Bölüm 20

3.1K 248 7
                                    

"Efendim, efendim, efendim, efendim..."bu susmayan ses Sofia'ya aitti. Gözlerimi açtım. Kafamda dikiliyordu. Meraklı gözlerle bana bakıyordu. Yattığım pozisyonda uyanmıştım. Sırtüstü yattım. Sonra da yataktan doğruldum. Ona soru dolu bakışları attım. Hemen neşeli sesiyle konuşmaya devam etti
"Efendim kahvaltıyı kaçırdınız. Prens Viclent yemeğinizi odanıza getirmemi istedi. Prens Christian ise sizi aşağıdaki salonda bekliyorlar. Ben de sizi kaldırmayı denedim ama çok derin bir uykudaydınız. Neyseki uyandınız. Giymeniz için birkaç elbise getirdim. Bu arada duş da alacağınız için banyoyu hazırladım. Prens gibi banyoda sizi bekliyor efendim. Çabuk olursanız her şey daha iyi olur."dedi. Biran durakaldım. Ne yapmam gerekiyor anlayamadım. Sanırım duş en önce yapmam gereken şey. Yataktan kalktım. Düşünceli şekilde konuştum
"Prens Christian derken?"
"Beraber geldiğiniz prens efendimiz. Adını biliyorsunuz sanıyordum."dedi. Güldüm
"Birisiyle tanıştığımda onunla ilgili öğrendiğim son şeylerden biri de ismi olur. Bu ben de bir alışkanlık oldu herhalde. Tanıştığım kimseye ismini sormuyorum, sormayı unutuyorum."dedim. O da gülümsedi. Prens beklesin dursun. Saray yaşantısınım tadını çıkarmadan gitmem. Banyoya girdim. Kapısını kapattım. Dünkü gibi güzel bir duş almak için hazırlandım. Üstümü çıkardım ve küvete girdim. 40 dakika kadar sonra duşumu almıştım. Bütün kremlerden sürmüştüm. Saçlarım hem yumuşacık hem de mis gibi kokuyordu. Havluyu sardım ve banyodan çıktım. Sofia hala odadaymış. Korktum ama bu sefer çığlık atmadım. Ona soru dolu bakışlarımı attım. Bana gülümseyerek yatağın üstüne serdiği kıyafetleri gösterdi
"Sizin sade şeyleri sevdiğinizi bildiğim için üç çeşit elbise getirdim ama belki bugün kararınızı değiştirir daha süslü elbiseler giyersiniz diye de iki tane farklı çeşit elbise getirdim. Eğer beğenmediyseniz farklı elbiseler de getirebilirim."dedi. Tatlıca konuştum
"Bak canım burada ikimizden başka kimse yok bu yüzden bana siz, efendim gibi kelimlerle hitap etmene gerek yok. Hatta istemiyorum. Bana karşı böyle konuşma. Ve son olarak elbiselerden krem rengi sade olan güzelmiş onu giyeyim. Sana çok teşekkür ederim bu arada."dedim. Utandı
"Ne demek efe...Önemli değil yani."dedi. Diğer dört elbiseyi kucakladı. Kapıya gitti ve kapıyı tıklattı. Muhafızla kapıyı açtı. Dışarı çıktı. Sonra da kapı kapandı. Ben de elime elbiseyi aldım. Gerçekten tatlı, şirin bir elbiseydi. Belden sıkan, dümdüz bir kumaştı. Tekrar banyoya girdim. Havluyu bıraktım ve elbiseyi bir çırpıda giydim. Banyodan çıktım. Kahvaltım yatağın kenarındaki küçük bir masada duruyordu. Kahvaltıyı aldım ve yatağa oturdum. Büyük bir kapak vardı. Onu kaldırdım. Yine leziz bir görüntü vardı karşımda. Birçoğunu hayatımda ilk gördüm ama güzel gözüküyorlardı. Yine küçük tabaklarda soslar vardı. Kızartma vardı. Tropikal meyveler bile vardı. Kahvaltıda meyve yeniyor muydu? Ve bir de not vardı. Kağıdı alıp okumaya başladım 'Değerli hanımefendi, sanırım dün size birkaç saygısızlık