Mutluluk neydi? Yalnızlık mı yoksa insanlar mı? Sessizlik mi yoksa sesler mi? Vazgeçiş mi peşinden gitmek mi? Ağlayacak durumda olmak mı yoksa göz yaşını bile akıtamamak mı?
Dün gece yaşadıklarımdan sonra uyuyamamış sabaha kadar öylece oturmuştum. Rümeysa beni teselli etmeye çalışıyordu ama benim yaptığım tek şey öylece dışarıyı izlemekti. Sesi sadece, çok uzaktan gelen, anlaşılmayan, kısık bi ses gibiydi. Ses vardı ama anlam yoktu.
Artık sabah 7 de pes etmiş ve uyumuştu. Kulağımda kulaklık, geceden beri değiştirmediğim oturuşumla öylece düşünüyordum. Ne olduğunu kavramaya çalışıyordum. "Seni sevmiyorum." bile dememişti. Bir sürü soruyu cevapsız bırakıp öylece kaybolmuştu karanlıkta.
Nefesimi içime çekerken bir acı saplanıyordu. Neden böyle olduğunu anlamıyordum. Aşık değilim diyordum kendi kendime. O zaman neden bunun belirtilerini yaşıyordum? Ona çok bağlandığımdan kaynaklanıyordu muhtemelen. Allah'a layık bir eş ,bir hayat arkadaşı bulduğumu düşünüp umutlanmıştım. Gelecek hayali kurmuştum. Ama ne oldu? Nedenini bile söylemeden öylece bırakıp gitti. İçime koca bir taş koyarak hemde...
Titrek bir nefes daha çektim içime. Elimi hafif yukarı kaldırıp yüzüğüme baktım. Uykusuzluktan olsa gerek, net göremiyordum. Diğer avucumu açıp bıraktığı yüzüğe baktım bu sefer. Verdiğinden beri elimden bırakmamıştım. Neden yaptın Mustafa bunu...
Saate baktığımda 10 buçuk olmuştu. Kalkıp üzerimdeki pijamaları çıkardım ve eşofmanlarımı giydim. Saçımı toplamak için çekmeceden toka aldım. Tokayı alırken Mustafa'nın bana aldığı kolyeyi gördüm. Elimi uzatıp sanki dokunsan kırılacakmış gibi davranarak narince aldım. Sonsuzluk işareti vardı kolyede. Şimdi sonsuzluk manasını yitirmişti işte... "Cennette de seninle olmak istiyorum." Diyerek vermişti bunu bana. Ama şimdi dünyada da yoktu yanımda.
Kolyenin zincirine onun yüzüğünü taktım ve kolyeyide boynuma taktım. Tişörtümün altına sakladım annemlerin görmemesi için. Kendi yüzüğümü çıkartmak istemiyordum. Annemlere de bittiğini söylemeyecektim.
Kapımın tıklanmasıyla kafamı kapıya çevirdim. Annem içeri girdi.
"Aaaa Rümeysa! Hala uyuyor musun sen?"
Rümeysa zar zor gözlerini açarken annem kollarını bağlamış tek ayağını tak tak yere vuruyordu.
"Şu sesi yapma anne!"
Annem bana inanamaz gözlerle bakarken ne yaptığımı anlamamıştım. Şimdi durduk yere kadına neden bağırmıştım?
"Ö-özür dilerim bağırmak istememiştim."
Rümeysa yerinden doğrulurken annem garip garip bakıp odadan çıktı.
"Sen yat Rümeysa birşey olmaz."
Rümeysa gözlerini ovuşturarak açmaya çalıştı.
"Yok yok Meral teyzenin sağı solu belli olmaz." Diyip kalktı.
Peki der gibi yapıp yatağıma uzandım ve yüzümü cama döndüm. Mustafa'yı düşünmeden duramıyordum ve bu bende ağlama isteği oluşturuyordu. Düşündükçe işin içinden çıkamıyordum. Olanlara bi mana veremiyordum. Sinirle olduğum yerde doğruldum. Telefonumu komodinin üstünden alıp Mustafa'nın numarasının üzerine geldim. Sola kaydırıp mesaj bölümünü açtım ve aklıma gelen ilk şeyi yazdım.
"Konuşmamız gerekiyor, birşey söylemeden bitiremezsin."
Ellerim titrerken gözyaşlarımı geri itmek için gözlerimi tavana diktim.
Telefon titreyince kalbim yerinden çıkacakmış gibi attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM
RomanceSevdiği insan aklında olduğu için başkasıyla evlenmek istemeyen, güzeller güzeli Sümeyye... Eski sözlüsü yüzünden derin yaralar almış ve çareyi Islam'da bulmuş Mustafa... Bu iki insanın yolları kesişirse ne olur? Okuyalım hep birlikte görelim. ❗❗ İ...