Göz yaşlarım yüzümü yıkarken içimdeki acıyı biraz olsun yumuşatması amacıyla camı araladım. Serin havanın yüzüme çarparken hayatın bende açtığı bütün yaralarımı, kırdığı bütün hayallerimi, söndürdüğü tüm ümitlerimi, bana layık gördüğü bütün acılarla beraber derimden söküp atmasını istedim.
Gözlerimi kapatıp sessiz bir küfür savururken yeni bulduğum aşkı en derinlerdeki bir sandığa gömüp o minik ayıyla beraber kilitledim. Son 11 senedir yaptığım gibi bu acıyla da yaşamayı öğrenecektim.
Çünkü bu bendim. Hayat her seferinde bir şekilde canımı acıtmanın bir yolunu bulurdu ve bende bununla yaşamayı öğrenirdim. Çünkü bu bendim.
Şoför geldiğimizi söyledi bende yanımda cüzdanım olmadığını söyledim isterik hıçkırıklarım arasında. Zaten beni çıplak ayak ve perişan bir halde gördüğü için acımış olmalı ki önemli olmadığını söyledi.
İçi boş bir kabuk gibi indim taksiden. Ne ara bilmiyorum ama yağmur başlamıştı. Ayaklarıma batan taşların verdiği acı hoşuma gitmişti. Bana hala bir şeyler hissedebildiğimi farkettirmişti. Yağmurun altında orda öylece çakıl taşlarına basıyordum.
En son baktığımda bastığım yerlerde kırmızı izler bıraktığımı gördüm. Yavaş yavaş eve yürüdüm. Kapıyı çalmadan önce içeriden gelen sesleri farkettim. Güçlü bir şekilde yumruklamaya başladım ama müzik o kadar yüksekti ki Mine beni duymuyordu.
Bizim evin kapısının önünden ayağıma bir terlik geçirip Nazife teyzeye ne olur ne olmaz diye bıraktığım anahtarı almaya gittim. Tabi halimi görünce bi panik atak yaşadı ama ona çöpü atarken dışarıda kaldığımı sonra dışarı çıkıp Mine'ye sesimi duyurmaya çalıştığımı o yüzden bu halde olduğumu söyledim.
Anahtarı deliğe taktığımda müziğin biraz kısılmış olduğunu ve birilerinin gülüştüğünü duydum. Kapıyı açınca gördüğüm manzara karşısında küçük dilimi yuttuğumu sandım.
Mine elinde büyük bir kısmı boş olan bir viski şişesiyle biliçsizce dans ederken Berke'nin de elinde aşırı derecede yoğun bir duman tabakası oluşturan bir sigara vardı. Tabi ya ne bekliyordum ki? Ne zaman sadece kendi derdimden ağlayabilmiştim ki?
Yavaş adımlarla evin içine yürüdüm. Evimin içine. Ailemden bana kalan evin içine... Kendimi bile şaşırtacak bir sakinlik içindeydim. Arkamda kırmızı ayak şeklinde lekeler bırakıyordum ama bu şu anda umrumda olan son şey bile değildi.
Önce müzik sitemini kapattım. O kadar dalmışlardı ki farkına bile varmadılar. Mine hala boşlukta sallanır gibi dans ediyordu. Ağır adımlarla yanına gidip şişeyi elinden aldığım gibi büyük bir hırsla karşı duvara fırlattım. Mine mızmızlanırken Berke yavaşça gözlerini açmaya çalışıyordu ama o kadar kendilerinden geçmişlerdi ki...
Mutfağa yönelip buzdolabından iki şişe su aldım. Birini doğruca Berke'nin başından aşağı boşalttım. Aynı işlemi diğer şişeyle Mine için de yaptım. İkisi de ufak çığlıklarla kendilerine geldiler. Şimdi gözleri faltaşı gibi açılmış bana bakıyorlardı.
"H-Hüma se-sen hani bu-bugün gelmeye-" Mine soğuktan mı korkudan mı bilmiyorum ama titriyordu ve ben sesinin çıkmasını istemiyordum. Elimi kaldırarak susturdum.
"Sen sus seninle sonra hesaplaşacağız." Mine korku dolu gözlerle bana bakıyordu.
"Ve sen. Hemen şimdi o kıçını ben tekmelemeden koltuğumdan kaldırıp defolup gidiyorsun." dedim buz gibi bir gülümsemeyle.
"Hüma ben özür dilerim. Açıklayabilirim. Lütfen..."
Elimdeki şişelerden birini yere fırlatıp binbir parçaya bölünüşü izlerken aynı gülümsemeyle kafamı kaldırıp direk gözlerinin içine baktım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşin Ruhu (ASKIDA)
Science FictionKarşınıza çıkan bir çift gözün hayatınızın en büyük kilidini açacak anahtar olduğunu ve açıldığında bir girdabın içine düşeceğinizi düşünün... Bildiğiniz, inandığınız ve yaşadığınız her şeyin yalandan ibaret olduğunu ve bilinmezlik girdabına kapıldı...