yaptım. Biraz da sarhoşluğun verdiği bir cesaretle size hoş olmayan davranışlarda bulunmuş olabilirim. Size üzüntümü dile getiriyor ve affetmenizi umuyorum. Sevgiler Prens Viclent.'yazıyordu. Hatası anlaması güzeldi. Özür de dilemişti. Onu affetmiştim bile. Notu bırakıp yemeğimi yemeye başladım. Yarım saat sonra da yemeğim bitmişti. Prens çıldırmış olmalı. Tabağı tekrar masaya koydum. Aynanın karşısına geçtim ve saçlarımı ördüm. Bir toka da alıp saçımın ucunu bağladım. Şimdi hazırdım. Mutlu şekilde odadan çıktım. Muhafızlar yine şaşırdı. Neden şaşırdıklarını da biliyordum. Kapıyı benim değil onların açması gerekirdi. Kapıya tıklatınca onlar da açıyordu. Olsun, benim bu davranışlarım akıllarında bir soru işareti oluştursun. Yüzümdeki neşeli ifadeyi hiç silmeden koridorda yürüdüm. Bu hiç tanımadığımı bir alemde mahsur kalan kıza yakışmasa da buraların eğlenceli olmaya başlaması benim suçum değildi. Yaralarım da eskisi gibi sancılı değildi. Bacağımdaki ağrı üstüne bastıkça kendini gösteriyordu. Kolumda ve alnımda da yaralar vardı. Onlar görüntüleri dışında rahatsız edecek bir şey yoktu. Merdivenlerden indim. Salon neredeydi? Bir görevliye sorsam iyi olurdu. Merdivenleri silen bir kadınla karşılaştım. Kibar ifademi kullandım
"Affedersiniz. Size bir şey sormak istiyorum. İki prens de şuan neredeler acaba?"dedim. Kadın orta yaşlı biriydi. Saçlarının bir bölümü beyazdı. Asık suratlı biriydi. Sanki yabancı bir dil konuşuyormuşum gibi bakıyordu. Ben de cevap vermesini bekledim. Bana bakmaya devam etti. Birkaç dakika sonra cevap verdi
"Bahçede gördüm onları."dedi. Bu tuhaf kadın beni korkutuyordu. Gülümsedim
"Teşekkür ederim."dedim ve hemen merdivenlerden inmeye devam ettim. Beni birine benzetmiş olmalı. Böylesine uzun bir süzüşün ancak anlamı bu olabilirdi. Merdivenlerden indim. Büyük kapıya doğru ilerledim. Tekrar muhteşem olan bu saraya bakmayı ihmal etmedim. Hayran olmayı kes Mary. Biliyorum burada sonsuza kadar kalmayı istiyor olabilirsin ama seni bekleyenler var. Seni bekledikleri pek sayılmaz ama senin ait olduğun bir dünya var. Kapıdan çıktım. Etrafta iki adet tayt giyen prens aradım. Onları bulmam uzun sürmedi. İleride bahçeyi turluyorladı. Ve Christian tayt giymemişti. Hayır suçlu ben değilim. Suçluluk hissini kendimden uzak tutmam gerek. Onların yanına gittim. Viclent birisinin geldiğini anladı ve arkasını döndü. Beni gördü. Surat ifadesini hiç bozmadı
"Günaydın Bayan Mary."dedi. Gülümsedim
"Size de Prens Viclent."dedim. Christian da döndü. Kocaman bir gülümsemeyle konuştu
"Merhaba Mary. Hiç uyanmayacaksın sanmıştım. Uyuyan Güzel ile bir bağlantın olduğunu düşüneceğim yakında."dedi. Hadi ama ya onlarda mı? Uyuyan Güzel masalın da bile mi? Viclent konuştu
"Bir bayan ile nasıl konuşman gerektiğini unutmuşsun Christian."dedi. Christian hemen kendini savundu
"Mary bozdu beni. Onunla zaman geçirince böyle oluyor."dedi. Mutlu oldum. Birilerini yoldan çıkarmak güzel duyguymuş sanki. Viclent şaşırarak baktı
