İç güdülerimin beni hız konusunda yanıltmamasına sevinmişken; bir yandan da solladığı arabalar, hızdan dolayı bulanık görünen ağaçlar ve sokak lambaları beni korkutmuştu. Motosiklet kullanırken kendimi denemeyi, motorumu zorlamayı severdim. Evet, ben de bir hız meraklısıydım. Kontrol başkasında değilken.
Midem boştu. Uyandığımdan beri hiçbir şey yiyememiştim. Beni ayakta tutan ve bayılmamı engelleyen tek etken damarlarımı tutuşturan adrenalindi. Artı olarak tüm bu sıkıntı ve stres vücudumu sarmışken üzerine yüksek hız mideme bela olmuştu.Dudaklarıma örttüğüm ellerimin arasından ufak bir öğürmeyi es geçerek mırıldanmayı başardım.
“Yavaşla.”
Araba hala aynı hızda ilerliyor, kurtarıcım ben yokmuşum gibi davranıyordu.
“Yavaşla. Arabana kusmak istemiyorum.”
Çatık kaşlarının arasından sert bir bakış fırlattıysa da yavaşladı. Erkekler her zaman arabalarına önem verirlerdi zaten. Arabasını bu işe katmasaydım asla durmazdı. Çünkü Katherine kim ki?
İki yüz metre kadar ilerledikten sonra iyice yavaşlamış, sağ şerite geçerek arabayı uygun bulduğu bir yere park etmişti. Yüzüme bile bakmadan anahtarı kontaktan çekerek arabadan indi. Arkasından inip inmemek konusunda ikilemde kalmışken kapımı açtı.
“Hava alsan iyi olur.”
Tam sağ bacağımı arabadan çıkarmış teşekkür etmek için ağzımı açmıştım ki “Arabamı batırmanı istemem.” sözleri dudaklarından döküldü. Ben şok olmuş vaziyette bakarken, çoktan bana arkasını dönüp sahile ilerlemeye başlamıştı. Ayağımı arabanın içine geri çekip açık kalan ağzımı da kapadıktan sonra ikilemime kaldığım yerden devam etmeye karar verdim. Belki de arabasına gerçekten kusardım. Bu tavırlarıyla kusmamdan fazlasını hak ediyordu.
Kayla “İğrençsin.” diyerek düşüncelerimi yarım bıraktı. “Bence bu araba bunu hak etmiyor.”
Arabadan inerek hala ve hala ismini bilmediğim yabancının arkasından sahile yürümeye başladı. Tam ona yetişmek üzereydi ki duraksayarak bana döndü ve bağırdı.
“Hala kusmak istiyorsan sana bu gece seni kurtaranın da o yakışıklı olduğunu hatırlatayım.”
İç çekerek arabadan indim.
“Başka sefere.” diye mırıldanmama engel olamamıştım.
Ceketimin fermuarını sonuna kadar yukarı çekerek siyah elbisenin önündeki derin dekolteyi kapatsam da çıplak bacaklarım şimdiden buz tutmuştu. Donmuş olduğum gerçeğini başka bir rafa kaldırdım ve temiz deniz havasını içime çekerek çamaşır makinesi misali dönüp duran midemi yatıştırmaya çalıştım.
Gözlerim yabancıyı arıyordu karanlık sahilde. Bir banka oturmuş, ay ışığının aydınlattığı denize gözlerini dikmişti. Topuklu ayakkabılarımın taşlarda çıkarttığı tok ses haricinde sessizlik hakimdi sahile. Ah, bir de kıyaya çarpan dalgaların uğultusu.
Bir süre onu, o denizi izlerken izledim. Ne düşündüğünü merak ettim. Beni gerçekten neden kurtardığını ya da sabah neden onların yanında bıraktığını, o karanlık sokakta bıçakladığı adamdan ne istediğini merak ettim. Kaç yaşında olduğunu ve böyle adamlara ne zaman bulaştığını… Zihnimde dönüp dolaşan, beni rahatsız eden çok soru vardı. Hepsine bir cevap aramak beni yoruyordu.
Halsizliğim artınca yanına yerleşerek denizi izlemeye başladım. Deniz, ay, yakamoz... Kabul etmeliydim ki güzel bir manzaraydı. Fakat deniz hiçbir zaman ilgimi çeken bir unsur olmamıştı benim için. Yazları ailecek gittiğimiz tatillerde bile şemsiyenin altında tek başına oturan ben olurdum.
