Tamamen yeni bir başlangıç yapıp önüne bakmaya karar verdiğinde ve sana bu konuda yardım edebilecek biri elini uzattığında geçmişte yaşanan her şeyin üzerine kocaman bir çizgi atıldığını düşünüyorsunuz. Kimsenin o çizgiyi asıp yeni hayatınıza sızamayacağını, sizi savunmasız hissettiremeyeceğine inanıyorsunuz.
Ama belki de hiç düşünülmeyen nokta, ya geçmişiniz ile geleceğinizin arasında bir bağ varsa? Ya hafızanızdan en çok silmek için uğraştığınız şey sizi yeniden bulursa?
Geçmişim, geleceğim ile büyük ve görkemli bir yemek masasında karşılıklı otururken benim tek yapabildiğim önümdeki gümüş çatallara bakmak oldu. Birisinde öyle ufak bir çizik vardı ki dikkatli bakılmayınca fark edilmiyordu bile ama ben bir kere onu fark ettiğimde artık üzerinde ilk dikkatimi çeken yer orası olmuştu.
Yüzümün bembeyaz kesilmesinden mi ya da yaklaşık on dakikadır hareketsiz durmamdan mı bilmiyorum, sonunda Carter'ın elini elimde hissettim ve sesini duydum. "İyi misin Erin?"
Kafamı çevirip yüzüne baktığımda benim için endişelendiğini gördüm, üzerimde diğerlerinin de bakışını hissediyordum ama dönüp çaprazıma bakarsam çığlık atardım. Bu yüzden, "İyiyim," dedim. "Sadece dalmışım." Sonra beceriksizce gülümsedim ve onların konuşmalarına devam etmesine izin verdim.
Garipti, bütün yemek boyunca hiç konuşmayan bu aile şu an bir muhabbetin içerisindeydi. Sanki altın çocuk geri dönmüştü ve babası çok mutluyken üvey annesi ile kardeşi de mutlu taklidi yaparak katılıyordu onlara.
Bakışlarımı çevirmek istemesem de görüntüsü bunu talep ediyordu. Kahverengi gözlerimi onun üzerinde gezdirirken onun babasıyla konuşuyor olması iyi bir şeydi. Bir kez daha göz göze gelsek ne olurdu bilmiyordum çünkü.
Değişmişti, dövmeleri boynuna çıkmıştı şimdi. Yüzü daha olgun bir yapıya sahipti. Sadece iki yıl geçmişti ama her zaman olduğundan daha iyi görünüyordu. Gözlerinin altındaki o morluklar gitmişti mesela, daha sağlıklı görünüyordu ama hala zayıftı. Ve hala karşısındaki dinleyip baş hareketleriyle onaylarken dilini dudaklarının üzerinde gezdirme alışkanlığı onunla beraberdi. Diğer alışkanlıklarının onunla olmamasını diledim içten içe.
Masanın üzerinde duran ellerine baktığımda hala eklemlerinin üzerinde olan izler canımı yaktı, bu da bir başka alışkanlığıydı işte, anlaşılan onu da beraberinde getirmişti. Bay Bieber'ın yaptığı bir espriye güldü ve ben neredeyse o tuzağa yeniden düşecekken geriye çektim kendimi.
O gülümseme öyle sağlam bir maskeydi ki, sizi bin yerinizden bıçaklardı ama kafasını kaldırıp bu şekilde güldüğünde onu affederdiniz. Kendi oluşturduğu o derin yaraları iyileştirmeye çalışmasına bile izin verebilirdiniz hatta.
"İngiltere de hava hep mi yağmurlu oluyordu?" Bayan Bieber'ın sorduğu bu soruyla nereden geldiğini öğrenmiş oldum. İngiltere. Oysa en son görüştüğümüzde Brooklyn'in belki de en pis sokağındaydık.
Zengin olduğunu hep biliyordum ama bir kere bile ailesi hakkında konuşmamıştık. Bu konulardan hoşlanmadığını ve bilmem gereken tek şeyin o olduğunu söylemişti. Gerçekten de benim için bu kadarını bilmek yeterli olmuştu.
Zenginliğinin yaptığı o pis işlerden falan geldiğini düşünmüştüm hep, bir gün başı belaya girecek diye onun için endişelenerek uyumuştum. Böyle asil bir aile bağına sahip olacağı aklımın ucundan geçmemişti. Çünkü o öyle ağzı bozuk, bazen öyle kabaydı ki sanki kimse ona bir kadına nasıl davranacağını öğretmemiş gibi.