"Sizden beklemezdim hanımefendi."dedi. Beni daha yeni tanımıştı. Ne bekliyordu ki? Bu dünyadan bile olmadığımı biliyordu. Gülümseyerek omuzlarımı silktim. Önüne döndü. Christian'ın yanına gittim. Benimle konuştu
"Atlar hazır bekliyor. Prensesi yine aramaya devam edeceğiz. Buralarda bir krallık daha var oraya gitmeliyiz. Eğer orada da yoksa..."dedi. Yoksa? Öldürülmüş müydü? Hayır bu olamaz. Kafanı çalıştır Mary. Acaba prenses nerede? Bir şey aklıma geliyor ama söylersem olmazdı. Komik bir fikirdi ve asla olmazdı. Belli belirsiz bir sesle konuştum
"Şeyy acaba prenses yatak odasında uyuyakalmamışsa. Yani banyoda, bahçede, mutfakta da filan da uyuyakalmış olamaz mı?"dedim. Bu dediğime inanamadı
"Şuan saçmaladın işte Mary. Kurallar gereği yatak odasında uyuyakalmalı."dedi. Hemen karşılık verdim
"Ama bu alemdeki hiçbir şey kurallarına göre ilerlemiyor ki. Hansel ile Gretel ticarete atılmış bir kere. Asıl bunlar saçma."dedim. Viclent kendi kendine konuştu
"Devler vejeteryan oldu, cadılar modayla ilgileniyor..."dedi ve bana döndü "Aslında haklısınız bayan Mary. Her şey olmuş olabilir."dedi. Christian'a döndü
"Biran önce Prenses Kate'in sarayına gitmelisiniz. Asıl o zaman orada yoksa başka yollar düşünün."dedi. Kendimi dahi gibi hissettim. Christian düşündü. Sonra bana döndü
"Denemeye değer."dedi. Heyecanla konuştum
"Gidelim biran önce o zaman."dedim. Christian Viclent'a döndü
"Biz gidelim en iyisi. Bize sarayını açtığın için teşekkür ederim."dedi. Viclent gülümsedi
"Ne demek kadim dostum."dedi. Tıpkı Emir gibi gülümsüyordu. Gözlerinin etrafı hafifçe kırışıyordu. Mavilerinin yoğunluğu bile aynıydı. Ben kendi alemime dönünce Emir'e nasıl küs kalacaktım? Viclent'a hayran hayran bakmaya devam ettim. Ona sarılmak bile aklımdan geçiyordu. Kendine hakim olmalısın Mary. Viclent bana baktı
"Bir sorun mu var hanımefendi?"dedi. Toparlandım. Utanarak kafamı kaşıdım
"Sizi birine çok benzettim de."dedim. Kaşlarını kaldırdı
"Kime benzettiğinizi sorsam ayıp olmaz umarım."dedi. Omuzlarımı silktim
"Sevgilime çok benziyorsunuz."dedim. Surat ifadesi düştü
"Peki efendim."dedi. Buradaki alem de bile Emir bana karşı bir şeyler hissediyordu. Christian araya girdi
"Hadi gidelim artık. Prensesime kavuşmayı çok istiyorum."dedi. Viclent kafasını salladı. İkisi arkasını dönüp önden gittiler. Ben de onları takip ettim. Viclent'a arka profilinden baktım. O Emir değil, olamaz. Ona çok kızgınım ama burada tek tanıdığım o olduğu için de ona sarılmak istiyorum. Yere bakarak yürümeye devam ettim. Emir'e olan sinirimi bekletmem gerek. Dünya'ya döndüğümde hepsinin hesabını soracağım. Düşündükçe aklıma kötü şeyler geliyor. Ya benden kurtulmak istedilerse? Ya da beni artık istemiyorlardır. Beni buraya göndermelerinin başka bir nedeni yok. Bahçeden çıktık. İki tane beyaz at vardı. Seyisleriyle beraber bekliyorlardı. İkisi de çok asildi. Christian konuştu
"Her şey için teşekkürler. Umarım düğünümde görüşürüz."dedi. Viclent bir prens asaletiyle konuştu
"Dostumun düğününe gelmek benim görevimdir."dedi. Christian pekte prens havalarına girmeden konuşuyordu
"E artık sen de evlen ben de senin düğününe geleyim."