Yüzmeyi sevmiyordum. Denizden çıktıktan sonra ayağıma yapışan, saçlarımın diplerini dolduran kumları sevmiyordum. Tenimi yakan güneşi ve saatlerce uzanıp, birazcık olsun bronzlaşabilmek adına güneşlenmeyi sevmiyordum. Sevmediğim o kadar çok şey vardı ki düşündükçe içim karanlığa gömülüyordu. Bir insan için bir şeyleri sevebilmek bu kadar zor olmamalıydı.
Kendi kendime sinirlenip iç geçirdikten sonra gözlerimi yumdum ve tüm düşüncelerimi beynimden atmak istercesine başımı iki yana salladım. Mide bulantımı hafifleteceğini, düşüncelerimi ve beni sakinleştireceğini umduğum düzenli nefes alışverişine döndüm.
× × ×
Uykuyla uyanıklık arasında tuhaf bir evredeyken oturduğum soğuk bank ile temasımın kesildiğini ve havalandığımı hissettim. Kendi sesimin anlamsızca bir şeyler mırıldandığını duyar gibi oldum.
“Şşş.”
Sözsüz aldığım bu cevap karşısında burnumu göğsüne sürterek uyumaya devam ettim.
Bana çok kısa gelen bir süre sonra ikinci kez yer ile temasım kesildiğinde uykumun bölünmesine sinirlenerek homurdandım.
Yumuşak zemine nazikçe bırakılınca gıdıklanan yüzümü bir yere sürtme ihtiyacı hissettim. Çocukluğumdan kalma bu huy yüzümü sürttüğüm zeminin saten olduğunu beynime ilettiğinde gözlerimi açtım. Odadaki ışık fazla loş olsa da gözlerim ışığa alıştığında karşımdaki siyah oymalı giysi dolabını hemen tanıyabilmiştim.
“Neden tekrar buradayız?”
Çatlak sesim ile sorduğum sorunun ardından kaşlarımı çatarak boğazımı temizledim. Ayakucumda oturmuş beni izleyen yabancının loş ışıkta mavisi kararmış gözlerine baktım.
“Bizi arayacakları son yer bu otel.”
Düşündüm. Haklı olabilirdi. Eğer gerçekten kaçmış olsaydım -ki zaten kaçmıştım fakat yalnız olmamdan bahsediyordum- bir daha ayak basacağım son yer bile olamazdı bu otel.
“Kamera kayıtları?”
Alt dudağımı dişleyerek parkelere çevirdim gözlerimi. Öylece bu işin peşini bırakacak adamlara benzemiyorlardı. Üstelik her yere erişebilecek kadar eli kolu uzun insanlar olduklarını sezmiştim.
“Onları hallettim. Saat 21.00 ile 21.05 arasındaki görüntüler asla bulunamayacak. Kameralarda ufak bir arıza meydana geldiğini duymuştum.”
Tehlikeli gülümsemesi ve keskin bakışları beni ürküttüğünde gözlerimi kaçırma ihtiyacı duydum. Gözlerim tekrar siyah oymalı giysi dolabına takıldı. Bir süre öyle sessizce oturduk.
“Şey acaba bana bundan daha uzun gelecek bir şeyin yok mu? Böyle uyumak istemiyorum. Şey gibi...”
“Ne gibi?” diye sorduğunda, iç sesim “Fahişe gibi.” cevabını verse de ben sessizliğimi korumayı tercih ettim. Bu gece bir fahişe olmama ramak kalmıştı ve bu bana hala korkutucu bir senaryo gibi geliyordu.
Sorusunu yinelemek yerine, oturduğu yerden kalkarak dolabını karıştırmaya başladı. Birkaç dakika boyunca dolabı talan etti ve bana elinde v yaka siyah bir kazak ile döndü.
“En uzunu bu.”
Kaşlarını çatarak baktığı kazağı ellerinin arasından aldım. Banyoda incelemeyi düşündüğüm kazakla hızlı adımlarla yürürken arkamdaki bakışlarını hissedebiliyordum.
