Filmin sonu yaklaşıyor, perdeler yavaş-yavaş inmeğe başlıyordu. Yani yolun sonu en yakın zamana gözüküyordu. Bilinmezliklerle doluydu bu yol. Yokuşa doğru hiç beklemediğimiz bir zamanda öyle hızla gidiyorduk ki bazen evet bitti artık yolun sonu burası diyorsun, ama bir bakıyorsun öyle olmuyor tam tersi daha yolun başında olduğunu anlıyorsun.Yürüdüğün bu yolda bir çok insan su'retiyle karşılaşıyorsun. Yapmaz dediklerinin yaptıklarını, yapar dediklerinin ise yapmadıkları şeylere şahit oluyorsun. Acımasızlık diz boyu. Bu kadarda olmaz dediğin şeyin katbekat kötüsünü gördüğünde geride kalan yaşanmışlıklara şükreder hale geliyorsun.
Yaşananlara itiraz bayrağını kaldırdığın an susturulursun. Ve sende susmak zorunda kalırsın. En acısıda bunları sana yaşatanların en yakının olduğunu bilmendir. İnsana en dokunanıda işte budur.
Acımasızca, hiç tereddüt bile etmeden yaptıklarına haklı sebebler arayanların vay haline. Gül hanımda onlardandı. Yapmıştı yapacağını. Onun için artık yolun sonuydu. Kendisi bunu biliyordu ama kabullenmek istemiyordu. Çabalıyordu çıkış yolunu bulmaya, son kozunu oynamak için elinden ne geliyorsa yapıyordu. Ama her birimiz gayet iyi biliyorduk ki bunlar son ve anlamsız çırpınışlarıydı.
Evet burda olan herkesin Buğra'ya açıklaması gerekenler vardı. Canan'ın bile açıklama borçlu olduğu anda benim nasıl bir açıklama yapacağımı düşünmeden edemiyordum. Evet belki onları anlayacak affedecekti ama ya beni? Anlayacaktı değil mi? Ve en kötüsüde ben kendimi nasıl savunacağımı, yapacağım konuşmayı bilmiyordum. Galiba benim en büyük endişemde buydu.
Kafamda binlerce düşünce dönerken etrafımda dönen olaylardan bihaber olmam normaldı. Kafamı hiçbir şekilde konuşulanlara odaklayamıyordum. Bu eve Buğra'nın hayatına adım attığım andan itibaren sanki susma görevini üstlenmiştim. Bazen kendimi aciz görmüyor değildim. Böylemi olmak istiyordum ya da böylemiydim bilmiyorum. Bildiğim tek şey ne olursa olsun bundan sonraki herbir yaşantımda Buğra'nın varlığının olmasıydı.
Sözler yetersizdi. Nasıl bir cümle ya da bir söz kurtara bilirdiki Buğra ve Gülru'yu. Ne onların yerine koya biliyordum kendimi nede anlaya biliyordum ve en önemliside onları avutacak tek bir cümlem dahi yoktu. Sadece Buğra'nın gözünün kenarından düşen tek damlanın kalbimi acıtmasına izin vermekten başka hiçbir şey yapamıyordum. Dudaklarından güç bela çıkan
- L_lü_lütfen yapmadım de.
Demesi bile onun yine ne kadar güçlü kişiliğe sahip olmasından haber veriyordu. Ellerini kafasına almış hıçkırarak seslice ağlayan Gülru'ya bile yaklaşamıyordum. Çivilemiştim sanki olduğum yere. Beynimin sadece susmam gerektiğine dair verdiği komutla haraket ediyordum. Bir o kadar ürkütücü, bir o kadarda hiçbir zaman duymadığım ses tonuyla kükreyerek söylediği cümleyi tekrarlayan Buğra'yı duyduğumda gözümün kenarından düşen iki damlaya sahip çıkamamıştım.
- Bana bunu yapmadığını söyle. Allahın cezası yapmadığını söyle diyorum sana.
Söyleyerek iki adımda Gül'ün yanına ulaşmış kollarını kırarcasına sert şekilde tutmuştu. Elinin altında bir canlı değilde iğrenç bir şey var gibi tutarak silkeleyen Buğra'nın elinden Gül'ü bu sefer hiç kimse alamayacaktı. Kollarına kenetlediği elleriyle son defa silkeleyerek var gücüyle duvara iten Gül'ün iniltisi evin duvarlarında yankılanmıştı. Aşağı sürtünerek yere kapaklanmaya hazırlanan Gül'ü bir kez daha kollarından yakalayarak duvara itmişti.
- İnan bana sana yaşayarak cehennemi tattıracağım. Benden aldığın hayatımın herbir günü için bende bundan sonra yaşadığın hergünü cehenneme çevireceğim. Ölmeyi dilediğin her an seni yaşatacağım ki, ölmek istediğin a'na şükreder hale geleceksin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beni de sever misin?
Fiction généraleSizden bir bebek isteniyor... Hem de 12 yaş sizden büyük bir adamdan... Cevabınız her ne olursa olsun hayatınız yokuşa hızlı adımlarla düşmeğe başlayacak... Soru basit... Yanıtlaması.... ZOR... Ya kendi hayatınızdan vazgeçecek.... Ya da canınızdan...