"Benim durumları biliyorsun."dedi. Tekrar içimde bir vicdan belirdi. Ona da yazıktı. Hayatı boyunca yalnız kalacak. Christian hüzünlü bir gülümsemeyle kafasını salladı. Atına birkaç çevik hareketle yerleşti. Viclent bana döndü. Yine düzgün bir dille konuştu
"Bu atta sizin hanımefendi. Sizin gibi asil ve güzel olmasını istedim. Umarım beğenmişsinizdir."dedi. Ben de nazik bir dille konuşmaya çalıştım
"Çok beğendim. Gerçekten güzel ve asil. Teşekkür ederim ama ne yazık ki ben ata binmeyi bilmiyorum."dedim. Şaşırdı
"Ata binmeyi bilmeyen bir kız mı? Siz gerçi başka bir yerden gelmiştiniz değil mi? Bunları normal karşılamam gerekiyordu kusura bakmayın."dedi. Bir insan bu kadar mı Emir'e benzerdi. Ona doyasıya sarılmak istiyordum. Devam etti
"Sanırım Christian size eşlik edecek. İyi yolculuklar dilerim."dedi. Hayır ben dayanamayacağım. Ona hemen sarıldım. Karşımdakinin Emir olduğunu varsayarak sarıldım. Onu çok özlemiştim. Viclent donakaldı. Kendine gel Mary. Başka birisine sarılıyorsun şuan. Ama Emir'in eşi. Emir de benim eşime sarılsaydı bir şey demezdim. Gerçi benim şuan ki eşim bir erkek. Yani bu doğru olmazdı. Ama ben yanlış bir şey yapmadım. Hayır ondan ayrılman gerekiyor Mary. Bence de ayrılmalıyım. Onu bıraktım. Açıklama yapmam gerekiyordu
"Bizim oralarda bir adettir. Ayrılırken böyle sarılırız. Yanlış anlamayın."dedim. Bu yalan değildi. Tamam bu kadar samimi sarılmıyorduk ama sarılma filli gerçekleşiyordu. Bir şey diyemedi. Christian sinsi sinsi gülüyordu. Benimle dalga geçmesi için eline malzeme vermiştim. Utanarak konuştum
"Artık gitsek iyi olur."dedim. Geri çekildi. Christian'ın atının yanına gittim. Seyislerin yardımıyla ata bindim. Christian'ın beline tutundum. Christian Viclent'a el salladı. Ben de ihmal etmedim. Viclent'ta karşılık verdi. Christian ata vurdu. Yavaş yavaş ilerlemeye başladık. Daha sonra hızlandık. Yine sertçe rüzgarlar esmeye başladı. Kafamı Christian'ın sırtının arkasına çektim. Saraya kadar uzun bir yol olacaktı. Yolculuğun sıkıcı olmaması için sohbet açmaya çalışacaktım. Meraklıca sordum
"Christian sana Chris diyebilir miyim?"
"Neden?"
"Christian çok uzun."dedim. Güldü
"Peki diyebilirsin."dedi. Şimdi de aklıma takılan bir soruyu sormalıydım
"Şey bir şey daha sorabilir miyim?"
"Sor bakalım."
"Buradaki herkesin ismi yabancı ama neden Türkçe konuşuyorsunuz?"
"Türkçe mi? Dediğin dili daha önce hiç duymadım."dedi. Tekrar kafam karıştı. Türkçe konuşuyordu işte. İçimden bir ses bu sorunun cevabı bulunamayacak diyordu. Öğrenmeyeyim daha iyi. Toparlamaya çalıştım
"Neyse boşver yine saçmaladım."dedim
"Peki nasıl istersen."dedi. Sustum. Bunun cevabını da merak ediyordum. İnsan hiç adını bilmediği bir dili konuşur muydu? Tabi ki hayır. Peki nasıl oluyordu? Kafamı ağrıtmaya değmez. Prens konuştu
"Viclent'ın sana dibi düştü."
"Ne?! Bu nasıl konuşmalar böyle. Düzgün bir üslup kullanın lütfen."dedim. Bu dediği beni utandırmıştı. Kesin dalga geçmeye başlayacak ve haklı da. Devam etti
"Beni susturamazsın Mary. Eğer bu ülkede yaşasaydın sana yüzüğü takmıştı benden söylemesi."
"O kadar yani."
"O kadardan da fazla. Başka şeylerde istiyordu da işte buna hakkı yoktu."
"Başka şeyler? Neyse duymak istemiyorum boşver."dedim. Güldü. Tekrar devam etti
"Aslında yakışıyordunuz da..."
"Benim sevgilim var asla olmaz!"
"Tamam sinirlenme bir şey demedim. Benim anlamadığım ona neden sarıldın? Bir de asla olmaz diyorsun."
"Onu aklım başındayken yapmadım. Ara sıra aklım gidip geliyor da. Zaten sevgilime çok benziyordu. Benzemek ne kelime tıpa tıp oydu. Biraz da onun etkisi oldu."
"Öyle diyorsun."
"İmalı imalı konuşma öyle diyorum."
"Dün gece neler oldu anlatsana."
"Şu akşam yemeğinde mi?"
"Evet akşam yemeğinde."
"İçtiniz. Sizin kafalar gitmişti. Sonra Viclent biraz bana asıldı. Sonra bende odaya gittim. Başka ne oldu bilmiyorum."
"Demek o yüzden suratı bir karıştı. Baya bir üzgündü."dedi. Karşılık vermedim. Diyecek bir şeyim yoktu. O bana saygısızca davranmıştı ve üzülmeliydi de. Emir üzgündü. Ama kıyamam ki ona. O Emir değil. Olamaz. Markus ve seni düşün. Ne kadar farklısınız değil mi? Emir ve Viclent da aynı. Emir Viclent gibi değil. Ama mavi gözleri. Aldanma Mary. Mavi yok. Eve dönünce mavilere asla aldanmayacağım. Kızgın bir Mary nasıl oluyormuş görsünler. Saraya kadar hiç konuşmadık. Beş saate yakındır at üstündeydik. Artık bir yerlerim de ağrımaya başlamıştı. Sonunda saraya gelmiştik neyseki. Atı durdurdu. Prensten ayrıldım. Sessiz sakin bir saray karşımdaydı. Huzurluydu. Emir ile barışınca Markus'tan rica eder ve tatile buraya gelirdik. Hem prenste beni tanıyordu. Sarayda bir tatil mükemmel bir şeydi. Prens attan indi. Heyecanlanmaya başlamıştım.Umarım buradadır ve mutlu son ile biter. Prens yine kollarını açtı. Omuzlarına tutundum. O da beni sardı ve kendine çekti. Sakince yere indim. Prens beni bıraktı. Onun omuzlarından elimi çektim. Beraber sarayın kapısına ilerledik. Prens kapıyı sonuna kadar itti ve içeri girdik. Prensesi bulduktan sonra buraları doyasıya gezecektim. Prens hızlı hızlı gidiyordu. Elinden gelse koşacaktı ama prens imajınının çizilmemesi gerekiyordu. Ben de ona ayak uydurmaya çalıştım. Sarayın kapısı açıktı. İçeri girdik. Prens hızlıca konuştu
"Sen bu kata bak, ben de yukarıya bakıyorum anlaştık mı?"dedi. Ben de aynı hızda ona karşılık verdim
"Tamamdır."dedim. Direkt sola döndüm. Uzun bir koridor ve sıralı odalar vardı. Hemen bakmaya başladım. Kapıyı açtım. Klasik bir yatak odasıydı. Kimse de görünür de yoktu. Kapıyı kapatıp diğerine geçtim. Onu açıp baktım. Burada da farklı bir renkte ama aynı dizaynda bir yatak odası vardı. Burada da kimse yoktu. Kapıyı kapattım. Bir diğerine baktım, aynı tür bir oda ve kimse yok. Yine kapattım. Diğerine baktım ve diğerine, diğerine ve diğerine... Hayır yok işte. Bu koridordaki hiçbir oda da yoktu. Ona yakın oda vardı. Geldiğim koridordan geri döndüm. Bu sefer sağdaki koridora giderken prensin sesini duydum
"Mary! Gel buraya!"diye bağırdı. Galiba bulmuştu. Büyük bir sevinçle merdivenlere koştum. Merdivenleri çıktım. Burada iki tarafa ayrılıyordu yol. Prens neredeydi? Prens tekrar seslendi
"Mary çabuk gel!"dedi. Sol taraftan gelmişti ses. O tarafa gittim. Odalar baktım. Kapılar kapalıydı. Beşinci odaya gelince durdum. Kapısı açıktı. Kapıyı hafifçe ittim. Evet prens buradaydı. Yere bakıyordu. Yerde yatan bir kız vardı. Bulduk işte bulduk. İlk defa söylediğim bir şey yapıldı ve dediğim şey çıktı. Sanırım bayılmak üzereyim. Uzun zamandır haklı çıkmayınca vücudum kaldıramadı. Sevincimden dans etmek istedim. Prens bana döndü. Yüzünden düşen bin parçaydı. Prensese baktım. Yerde sırtüstü yatıyordu. Ve ben de şaşırdım. Prenses sandığım gibi güzel değildi. Burnu kambur ve uzundu. Yanağında kocaman bir ben vardı. Kaşları birleşik denecek kadar birbirine yakındı. Uyuyan Güzel? Güzel? Prens şok içinde konuştu