Banyoya girdikten sonra kapıyı iki kez kilitleyerek elimdeki kazağı havaya kaldırdım. Fena görünmediğini düşünerek işe koyuldum. Artık ayaklarımı fena halde ağrıtmaya başlamış olan topuklu deri çizmeleri çıkartarak işe başladım ve klozetin yanındaki duvara yasladım. Üzerimdeki deri ceketi ve tek parçadan oluşan elbiseyi de hızlı hareketlerle çıkardıktan sonra kapağı kapalı olan klozetin üzerine nazikçe bıraktım. Güzel elbiseydi fakat benim için tasarlanmadığı kesindi.
Kazağı hızlı hareketlerle üzerime geçirerek kısa bir kontrol yaptım. V yaka olması benim boyutlarımdaki birisi için dekolteli gibi durmasına sebep oluyordu fakat başka bir sorunu yoktu. Dizimin iki parmak üzerindeki kazak fazla göze batacak ya da rahatsız edecek türden değildi. Bir pijama kadar rahat değildi elbette ama şu sıralar seçim yapma sırası bende değilmiş gibi görünüyordu.
Üzerimdeki kazağı gözlerimle iğnelemem bittikten sonra ayna karşısına geçerek yüzümü incelemeye başladım. Yüzümün rengi solmuş, makyajım akmış, saçlarım dağılmıştı. İç çekerek bir peçete aldım ve su yardımıyla temizleyebildiğim kadarını temizledim. Yüzümü iyice yıkadım. Soğuk su iyi gelmişti. Göz kalemimden geriye kalan siyahlıklar kirpik diplerimde yer edinmiş olsa da kendimle yeterince uğraştığıma ve oyalandığıma karar vererek eşyalarımı toparladım. Şeytan saçlarımın arasından çıkıp boynumun çukuruna yerleşti. Sinsi gözleri yüzümü inceliyordu. İfadesiz kalmaya özen göstererek çıplak ayaklarla yabancının yanına geri döndüm.
Meraklı bakışlarına aldırmadan kıyafetlerimi tekli koltuğa, çizmelerimi de yere koltuğun kenarına yasladım. Mavi gözlere bakmamak için beynimde ufak çaplı bir mücadele verdikten sonra yatağa dönmeye karar verdim. Siyah yorganın altına gömüldüm, bakışlarının etkisinden kurtulabilmeyi dileyerek gözlerimi kapattım.
Birkaç kalp atımlık zaman diliminden sonra yatağın sağ tarafına bir ağırlık çöktü. Kendime engel olamayarak ona döndüğümde yorganın üzerinde sol kolundan destek alarak bana dönük bir halde uzandığını gördüm.
Uzun bir süre konuşmadan bakışmayı sürdürdük. Gözlerinin etkisi ağır geldiğinde yatakta huzursuzca kıpırdandım.
“Benimle ne yapacaksın?”
Kaşları çatılmış halde fısıldarken yüzüme çarpan ılık nefesi ürpermeme sebep olmuştu.
“Bilmiyorum.”
“Beni geri mi götüreceksin?”
“Bilmiyorum.”
“Oraya geri dönmek istemiyorum.”
“Biliyorum.”
Gözlerimi kapattım.
“Böyle bir şeyi kaldıramam.”
Sessizlik.
Orada olmadığı izlenimine kapıldığım bir süre sonunda “Uyudun mu?” diye sordu.
Gözlerimi açtım. Birkaç santim ötemdeki güzel dudaklarını inceledim. O sarıya çalan sütlü kahve ama loş ışıkta siyah görünen sakallarına parmaklarımı geçirmek istedim. Ellerimi yumruk yaparak bu isteğimi bastırmaya çalıştım. Daha sonra aklıma gelen başka bir soruna odaklandım ve beni etkisi altına aldığı bu garip hissiyatı bozmak için hala cevabını alamadığım bir soru cümlesinin dudaklarımdan dökülerek tekrar hayat bulmasına izin verdim.
“Adın ne?”
“Ne önemi var ki? İsim sadece bizleri etiketlendirmek için ailemiz tarafından verilmiş bir şey. Neden ısrarla soruyorsun?”
“Merak ediyorum.” Adını, yaşını, nelerden hoşlandığını, en son hangi kitabı okuduğunu, en sevdiğin şarkıyı merak ediyorum. Böyle adamlara neden ve nasıl bulaştığını bilmek istiyorum. Senin tercihin değil miydi? Tıpkı benim gibi… Öyle olmalıydı... Konuş hadi. Güzel sesinle kendinden bahset. Ben kendisine ait hiçbir şeyi olmayan genç bir kızım. Sen bana sahip olduğun her şeyi, en ufak detayına kadar; hiç atlamadan anlat.
