Her sabah otomatik kurulu duran alarmım her zamanki gibi beni uyandırdığında oflayarak kendimi yastıkların arasına biraz daha gömdüm.
Elimde olsa günlerce burada uyumak istiyordum, bütün vücudum yorgunluktan kırılıyordu.
Hatta bugün hiç işimin olmadığını düşünüp öyle yapmayı planlamaya başlamıştım ki oturma odamda uyuyan Justin geldi aklıma.
"Hay sikeyim," diyerek yataktan kalktım ve söylene söylene lavaboya girdim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra gece yatmadan önce topladığım saçımdaki tokayı çözdüm. Saçlarımı şöyle bir elimle düzeltip yeniden odama döndüğümde pijamalarımı çıkarıp bir kot şort ile tişört giydim.
Beni pijamalarımla görüp bütün sabah dalga geçmesini kaldıramazdım. Çünkü eskiden hep pijamalı halimle dalga geçerdi.
Eskidendi diye düşündüm. Şimdi umursamaz bile.
Oturma odasının kapısından kafamı uzatıp şöyle bir baktığımda yüz üstü bir şekilde koltukta yattığını üzerine verdiğim battaniyeyi iyice sarındığını gördüm.
Birkaç yıl önce buna benzer manzaraları yüzümde bir tebessüm ile izlerken şimdi dümdüz bakıyor olmam biraz üzücüydü.
Zaman çoğu şeyi değiştirebiliyordu.
Onu uyandırmadan mutfağa geçtim ve kahvaltı hazırlamak için birkaç şey çıkardım. Şimdiki nişanlımın üvey abisi olan eski sevgilim ile kahvaltı yapmak kulağa baya garip geliyordu ama zaten donarak uyumasına izin verdiğim için en azından ufak bir kahvaltı hazırlayabilirdim.
Omleti ne kadar çok sevdiğini biliyordum bu yüzden dolaptan iki yumurta çıkarıp geniş bir kasenin içine kırdım onları.
Gerçekten komik olan şey ise; ben yumurtadan nefret ederdim. Ama Justin ile birlikte yaşadığımızda o seviyor diye hep alıyorduk ve ayrılıp kendi evime çıktığımdan beri bir alışkanlık olarak her markete gittiğimde yumurta alıyordum.
Bir keresinde sırf yumurtalar bitsin diye Merida'ya üç farklı kek çeşidi yaptığımı hatırlıyordum.
Karıştırdığım yumurtayı tavaya döküp bir tabak almak için arkamı dönmüştüm ki Justin'in mutfak masasına yaslanmış beni izlediğini gördüm.
Onu birden karşımda görmek beni afallatsa da, "Günaydın," diyebildim düzgün bir şekilde.
Hala üzerindeki tek şey pantolonuydu ve bir an önce gidip gömleğini giymesini umuyordum ama bunu yapmayacağımı açıkça ortadaydı aslında.
"Günaydın," derken çıkan uykulu sesini duymak garip hissettirdi. "Bütün kemiklerim buz kesilmiş gibi hissediyorum."
"Eğer yardımcı olacaksa kendine bir kahve yapabilirsin," diyerek öneride bulundum. "Ya da bir daha ki sefere kendi sıcak yatağında uyumaya gidersin."
"Bunu düşünürüz," dedi omuz silkip ve benim gözlerimi devirmeme neden oldu.
Tavadaki yeterince pişmiş omleti tabağa geçirip ocağı kapatırken bana doğru yaklaştığını geç fark ettim.
"Ne yapıyorsun?" dedim beni kendiyle tezgah arasına aldığında. Bu beklenmedik bir hareketti mesela.
"Kendime bir kahve fincanı arıyorum," dediğinde kolunu kaldırıp tam kafamın üstündeki rafı açtı ve sanki kendisine gerçekten bir kahve fincanı arıyormuş gibi bakınmaya başladı.
O rafta bin tane kahve fincanı olduğunu düşünürsek yaptığı şey tam olarak vücudunu vücuduma yapıştırmaktı.
Hiçbir tepki vermeden öylece durdum ama vücudunun sıcaklığını hissetmenin karnıma kramplar girmesine neden olan bir etkisi vardı.