"Onu asla öpmem."dedi. Mutlu son olmak zorunda. Onu ikna etmem gerek. Teselli vermeye çalıştım
"Öpmek zorundasın. O kadar da kötü değil."dedim. Şaşkınlıkla konuştu
"Bildiğin cadı, prensesi yemiş. Bu prenses olamaz. Cadı bu. Asla olmaz Mary."dedi. Onun yanına gittim. Tekrar teselli verdim
"Hani bir prenses de kurbağayı öpüyordu ve prens oluyordu ya belki de bu onun bir benzeridir. Sen öpünce güzelleşir."dedim. Bana inanmadı
"Tamam ilk dediğinde haklı çıktın. Prenses saraydaymış. Ama asla o benim prensesim olamaz."dedi. Onu nasıl ikna edeceğim? Odadan çıkmaya yeltendi. Kolunu tuttum
"Saçmalama yüzyıldır buradaki insanlar uyuyor. Onların hayatları sana bağlı. Küçük bir öpücük ile her şey bitecek. Dış görünüşüne o kadar aldanma. Belki seni çok mutlu edecek. Onun için dağ taş gezdin. Onu bulmak için her şeyi yaptın. Ama sırf güzel değil diye ondan vazgeçemezsin."
"Söylemesi kolay. Prensesin güzel olması gerekiyor. Benim için öyle olmak zorunda."
"Chris! Çocukluk yapma. Öp ve bitsin şu iş."
"Hayır!"
"Sen ne kadar inatçısın ya. Senin inadın yüzünden bu kız hayata dönemeyecek. Onun ailesi ve halkı da. Bu kadar bencil olma."dedim. Sustu. Prensese baktı. Kaşlarını büktü
"Ama çok..."
"Sus! Bir kız hakkında böyle konuşamazsın."dedim. Ofladı. Onun kolunu bıraktım. Prensesin yanına gitti. Çömeldi. Hadi artık bitsin bu masal. Bana yalvararak baktı
"Onu öpmeden uyandırmanın şansı yok mu?"dedi. Kaşlarımı çattım
"Hayır yok. Ne kadar çabuk olursa o kadar iyi olur."dedim. Önüne döndü. Düşünmeye başladı. Sonra bir fikir buldu
"Tabi ya!"dedi. Ne geldi aklına acaba? Onu merakla izledim. İki parmağını dudağına götürdü. Parmaklarını öptü. Sonra parmaklarını prensesin dudağına götürdü. Bu işe yaramazdı, saçmaydı. Presesin dudaklarına bastırdı. Heyecanla onu izledi. Olmayacağı için ben hiç heyecanlanmadım. Prenses kıpırdadı. Yok artık! Uyanıyordu. Gözlerini açtı. Prens hemen ayağa kalktı. Yanıma geldi. Prenses etrafa bakındı. Bana ve prense baktı. Sonra büyük bir sevinçle doğruldu. Ayağa kalktı. Prense koşarak geldi ve ona sarıldı. Sonunda mutlu son olmuştu. Biraz zor olmuştu ama başarmıştık. Prens ona sarılmaya çalıştı. Hiç istemiyor gibiydi. Ona kaş göz işareti yaptım. Sarıldı. Prenses konuşmaya başladı
"Geldin. Yakışıklı prensim. Yatak odamda uyuyakalmadığım için özür dilerim. Umarım beni çok aramamışsındır."dedi. Prens ondan ayrıldı
"Yoo çokta aramadık aslında seni."dedi. Prenses bana döndü tekrar prense döndü. Kaşlarını çattı
"Bu kız da kim? Bana açıklamasını çabucak yapıyorsun. Bu kız hemen buradan gitsin."dedi. Neye uğradığımı şaşırdım. Ben onu bulmak için didiniyim o beni kovsun. Bu prensese sinir olmaya başladım. Prens hemen cevap verdi
"Benim yardımcım. Ve bir yere de gidemez. Bana çokça yardımı dokundu."dedi. Prenses daha da sinirlendi
"Gidecek diyorum!"dedi ve bana döndü
"Defol git buradan yoksa muhafızları çağırırım."dedi. Ona ben cevap versem çok iyi olur
"Hiçbir yere gitmiyorum. Sen yokken Chris'in yanında ben vardım. Bana emir de veremezsin."dedim. Chris de atıldı
"Aynen öyle. O benim misafirim ve ona karışmazsın."dedi. Chris'e döndü
"Chris tatlım sen karışma."dedi. Tekrar bana döndü ve bağırmaya başladı
"Seni sefil köylü. Ne hakla bana bunu diyorsun. Sana pek alâ emir veririm. Ucuz giyinişine baksana. Dilenci misin yoksa? Sarayımda kimse dilenemez. Chris'in yanında dolaşmak için benden izin alacaksın. Ben bir prensesim ve sen de bir köylü. Daha fazla konuşursan seni zindana attırırım."dedi. Mırıldandım
"Keşke uyandırmasaydık."dedim. Chris duydu ve güldü. Chris devam etti
"Senden izin alacak değil. Sen prensessen ben de bir prensim. Benim daha çok söz sahibi olduğumu biliyorsun. Bu yüzden asıl sen sus ve daha fazla arkadaşıma hakaretler etme. Yoksa bir koca kaybedeceksin."dedi. Zaten ondan kurtulmak için fırsat arıyor gibiydi. Prenses hayal kırıklığı ile ona baktı
"Ama Chris..."dedi. Chris bilmiş bir tavırla konuştu
"Seninle ne ara bu kadar samimi olduk hatırlamıyorum. Lütfen bana tam adımla hitap et."dedi. Prenses öylece kaldı. Karı koca arasına girmemeliyim. Nazik bir dille konuştum
"Yalnız kalıp konuşsanız daha iyi. Ben çıkayım."dedim. Prenses sinirle çıkıştı
"Yok bir de çıkmayacaktın."dedi. Chris bağırdı
"Kate! Kapa çeneni artık!"dedi. Ben de korkmuştum. Şimdi odadan çıkmak zorunlu hale gelmişti. Arkamı dönüp gitmek için yeltendim. Chris konuştu
"Mary gitmeyeceksin. Kate dışarı çıkar mısın? Mary ile özel bir şey konuşacağım."dedi. Onlara döndüm. Kate elinden gelse üstüme atlayıp saç baş gireşecek gibi duruyordu. Hışımla odadan çıktı. Kapıyı mümkün olduğunca sert çarptı. Chris bana döndü. Bakışları ile ne demek istediğini anladım. Kate'i istemiyordu. Ben konuştum
"Diyecek bir kelimem bile yok. Çekecek çilen var."dedim. Yorgun bir gülüş attı
"Uzun bir çile olacak."dedi. İlerdeki yatağa doğru ilerledi. Üstüne oturdu. Ben de yanına gidip oturdum. Yatağa uzandı. Tavana bakarak konuştu
"Teşekkür ederim. Sonuçlarından pek memnun olmasam da. Benim de sana bir borcum var. Seni kendi ülkene göndereceğim. Sana bir araba hazırlattırayım. Yarın sabah erkenden yola koyulursun. Sanırım ödeşmiş oluruz."dedi. Anlamıyordu işte. Mesafe ile gidilecek bir yer değildi benim evim. Bu sefer bıkkın bir şekilde anlatmaya başladım
"Beni yanlış anlamışsın. Benim evim buralarda bir yerde değil. Sana tekrar anlatayım. Benim geldiğim yer buradan daha gelişmiş, daha teknolojik bir yer. Bir arkadaş beni gökdelene yani çok uzun bir binaya götürdü. Bina da, uzun sütünlar gibi bir şey. Neyse o arkadaş beni gökdelenin en ucunu çıkarttı ve beni oradan attı. Bende normal olarak aşağıya düşüyorum tabi ki. Ama meğer o arkadaş zamanda bir delik açmış ve beni sizin buraya gönderdi. Yani düşerken boyutlar arası gezinti yapmış oldum. Tam öleceğim derken senin prensesinin yatağına düştüm. Olay bu."dedim. Chris ciddi bir surat ifadesi ile bana döndü