“Fazla merak iyi değildir.”
İtiraf etmeliydim ki zaten anlatmasını beklemiyordum fakat cevabı tenimi soğutmayı başardı.
Elini kaldırarak yüzüme düşen birkaç saç telini kulağımın arkasına itti. Daha sonra elmacık kemiklerimden yanaklarıma doğru parmaklarını gezdirdi. Elinin değdiği yerler benzin dökülerek ateşe verilmişti sanki. Nefesim hızlanmış, heyecanlanmıştım. Katil, şefkat mi gösteriyordu? Yoksa bu gece yarım kalan işi onunla mı tamamlamamı istiyordu? Bu acı düşüncenin gözlerimi yaktığı bakışlarımdan belli olmalıydı ki bana arkasını dönerek yatağın el verdiği ölçüde benden uzaklaştı. Ses tellerimi kaybetmiş gibiydim, sessizlik kulaklarımda uğulduyordu. Zaten ne diyebilirdim ki?Neden bu yabancıyı tanımaya bu kadar heves etmiştim bilmiyorum. Belki beni kurtardığı içindi. Belki de bir katilin iç dünyasını merak etmiştim. Bir insan durduk yere katil olmazdı değil mi? Yaşadıkları onu bu hale getirmişti. Gerçekten çok ama çok kötü durumdaydı ve yapmak zorunda kalmıştı.
İç sesim yaptıklarına kılıf uydurmaya çalışıyordu. Neden onun avukatı kesilmişti ki sanki? İnsan ne yaşarsa yaşasın, Azrail’in görevini çalmamalıydı.
İç sesime artık çenesini kapamasını tembihledim. Beni kurtarmış olması durumu değiştirmiyordu. O kötü biriydi. İç sesimin avukatçılık oynamaya hevesli olması da durumu iyileştirmiyordu. ‘Bu dakikadan itibaren onun hakkında bir şey düşünmemeye karar veriyorum.’ dedim içimden ve kaçan uykumun ardından odanın tavanını izlemeye başladım.
Nasıl kurtulacağımı düşünüyordum. Eve döndüğümde ailemin vereceği tepkiyi… Belki de bir anda ortadan kaybolmama gerçekten çok üzülmüşlerdir. Üzülmüşlerdir değil mi? Onlar benim ailemdi. Daha sonra hiç aile gibi hissetmediğim aklıma gelince somurttum. Annem benimle hiç ilgilenememiş, babam katı kurallarıyla hayatımı cehenneme çevirmişti. Hiç sevilmemiştim. Hep hatası bulunan, asla bir şeyleri doğru yapamayan bir hiçtim gözlerinde. ‘Belki de kurtuldukları için seviniyorlardır.’ diye fısıldadı iç sesim. Gözlerim doldu. ‘Belki de.’
Aradan o kadar zaman geçmişti ki artık uyuduğunu düşündüğüm, onun da benim uyuduğumu sandığı sessiz dakikalardan biriydi. Düşüncelerimin ağırlığı ve bedenimin yorgunluğu altında ezilmiş, uykuya teslim olmak üzereydi. Gecenin sessizliğini acı dolu sesiyle kesti.
“Kaya. Kaya Dinçer. Benim için hiçbir anlam taşımayan bir isimden ibaret. Sadece bir etiket. Ben kaybolmuş biriyim. Ben hiç kimseyim.”
Tam da onun hakkında hiçbir şey düşünmemeye karar vermişken, bana düşünecek yeni şeyler vererek uykuya dalmıştı. Başımı çevirip gözlerimi sırtına diktim. Onu anlayabilecek tek insan hemen yanındaydı ve o bunun farkında bile değildi.
‘Hiçler kulübüne hoşgeldin.’
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOREL
RomanceROMANTİZM'DE #20 Sevgi dolu bir insandım ben, birkaç kez ölmeden önce. Neşeli ve hatta renklere sahip... Şimdi ise beni avlamak isteyen, yatağımın altında gizlenen canavarlarla boğuşuyorum. Hayatta kalmak ve sınırlarımı korumak için her canavarın da...