ağlıyoruz. Sadece bedenlerimiz değil ruhlarımız birleşiyor. İkimiz de alevleniyoruz ve sönüyoruz. Birbirimizi sevdiğimizi fısıldıyoruz.
Onu sarıyorum. Benden özür dilemeye devam ediyor. Ben onu tekrar ve tekrar affediyorum. Tutkulu bir şekilde öpüşüyoruz. Ağlıyoruz. Bu sefer o beni sarıyor. Ben daha çok ağlıyorum. Onu sevdiğimi söylüyorum. Neden gittiğini sorguluyorum. Tekrar özür diliyor. Tekrar önemi yok diyorum ama çok önemi var. Kendi açtığı yaraları sarmasına izin veriyorum. Tekrar hayatıma girmesine izin veriyorum. Pişman olmamayı umuyorum. Daha büyük yaralar açmamasınını umuyorum.
Açmıyor.
Her geçen gün yaralarımı sarıyor, deliklere yama yapıyor. Eskinin aksine bana bütün sevgisini veriyor, hissediyorum. Sevdiğini hissettiriyor. Sonunda mutluyum.
Onunla mutluyum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
birthday cake//hood
Fanfiction"Ve sana alamadığım o doğum günü pastası için üzgünüm. Sadece param yoktu ama belki sonrasında telafi edebiliriz." @TributeJessieJ'ye benden küçük bir hediye.