1

138 8 3
                                    


Cılız sokak lambası yansıdığında beliren küçük yeşil pigmentler, karşımdaki çocuğun kara gözlerini aydınlatıyordu. Heyecandan saç diplerim terlemeye başlamış, nabzım oldukça hızlanmıştı. Konuşmak için kendimi toplamak ona böyle yakından bakarken oldukça zor gelmişti.

"Seninle konuşacak neyim olabilir?" Kaşlarım çatılmış, midem burkuluyordu. Dudakları hafifçe iki yana kıvrıldı, samimiyetten uzak bir tebessümdü.

"Neden gizlice beni dinlediğinden konuşmaya başlayabiliriz," dedi iğneleyici bir şekilde. Dinlemediğimi inkar etmek aptalca olurdu, her şey ortadaydı. Fakat beni rahatsız eden bu değildi, sorduğu sorunun cevabını bilmiyor oluşumdu.

Neden yoluma devam etmemiş, durup gizlice onu izlemiştim?

"Kolumu bırak." Kolumu sıkıca saran parmaklarını gevşetmesini bekledim ama yapmadı. Sözlerimi duymazdan gelmeye devam etti.

"Ne duydun? Cevap ver." Ciddi bakışları altında ezilmektense konuşmam gerektiğini anladım. Ama ne konuşmam gerektiği hakkında henüz zihnimde bir şeyler oluşmuş sayılmazdı.

"Demek telefonda arkadaşlarına bunun dersini veriyordun." Canıma mı susamıştım gecenin bu saatinde? İmdat diye bağırsam kimse duymazdı. Adrenalin etkisi dilimin bağını böyle çözüyorsa hiç çözmemesi çok daha iyi olurdu.

"Ne diyorsun?" Kızdığının sinyalini veren ses tonu sertti. Ve yıkılmaz.

"Birini konuşturmak diyorum. Şu an bana yaptığın şey de bu sanırım." Kaşları iyice çatılırken sinirle yanan nefesini hissedebiliyordum, telaşlanmamak elimde değildi.

"Emin ol seni konuşturmaya çalışsaydım şu an bülbül olurdun." Gözlerindeki ifadeye bakınca bu söylediğini yapabileceğini anlıyordum. Daha fazla beladansa eve gidip sıcacık yatağıma yatıp bu olayı unutmak istiyordum.

"Bir şey duymadım. Kimden bahsettiğini bilmiyorum. Seni tanımıyorum. Ve gecenin bu saati de canıma susamadım. Şimdi kolumu bırak." Bir süre gözlerimin içine baktı, ne düşündüğünü merak etsem de çenemi kapalı tutmayı becerdim. Dakikalar gibi geçen bakışma kalbime işkence ediyordu, aramızdaki gerginlik, nefesi, bu yakınlık, her şeyi.

"Hey, ben çok acıktım." Az önceki küçük şirin kız yanımıza gelmiş onun ceketini çekiştiriyordu. Ufaklık yakından daha bir güzeldi, az önce uzaktan ve karanlıktan bunu fark edememiştim. Belki de sadece karşımdaki adam yüzünden.

Bakışları yumuşayarak küçük kıza yöneldi ve kızın minik elini büyük avcunun içine aldı. Görüntü kalbimde depremler yaratırken sakin kalabilmeyi çabalamak da oldukça efor harcattırıyordu.

"Tamam güzellik, birazdan karnını doyuracağız." Az önceki korkumun sebebi bu adam mıydı düşünceleri zihnime ulaşırken içime şüphe düşmüyor değildi.

"O da gelecek mi?" Küçük kız lülelerinin altından utangaç gözleriyle bana bakıyordu. Hafifçe tebessüm ettim. "Adı ne?"

"Adını söyle."

"Naz." Elimi tanışmak amacıyla kıza uzattığımda yavaşça elimi tuttu ve tokalaştık. "Senin adın ne?"

Kız gülümsediğinde iki ayrık dişi meydana çıktı. "Melis."

"Tanıştığıma memnun oldum, Melis."

"Saçların çok güzel." Dakikalar önce hissettiğim endişe bir anda bu minik kız sayesinde uçtu ve hafifçe güldüm.

"Seninkiler kadar değil. Baksana lülelerin var." Melis söylediklerimden mutlu olduğunu belli eden bir gülümsemeyi yüzüne yerleştirdiğinde çok tatlı olmuştu.

"Bize gelsin mi? Üçümüz benim bebeklerimle oynayalım." Sinirlerim bozulduğu için gülümsemeye devam ettim. Kısa sürede bir sürü duygu değişimi yaşamak bünyeme iyi gelmemişti. Hem de hiç.

"Başka zaman, Melis." Ardından bakışları beni buldu ve Melis'in duyamayacağı bir şekilde, "Eğer bir kez daha böyle bir durumda seni yakalarsam, elimden kolay kurtulamazsın." dedi.

"Sandığın gibi bir casus değilim." Bakışlarında bana inanan bir ifade gördüğümde içime biraz da olsa su serpildi.

Bir adım geriledi ve aramızdaki yakınlığın arasına mesafe girdi. Esen rüzgar saçlarımı savurmaya başladı, bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

O an her şeyi bir yana bırakıp onun kim olduğunu merak ettiğimi fark ettim.

"Ve sen de?" diye sordum gözlerine bakarak.

"Alp Tanyeri."

Kalbim hızla atmaya devam ederken, o son bir bakış attıktan sonra Melis ile birlikte ilerledi. Melis arada kafasını çevirip bana bakıyordu, ben de arabaya binip ikisi de kaybolana dek yerimde durup gitmelerini izledim.

Avuçlarım ve saçlarım oldukça terlemişti. Havanın soğuğuna inat yanmıştım. Nasıl bir etkiydi onunki? Nasıl oluyordu da bir anda tüm dengemi alt üst etmeyi başarıp öylece gidiyordu?

Mantığım bunlara sebep bulamazken sadece eve gitmemi ve daha fazla dışarda kalmamamı tembihliyordu. Adımlarımı hızla birbirine ekleyerek ve yol boyunca bakışmamızı kafamda birçok kez kurarak kendimi eve attım. Bir anda beynimi istila etmişti.

Eve girdiğimde ışıkları kapalı görünce Beren'in çoktan uyuduğunu ya da Yalın'a gittiğini düşünerek sessizce kendi küçük odama gittim.

Yaptığım ilk şey kendimi bir labirentten kendi başıma çıkmışçasına rahatlamış hissederek küçük yatağıma yığılmak oldu.

Gözlerimi yumdum. Yine ela gözler karşımda bana bakıyordu. Bir yandan rahatsız edici bir yandan tuhaf hissettiriyordu. Ama yarın onun aklımın ucundan bile geçmeyeceğini biliyordum, ve öteki gün de, ve öteki gün de...

Özgür GüzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin