BÖLÜM ON İKİ

57.9K 880 2
                                    

" Ne kadar çok dalıp gidiyorsun böyle. O kafanın içinde neler dönüyor merak etmeye başladım.”
Kırmızı şarabını yudumlayarak mavi gözlerine işlemiş merakla bana bakıyordu. Oysa ben merak edilebilecek son insan bile değildim.
“Hiçbir şey.”
Gözlerimi kaçırdım ve beni rahat bırakmasını ima ederek duvarı boydan boya kaplayan pencereden dışarıyı izlemeye başladım. Israrcı tavırları yer edinmişti sanırım diline.
“En sevdiğin şarkı ne?”
Başımı çevirdiğimde ayağa kalkmış olduğunu fark ettim. Ne yapmaya çalıştığını idrak edemesem de sorusunu cevaplayarak huzurlu sessizliğime geri dönebileceğimi umut ettim.
“Şu sıralar Three Grace Day - I Hate Everything About You.”
Gözlerini kıstı ve imalı birkaç bakış attı.
“Teşekkürler, ben de senden nefret ediyorum. Burada headbang yapmak biraz tuhaf kaçabilir bu arada.”
Zihninde bu lüks otelin restoranında, zengin şımarık insanların arasında; şık bir elbiseyle headbang yapan Katherine canlanmış olacak ki kısa bir gülme sesi doldu kulaklarıma. Öyle içten ve canlıydı ki... Mesafeden, duvarlarından, soğukluktan ve ukalalıktan uzak. Bir daha duymak istediğimi iliklerime kadar hissettim ve bu histen ölesiye nefret ettim.
“Burada bekle, kıpırdama.”
Hiç kıpırdamadan onun gidişini izledim. Geniş omuzlarını, sırtını saran pahalı ceketini...
Bacaklarının arasına aldığı çellodan ortama sakin ve huzurlu bir hava yayılmasını sağlayan sarışın genç kıza yanaştı. Yirmilerinin başındaki toy kıza işveli işveli gülümsediğini gördüğümde kızla beraber benim de içim eridi. Benim boşta kalan ellerimi yumruk yapmamın aksine kız çello çalıyordu ve birkaç notaya yanlış bastıktan sonra utanarak çalmayı bıraktı. Yanındaki keman çalan yaşlı adam, genç kıza kızgın bakışlar fırlatarak çalmaya devam etse de kız Kaya Dinçer’i açık ağzıyla dinlemekle o kadar meşguldü ki fark etmedi bile.
Kız, Kaya’nın konuşması bitince gülümseyerek başını salladı ve Kaya yanıma dönerken o da arkadaşlarına dönmüş hevesle bir şeyler anlatıyordu. Herkesin eli müzik aletlerine yeniden yerleşti ve birden odaya dolan canlı müzikle kalbim kulaklarımda atmaya başladı. Piyanonun tuşlarında gezinen notalar çello ve kemanla birleşerek tenime yayılıyor, derimin içine işliyordu. Tüm anılarımı, bastırdığım - bastırmaya çalıştığım - duygularımı su yüzüne çıkarmış, keder ve özlemin renginde etrafımı sarmıştı.
“En sevdiğim şarkı ile tanış.”
Beni dansa kaldırmak için uzattığı eline dolmuş gözlerimle baktım. Yüzümü eğip bükerek gözyaşlarımı geri itmeye çalıştım. Kendimle verdiğim sıkı mücadeleye rağmen gözyaşlarımdan biri sıcaklık yayarak sağ yanağımdan aşağı doğru süzüldü. Kaya uzattığı eli geri çekmek yerine gözyaşımı sildi ve elini tekrar uzattı. İstemeyerek de olsa elini sıkıca kavradım, beni mıhlandığım sandalyeden kurtarmasına izin verdim.
“Şimdi söyle bakalım birden ne oldu?”
Elini ince belimi sararak kendine yakınlaştırdı ve gözlerini çok yakından inceleyebileceğim bir mesafeye getirdi. Ama bu sefer o güzel, derin, beni içine çeken mavi gözleri bile düşüncelerimi bulanıklaştırmaya ve acımı unutabilmeme engel olamıyordu.
“Ben... Eski anılar...” diye mırıldandım gözyaşlarımın arasından kesik kesik. Ne denebilirdi ki? Sevdiğim adamın kollarında dans ettiğim şarkıda şimdi bir yabancıylaydım. Sevdiğim adamın en sevdiği şarkının, şimdi beni kaçıran adamın da en sevdiği şarkı olduğunu duyuyordum. Daha doğrusu beni kaçıran örgütten kaçırarak kurtaran yabancı adamın en sevdiği şarkı demeliydim. Pardon.
“Bütün bunlardan bir gün paçanı kurtarabilirsen, sevgiline dönebilirsin. Hala seni bekleyen bir sevgilin kalmışsa tabii… O başka bir konu.”
Sesi nasıl hem sert, hem anlayışlı olabiliyordu anlamıyordum ama bunu başarabilmesi her seferinde bir şok dalgası olarak zihnime çarpıyordu. Kırbaçlarken bir yandan okşayabilmek mümkün müydü? Kaya Dinçer bunu başarabiliyordu.
“Bir sevgilim yok benim.” dedim gözlerimi mavi gözlerden orkestrada çello çalan kıza çevirerek. Yüz hatları oldukça sertleşmiş, koyu makyaj ve gür kirpiklerle çevrelenmiş kısılan yeşil gözleriyle; saçlarıyla aynı renkte olan sarı kaşları çatılmış vaziyette bizi izliyordu. Bakışmamız birkaç saniye sürünce rahatsız olarak başka yöne doğrulttum.
“Anlat hadi.”
“Neyi?”
“Nasıl ayrıldığınızı mesela?”
Tehlikeli sularda yüzmeye başlamıştık ve bütün vücudumun kaskatı kesilmesine sebep oluyordu. Neyse ki gerçek bir dans değildi ve ben etrafa, o mavi ısrarcı gözleriyle bana bakarken öylece ağırlığımızı bir ayağımızdan ötekine vererek kendi etrafımızda dönüyorduk.
“Anlatmak istemiyorum.”
Sesimden yayılıp Kaya’ya çapan somut acı dalgası ikimizi de sarsmıştı. Bunu atlatmıştık, öyle değil mi? Ufak bir sohbette bile bahsedilince kendimden geçemezdim. Onu unutmuştuk, bunu hatırla. O sadece hatırlamak bile istemeyeceğin anılardan ibaretti. Kaya’nın elini tutmaya devam et ve kıyıya yaklaşırken bununla yüzleş.
“Tanımadığın insanlara anlatmak rahatlatırmış.” Buruk bir gülümsemeyle gözlerime baktı ve konuşmam için kışkırtırcasına kısa bir aralıktan sonra devam etti. “Onu özlüyorsun.”
“Hayır, özlemiyorum. O özlenecek biri değil.” Özlenecek biri olmasını istiyorum, çünkü özlenmeyecek kadar kötü biri olması özlediğimde canımı çok yakıyor. Gururumu kırıyor.
“Öyleyse niye üzülüyorsun?”
Anlayışla kıstığı gözleri ruhumda açılan kara deliği kapatmak istercesine yüzüme dokunuyordu. Zihnimin içine sızarak düşüncelerimi keşfetme çabasındaydı.
“Hem aptal, hem basit biri. Aynı zamanda mükemmel olmayı da başarıyor. Hem sevgi ve şefkat doluyken, hem de boğazına kadar umursamazlığa boyanmış biri olabiliyor. Beni kırıp parçalara ayırmaktan zevk alıyor, üstelik bana asla kıyamayacağını söyleyerek. Vaktimi beni böylesine yıkan birine değer vererek harcadığıma üzülüyorum. Ve en sevdiği şarkıyı duyduğumda...”
Yutkundum ve gözlerimi kapattım.
“İşte bu hale geldiğim için üzülüyorum. Tüm yaptıklarına rağmen bir şarkıyla tekrar ve tekrar parçalara ayrılabilecek kadar güçsüz olduğum için.”
“Ondan nefret ediyor musun peki?”
Gözlerimi araladım ve alay edercesine yorgun bir gülümseme için dudaklarımı büktüm.
“Nefret etmiyorum ondan. Hayatım şu anda ondan nefret edemeyeceğim kadar karışık durumda. Anlarsın ya, ölüm kalım mücadelesi gibi karışıklıklar.”
“Belki de ölmezsin. Seni kendine saklamayı karar verir.” Diye mırıldandı Kayla.
Hafifçe irkilerek ona baktım. Gri bir sis bulutuyla yanımızda belirmiş, uzun zarif parmaklarını Kaya’nın pürüzsüz boynunda gezdiriyordu.
Yapmacık bir gülümsemeyle şehvet bürüyen gözlerini benden Kaya’ya çevirdi ve ellerini Kaya’nın gür saçlarında dolaştırmaya başladı. Elinden tutarak parmaklarını sertçe geriye bükmek ve o parmakları kırmak istedim. Elimi kaldırdığım anda Kaya’nın sorusuyla kendime geldim.
“Sahilde devam edelim mi?”
Konuşmak istemediğim için başımla onayladım. Elini elimden çekerek belime yerleştirdi ve beni sakin adımlarla otelin üç metrelik devasa dönen kapılarına doğru yönlendirdi. Oldum olası bu kapılardan korkmama rağmen sesimi çıkarmadan Kaya’yla aynı bölmeye girdim. Belimi saran elinden güç alıyordum sanki.
Kapılardan kurtulup dışarı çıktığımızda yüzümü kamçılayan saçlarımı toparladım ve rüzgarı selamladım. Böyle estiğinde zihnimdeki düşünceleri uzaklara savurduğunu hissediyordum. Soğuk rüzgar vücudumu sarmalarken titremeye başladım. Kaya kollarıyla beraber ceketini de omuzlarıma dolarken “Biraz dayan.” dedi ve cümlesi bittiği an vale arabayı önümüzde durdurdu. Arabayı çalışır vaziyette bırakarak dışarı çıktı, koşarak yanımıza geldi ve arabanın anahtarlarını Kaya’nın avucuna bıraktı. Vale uzanarak kapımı açınca Kaya’nın sıcak kollarından sıyrıldım ve arabaya bindim. Kaya da valeye yüklü bir bahşiş bırakarak sürücü koltuğundaki yerini aldı. Isıtıcıyı açtı ve ilerlemeden önce arka koltuktaki bir şeye uzandı. Yerine yaslandığında elinde uzun, siyah bir palto vardı.
Kucağıma paltoyu nazikçe beni tuzla buz edecekmiş gibi korkarak yerleştirdi.
“İhtiyacın olur diye düşündüm.”
Cevap vermedim ve başımı sallayarak paltoyu giyindim. Sonunda siyah bir şeyler giyinebilmek beni rahatlatmıştı. Artık karanlığın rengine bürünmüştüm. Keşke bu her şeyden saklanabilmeme yetseydi.
Kaya arabayı sahil boyunca sürdü. Onun da benim gibi bu otelden biraz uzaklaşmak istediğini hissediyordum nedense. Benim için en iyisi dışarısıydı. Otel odasında klostrofobim hortlamıştı ve bu sorun çok sık patlak vermeye başlamıştı.
“Burası iyi sanırım.” dedi ve arabayı park etti. Yüzüme bile bakmadan anahtarı kontaktan ayırdı, arabadan indi ve ön taraftan dolanarak kapımı açtı.
“Biraz hava alsan iyi olur.”
Aynı yere gelmemiz, Kaya’nın davranışları ve konuşması dejavu etkisi yaratsa da düşünmem gereken son şeyin bu bile olmadığına karar vererek sessizce arabadan indim.
Sessizce dün gece beraber oturduğumuz banka doğru yürüdük. Sesi boş sahilde kulağıma çarptığında, söylediklerinin havadan daha soğuk olduğunu ve beni zatürre edecek şekilde içime işlediğini hissettim.
“Hayatının artık eskisi gibi olmayacağını anlaman gerekiyor.”
Alaycı bir gülüşle banka oturdum ve denizi izlemeye başladım. Bunun farkında olmadığımı mı sanıyordu? Bir süre sonra alaycılığım tükenerek yerini tekrar hüznün doldurmasına izin verdiğinde paltomun önünü birleştirdim ve kollarımı vücuduma doladım. O kadar kısık ve cılız bir sesle mırıldandım ki kendi kendime konuşuyor gibi bir halim vardı.
“Beni öldürün de kurtulayım artık.”
Eliyle çenemi tutarak gözlerine bakmam için zorladı. Mavi gözlerindeki şaşkınlık ve merak, anlayış ve merhamet duygusuyla harmanlanarak artmaya devam ediyordu. Sanki beni daha fazla şaşırtamaz dediği her an şaşırtacak yeni kelimeler soluyordum havaya. Çatılmış kaşlarını parmaklarımla düzelmek istesem de ona dokunmadım.
“Geçmişin mi kötü, gelecek mi korkutuyor?”
“Her ikisi de. Yoruldum sanırım. Ve gerçekten bu mesleğin kadını değilim.”
“Hiç kimsenin gerçek anlamda bu mesleğin kadını olduğunu düşünmüyorum. Hiç kimse bunu hak etmez.”
Gözlerindeki dürüstlük canımı yakıyor aklımı karıştırıyordu. Öyleyse tüm bunlara neden göz yumuyordu?
“Beni gerçekten bırakman gerek.” Diye mırıldandım.
“Bunu yapabileceğimi sanmıyorum.”
“Beni ele geçirmelerine izin verme.”
Bakışları şimdi kararsızdı. İçini kemiren şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Derinlerdeki karanlık bir kıpırtı gözlerinin mavisi doldurdu.
“Seni aramaktan vazgeçmeyecekler.”
“Öyleyse beni öldüren kişinin sen olmasını istiyorum. Beni bulacak olurlarsa eğer bunu yapacaksın.”
Çaresiz bir gülümseme için dudakları gerildi.
“Bunu yapacağımı da nereden çıkardın?”
İçimde saklamaktan sıkıldığım, yüzüne haykırmak istediğim gerçeği usulca suyun üzerine çıkardım.
“Çünkü daha önce de yaptın.”
Gözlerimden birkaç damla yaş daha dökülüp yüzümü ıslattığında karanlıkta fark edilmemesini umdum. Gözlerimdeki acı dolu ifadeyi saymıyordum bile.
“Burnuma kadar boka batmış hissediyorum.”
Hıçkırmama mani olamadım. Gözlerimden akan yaşlara da. Belki bugün banyoda ağlamam için kendime izin verseydim, gözyaşlarımı kökü kuruyana kadar akıtmış olacağımdan hiç tanımadığım birinin yanında krize girmeyecektim. Belki de güçlü kalacaktım. Ellerimle yüzümü kapatarak ağlamaya ve gözyaşlarımı avuçlarımda biriktirmeye başladım. Tüm bu olanları kaldıramıyordum. Daha on sekiz yaşındaydım ve trigonometri sorusu bile çözmeyi beceremezken tüm bunlarla nasıl baş edecektim bilmiyordum.
Hiçbir zaman kendimi yaşlanmış hayal etmemiştim. Edememiştim. Tenimin kırıştığını, saçlarımın beyazladığını ya da büyükannemin bizlere yaptığı gibi torunlarıma turta yaptığımı… Edememiştim işte. Benim kaderime yazılmamış bir gelecek gibiydi her zaman ve şimdi bunu daha iyi anlayabiliyordum. Gerçekten de bir geleceğimin olmadığını görmek beni korkutuyordu. Ölüm düşüncesi yorgunluğumdan, boktan geçmişimden ve geçmişim kadar boktan olan geleceğimden kurtulmaktan ibaret gelse de tamamen yok olma fikri tenimi karıncalandırıyordu. Kalbimin ağırlaştığını hissettim. Kendimi bu seçeneğe alıştırmam gerekiyordu.
Kaya beni kollarının arasına alarak sarıldı, gözyaşlarımın ceketini ve gömleğini ıslatmasına izin verdi. Ara sıra beni yatıştıracak şeyler mırıldanıp sırtımı sıvazlasa da ona inanmıyordum. Bir kere iyi şansımın bacağı kırılmıştı. Belki de kökünden kopmuştu kim bilir? İyi şansımın bacağı kertenkele kuyruğu gibi yeniden oluşum aşamasına giren bir bacak değilse, bir daha düzeleceğini sanmıyordum. Her şey sarpa saracak ve bitmek bilmeyen kötü şansım, iyi şansımı sakatlamaya devam edecekti.
Ay ışığının aydınlattığı karanlık gecede içime işleyen soğuğa rağmen Kaya’ya sanki beni her şeyden koruyacakmışçasına sarılıp, teselli etmesine izin verdim.

Strese ve üzüntüye dayanamayan kalbim, gecenin sonunda Kaya’nın kollarında uyumamın en iyi çözüm olduğuna karar vererek düşüncelerle boğuşmaktan yorulan beynime iletti. Beynim bu isteği onaylamadan önce kulağıma fısıldanan sözleri ve sesi, zihnimin önemli anılar köşesine kaydetti.
“Eski kötü anılarını su yüzüne çıkaran şarkıları, yeni insanların; yeni ve iyi anılarla şekillendirebilmesine izin ver. Kendinden ve geleceğinden vazgeçme. Bu geceki dansımızı da unutma. Ben unutmayacağım.”
Ve o anda içinde bulunduğum karanlığın, göründüğü kadar karanlık olmadığına karar verdim. Ay ışığı ruhumu aydınlatırken zihnim oturumu kapattı ve uykuya geçiş yaptı.

KORELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin