Herkes bir şeylerden kendini kaçırırdı. Bazısı kaçarak kendini memnun eder, bazısı ise kaçarak acı çekerdi. Bense kaçarak unutacağını düşünenlerdendim. Bunu mümkün kılmaya çalışanlardan.Yeni şehre ve bambaşka bir okul hayatına başladığım son bir aydır da iyi gittiğim söylenebilirdi. Tüm gün kendimi derslere veriyor ve okul ortalamamın yüksek olması için elimden geleni yapmayı planlıyordum. Bunu hiçbir şeyin engellemesine izin veremezdim, babamın her nerede ise oradan ben ve abim ile gurur duyabilmesi için.
Ama bu hususta kendi oluşturduğum çatlaklar olmuştu bile, artık aklımdaki tek şey dersler değildi. Esrarengiz bir hayatı olabileceğine dair potansiyel sahibi ve her görüşünüzde kalbinizin biraz daha eriyeceği yakışıklı bir çocuk da aklımdaki büyük bölümü işgal ediyordu. Her zaman hayatını ince ayrıntıları ile oluşturduğu planlarına göre yaşayan ben, son günlerde o planları neredeyse unutacaktım.
Sabah erkenden kalkıp okula gitmemin ardından iki derse girmiş ve sonunda guruldayan midemi de görmezden gelerek dün kaçırdığım notlar için Ebru'nun peşine düşmüştüm. Ebru sınıftaki 'Hocam ödev vardı.' öğrencilerinden biriydi ve eminim ki notlarını çok iyi tutuyordu, bu yüzden onu seçmiştim.
"Ebru!" Neyse ki tek seslenişte onu amfiden çıkmadan önce yakalamayı başardım. "Şey, merhaba."
"Merhaba," dedi acelesi varmış gibi ve bir an önce cümlemi bitirip benden kurtulmayı bekliyormuş gibi. Ama şu an bu 'seninle konuşmak istemiyorum Naz' bakışını görmezden gelmek zorundaydım. Gururum mu ders notlarım mı diye düşünmeye başladım. Eh şu durumda gururu kim takardı ki? Sonuçta konu aşk değildi.
"Dünkü derslerin notlarını isteyecektim de, eğer sorun olmazsa." Ebru birkaç saniye düşündü ve o sırada yüz ifadelerinden bana notlarını vermeyeceğini anladım.
"Bugün bana lazımlar, sınavlar geliyor çalışmam gerek. Üzgünüm." Cevap vermeme fırsat bırakmadan çıkıp gitti ve insanlar yanımdan geçerken kendime kızdım. Dersi kaçırmak benim suçumdu, şimdi paylaşmanın ne demek olduğunu unutan bir robota kızamazdım.
"İstersen benimkileri alabilirsin." Kafamı çevirdiğimde mavi kaplı küçük boy bir defter gördüm, sahibi ise adının Sanem olduğunu hatırladığım yardımsever kızdı. Yüzündeki gülümseme ve bana ettiği teklifle içime su serpilirken benim de yüzümde büyük bir rahatlama gülümseyişi oluştu.
"Çok teşekkür ederim. Yarım saat içinde fotokopisini çektirip sana getirebilirim, eğer okuldan çıkmıyorsan yani."
"Aslında ben çalışmak için şehir içindeki kütüphaneye gitmeyi düşünüyordum. Eğer istersen sen de gelebilirsin, notları kendin geçirebilirsin. Sessiz bir yerde çalışmak cidden verimli oluyor da." Bugün şanslı tarafımdan uyanmasam da şans ayağıma gelmiş gibi görünüyordu, onu da geri çeviremezdim.
"Bu harika olur gerçekten." İkimiz de arkadaş olabileceğimizin sinyalini aldığımızdan mı bilmem, gülümsedik ve uzattığı defteri çantama attım.
Yürümeye başladığımızda, "Sanem'di değil mi? Yanlış hatırlamıyorum?" dedim.
"Doğru," diye onaylayıp devam etti. "Memnun oldum, Naz."
"Ben de öyle."
*
Yarım saat içinde kütüphaneye gelmiştik, yolda nereli olduğumuz gibi konulardan bahsedip sessiz kalmadık ve sonra derslerle ilgili konuştuk. Sanem'in Samsun'lu olduğunu ve ailesiyle birlikte yaşadığını öğrendim, ben de ona annem ve abimden bahsetmekte bir sakınca bulmadım. Ondan da 13 yaşında ergenliğe ilk adımlarını atmaya başlayan asi bir kız kardeşi olduğunu ve onunla ettikleri tartışmaları dinledim. Gayet keyifliydi, sanırım yolun çoğunda ikimiz de gülüp durmuştuk. Böylece yarım saat çabucak geçti ve ilk kez geldiğim kütüphanede bulduğumuz ilk boş masada sessizce çalışmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Özgür Güz
Teen FictionGenç kızın yüzünde masum bir gülümseme belirirken dilinin ucuna gelenleri söylüyordu, nedenini bilmediği bir şekilde hiçbir şeyi umursamadan konuştu. "Huzuru dinliyorum," dedikten sonra bir elini genç adamın sarsılmaz geniş göğsüne yerleştirdi. "Tam...