Bakışlarımı üzerinden çekmeyi unuttum ve o hep olduğu gibi fark etti bunu. Göz göze geldiğimiz iki saniye sanki aradan geçen iki sene hiç yaşanmamış gibi hissetmeme neden oldu. Birden kendimi çok güçsüz hissettim, öyle güçsüz hissettim ki neredeyse ağlayabilirdim.
Bakışları beni yakıp geçerken bulunduğum durum belki de dünyanın en komik durumuydu. Eğer hayatımın mahvolacağını bilmesem gülebilirdim ama sadece bakışlarımı önüme çevirmekle yetindim.
"Ee, siz nerede tanıştınız?" Sesi onda değişmeyen en büyük tuzağıydı, adınızı kulağınıza fısıldar bütün kalkanlarınızı indirmenize neden olurdu.
Ben cevap vermeyip hala önüme bakarken Carter konuştu, onu susturmak istedim. Hakkımızda hiçbir şey bilmesini istemiyordum. "Neredeyse bir yıl önce Erin'in okuduğu üniversitenin kafesine gitmiştim, bir arkadaşımı görmek için. O da yeni kayıt olmaya gelmişti ve bize binanın nerede olduğunu sorarken yaklaşık iki dakika kendime gelememe neden oldu." Gözleri sevgiyle bana bakarken o sevgiye sığınmak ve tam karşımızdaki kişiden korumak istedim kendimi. Uzanıp masanın üzerindeki elimi tuttuğunda devasa nişan yüzüğüm gözler önüne serildi. "Sanırım ilk görüşte aşktı."
Sadece gülümseyerek onaylamaya çalıştım onu. Bakışlarım Carter'da üvey abisine yönelirken o da gülümsüyordu ama en az benimki kadar gerçekti bu gülümse. Bana değil, parmağımdaki yüzüğe bakıyordu uzun uzun.
Neden öyle baktığını neredeyse unutmuştum ki anılarım beynime doluştu ve hatırladım. Belki de silmek için en çok uğraştığım anılardan biri bana ulaşırken yutkundum, orada oturmak gittikçe zor bir hale geliyordu bu yüzden on dakika sonra ilgi bizim üzerimizden çekilmişken, "Eve gitsem iyi olacak, başım çok ağrıyor," diye fısıldadım Carter'a.
Kahramanım olarak kafasını sallayarak onayladı beni, üzerimde bir terslik olduğunu fark etmiş gibiydi. "Ben Erin'i evine bırakacağım," diyerek gideceğimi diğerlerine de duyurdu.
"Neden?" diye sordu Bay Bieber. "En azından tatlıya kalsaydın, Erin."
"Teşekkür ederim Bay Bieber ama başımda neredeyse çatlayacak gibi bir ağrı var. Gitmem en iyisi olur." Bu kibar konuşmama masada herkes alışıktı ama bir tanesine benden böyle şeyler duymanın ne kadar komik geldiğini biliyordum. İçten içe güldüğünü bile hissediyordum.
"Kendini iyi hissettiğinde yeniden gel, sen de artık bu ailenin bir üyesisin." Bay Bieber'ın bu beni kabullenen sözleri ilk defa iyi hissetmeme neden olmamıştı ama kafamı sallayarak onayladım onu.
Ayağa kalkıp hepsinin elini teker teker sıkmam gerekiyordu, Bayan Bieber'ın elini sıkmak ve o memnuniyetsiz surat ifadesine bakmak bile dönüp üvey oğlunun elini sıktığım andan iyiydi. Çünkü elimi öyle sıkı kavrayıp gözlerimin içine bakarak neredeyse sevecenlikle gülümsemişti ki korkmuştum.
"Seninle tanıştığıma gerçekten çok sevindim Erin." Adım onun sesiyle farklı çıkmıştı ve gözlerimi kapatsam yeniden Brooklyn de o apartman dairesinde olacakmışım gibi hissettim.
"Ben de," diye mırıldandım ve Bay Bieber ile vedalaştıktan sonra arkamı dönerek sakin adımlarla beni bekleyen Carter'ın yanına gittim. Uzattığı elini tutarken parmaklarımı sıkıca onunkilere geçirdim.
Sanki böyle yaparsam ne öğrenirse öğrensin benim bırakmazmış gibi hissediyordum ama kendimi kandırmanın bir anlamı yoktu, öğreneceğini öğrenecekti ve daha sonra bu kapıdan içeri girmeme bile izin verilmeyecekti.
sizce Erin ve Justin'in geçmisi tam olarak nasıl ve Erin'in göstermemeye çalıştığı yüzü nasıldı?
şimdi giriş bölümleri diye kısa oluyor ama buna uzun yazacağım
oy&yorum unutmayın