"Dediklerinin bir çoğunu anlamasam da bir fikir geldi aklıma. Mesela benim durumu düşün her şey başladığı yerde bitti. Sen o yatakta kalktın yani o yataktan da geri dönersin. Saçma olmuş olabilir şuan moralim ve psikolojim hiç yerinde değil."dedi. Bu mantıklıydı. Gerçekten başladığı yerde bitiyor olabilirdi. Ona bir dahiymiş gibi baktım
"Muhteşemsin. Dediğin çok mantıklı."dedim. Güldü
"Muhteşem bir eşim de olsa keşke."dedi. Güldüm. Yataktan kalktım. O da hiç istemeyerek kalktı. Kapıya doğru hızlı hızlı yürüdüm. Prensin o heyecanını şimdi anlıyordum. Ya olmazsa? Bu seçeneği sonra düşünmeliyim. Pozitif ol Mary. Olacak. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Prenses kollarını göğsünün altında bağlamış büyük bir sinirle bekliyordu. Onu umursayamazdım. Uyandığım odayı hatırlıyordum. Sağa doğru koştum. İlerdeki kocaman kapıları olan odaydı. Odaya ulaştım. Kapıyı açtım. Kate bağırdı
"Hey o odaya giremezsin. Orası benim odam. O ellerini kapısından çek."dedi. Chris'in sesini duydum
"Kate, susacak mısın yoksa zor mu kullanamam gerekiyor?"dedi. Ben de bir yandan içeri girdim. Giderken bıraktığımız gibiydi. Yatağa baktım. Çıkışım burasıydı. Kate de içeri girdi. Ardından Chris. Chris yanıma geldi
"Sence olacak mı?"dedi. Yatağa bakıp düşündüm
"Denemekten zarar gelmez."dedim. Kate konuştu
"Ne yapacaksın yatağımda?"dedi. Ben gayet sakin bir dille konuştum
"Sadece uzanacağım. Neden olduğunu Chris sana sonra anlatır."dedim. Mırıldandı
"Yatağımı yıkatmak zorunda kalacağım bir köylü yüzünden."dedi. Bana karşı tavrı sinirlerimi zorluyordu. Mutlu son Mary. Boşver onu. Chris konuştu
"Saçmalamakta üstüne yok sanırım."dedi. Ona döndüm. Devam etti
"Demek ayrılıyoruz ata binmeyi bilmeyen kız."
"Evet ayrılıyoruz tayt giyen prens."dedim. Gülümsedi. İçten bir sesle konuştu
"Sana alışmıştım. Sıradışı olmana daha çok alıştım. Ne zaman istersen gelebilirsin."dedi. Omzuna şakacıktan vurdum
"Tamam dostum bana güven seni rahat bırakmayacağım. Sevgilime burayı göstermeye filan gelirim belki. Tabi ki her şey beni gökdelenden atan arkadaşa bağlı."dedim. Dudağını büzdü
"Arkadaş çevreni değiştirmen gerek."dedi. Çok haklıydı
"Değiştirmeye çalışacağım. Neyse sanırım gitme vakti geldi."dedi. Geri çekildi. Ona el salladım. Prenses hala koca bir nefretle bana bakıyordu. Ona el sallamadım. Chris'e hitaben konuştum
"Görüşmek üzere."dedim. O da bana el salladı. Eğer bu yatağa atlayıp gidemezsem çok komik olurdu. Yatağa arkamı döndüm. Gözleri kapayıp kendimi yatağın üzerine attım. İlk önce yatağı sırtımda hissetmiştim ama sonra boşlukta gibiydim. Evet oluyordu. Evime dönüyordum. Gözlerimi açtım. Her yer simsiyahtı. Ama aşağıya doğru düşüyordum. Bu sefer gökdelenin üstüne düşeceğim sanırım. Bu acıtacaktı. Böyle havada süzülmek çok güzeldi. Kuş gibi melek gibi özgürlük gibi. Her şeyi kafamdan attım. Sanırım sonsuza kadar burada süzülmek istiyorum. Güzel bir yer görünce sonsuza kadar orada kalmak istiyordum ama burası daha başkaydı. Hiçbir şeyin olmadığı bir yer. Birden bir yere düştüm. Karanlıklar çekildi. Ve düştüğüm yeri gördüm. Bir oda? Gökdelene düşmem gerekiyordu. Yoksa şimdi başka bir boyutta mıydım? Lütfen böyle bir şey olmasın.

BLOODY MARY 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin