Carter arayıp davetin verileceği salonu görmemiz için öğleden sonra orada olmamız gerektiğini söyleyene kadar bugünün sakin geçeceğini sanıyordum. Her zamanki gibi yanılmıştım.
Bu sırada okul için ödev yaparken bira içmekle meşguldüm, çok içki içmeme kuralımı annemi gördüğüm anın ardından yıkmıştım. İçimdeki hislerle başka nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum çünkü.
Şişeler, dizüstü bilgisayarım ve ders kağıtlarının arasından çıkarken etraftan daha dağılmış durumda olan bendim. Kendimi en kısa sürede toparlayıp Carter ve ailesi için takındığım o iyi kız imajına bürünmem gerekiyordu.
Nefret ediyordum yapmak zorunda kaldığım her şeyden.
Odama girip kıyafet dolabımı açtım, çiçekli kolları düşük elbisemi çıkardım. Bunun boyu Bayan Bieber'ın botoksuna zarar verebilecek derecede kısaydı ama belki bu kadar içmemiş olsam umursardım. Elbisemi giyip saçlarımı taradıktan sonra onları arkada topladım, böylelikle omuzlarım ve boynum ortaya çıkmıştı.
Biraz maskara sürdükten sonra ten rengi bir ruju dudaklarımda gezdirdim. Parfümümü sıkıp ayakkabılarımı giydiğimde hazırdım. Aynada kendime baktım, güzel ve sorunsuz gözüküyordum.
Kesinlikle boktan hayatımın bir yansıması gibi değildim.
Carter aşağıda olduğunu söyleyince masanın üzerindeki bira şişesinde kalanları tek seferde kafama dikip çantamı alarak evden çıktım. Bu beni biraz götürürdü.
Beni bekleyen arabaya bindiğimde Carter gülümseyerek karşıladı beni. "Günaydın," dedi sanki saat öğleyi geçmemiş gibi.
Yine de, "Günaydın," dedim ve yanağından öpmek için uzandım ona. Ama kafasını çevirmesiyle dudaklarımız birleşti. Gülümsemeye çalışarak geri çekildiğimde Carter'ın kaşları çatılmıştı.
"İçki mi içtin sen?" diye sordu. Oysa fark etmez sanıyordum, hiçbir şeyi fark etmiyordu çünkü.
"Okuldakilerle dün içmiştik, kokuyor muyum hala?" Salağa yatarak meraklı meraklı sorup üzerimi koklar gibi yapmıştım. Evde içtiklerimin yanında geçen gece barda içtiklerim hiçbir şeydi.
Barı düşünmek aklıma Cass'i getirdi, ardından bana söylediklerini.
"Yaklaşınca geldi," dedi Carter arabayı çalıştırırken. "Ne gerek vardı ki?"
Sorusu karşısında yüzümü buruşturdum. "Neye ne gerek vardı?"
"İçki içmene," dedi. "Yani sen normalde içmezsin pek."
Şu an oturma odasında duran bir düzineden fazla boş şişe gözümün önüne geldi.
"İçmek istedim ve içtim," dedim ters bir şekilde. "Beş yaşında olmadığım için bunun kararını verebiliyorum."
Carter bakışlarını yoldan ayırmadan, "Bir garipsin bu aralar," dedi. Gariplikten kastı benim gerçek yüzümün minik parçalarını görmeye başlamasıydı. "Şu sıralar pek dışarı çıkamıyoruz gezemiyoruz diye mi yapıyorsun yoksa?"
Kaşlarımı çatarken, "Seninle dışarı çıkamıyoruz diye neden içki içeyim Carter?" dedim.
"Ne bileyim," dedi. "Bana tavır mı yapıyorsun diye sordum."
"Yani sana göre içki içmemin tek nedeni sana tavır yapıyor olmam mı olabilir?"
Gayet normal bir şekilde, "Başka ne olabilir ki?" diye sorduğunda iki parmağımla şakaklarımı ovuşturmaya başladım. Tabii ona göre benim hayatımda ondan başka hiçbir şey yoktu. Oysa gün içerisinde kaç kere aklıma geliyor diye sormak lazımdı.