Gözlerimi kırpıştırdım. Bir yanlışlık olmalıydı. Hayatımı hüzne boğan eski sevgilimle uyuşturucu satmak için getirildiğim barda karşılaşma oranım yüzde kaçtı? Bilemiyorum. Oldukça azdı ve ben saçma olan o yüzde 1'lik kısmı yaşıyordum.
"Senin burada ne işin var?"
Sesimdeki şaşkınlık o kadar netti ki birkaç kişi dönüp bize baktı.
"Asıl senin ne işin var ve Erdinç kim?"
Kolumu çekerek Savaş'tan geri almaya çalıştım.
"Bak o yeni korumam ama senin buradan gitmen gerekiyor."
Kaşlarını çattı.
"O nedenmiş?"
"Çünkü seni yakınlarımda istemiyorum."
Erdinç buralarda bir yerlerdeydi ve şu an içkisini yudumlasa da o yeşil gözleri etrafta dolanacak, beni arayacaktı. Yanımda geçmişten birini gördükleri takdirde ona ne yaparlardı bilemiyorum. Ama yakınlarımda olmamasını isterken aklımdan geçen tek şey onu korumak değildi. Çünkü o beni korumamıştı. Ve içimde bir yerlerde kırılan bir şeyin sesi hala kulaklarımda yankılanıyordu. Kırık gururumun parçalarından biriydi ve o Savaş'ı gerçekten uzun bir süre görmek istemiyordu. İçimde uzun zaman önce ona karşı beslediğim silinmeye başlamış sevgi kırıntılarını sahiplenen başka bir parça ise onu çok özlemişti ve daha fazla kalabilmesini umuyordu. Bu derin çelişki beni yorunca nefesimi gürültüyle dışarı verdim.
"Neyi bekliyorsun, Savaş?"
"Seni çok özledim, Kath."
Mavi gözlerindeki sıcaklık ruhuma işleniyordu. Elleri belimi sardı. Güven dolu kollarının arasındayken burnuma çektiğim kokusuyla ağlama isteğiyle doldum.
"Bunu bana yapma, Savaş. Bana yalan söyleme. Beni böyle kandırmaya çalışma."
"İnan kandırmıyorum. Sensiz her şey boş ve ben seni özledim. Yalnızca seni."
Sanki geçmişteki güzel bir anımızı yeniden yaşıyorduk. Kollarının arasındaydım ve kulaklarım onun sesi haricindeki her şeye kapalıydı. Ve bu huzur dolu sarılmanın etkisiyle bir yanım tüm geçmişi unutmaya hazır olduğunu fısıldadı. Tüm o kötü anılarımızı ve kavgalarımızı... En başa sarmaya hazırdım sanki. Gururumu yaralayan, beni kanatan parçaları çıkartmasına izin vermek istiyordum. Yeniden gülebilmeyi istiyordum. Yeniden onu sevebilmeyi istiyordum.
"Yeraltı sığınağında kös kös otururken umarım o da seni buralarda bir yerlerde bekleyecektir." dedi Kayla alaycı sesiyle.
Ona baktım. Gerçek tüm çıplaklığıyla karşımda duruyorken hayal kurmanın alemi yoktu. Kayla yine haklıydı. Tüm yaşadıklarıma rağmen Savaş seçeneklerim arasında en rahatlatıcısı gelmiş olabilirdi. Tanıdık bir hisle sarmalanmış olabilirdim. Eski mutlu günlerime dönmeyi arzulayabilirdim. Ama çok şey değişmişti. Büyük bir tartışmayla ayrılmıştık, bir örgüt tarafından kaçırılmıştım ve bir takım hayatımı mahveden olayların arasında sıkışıp kalmıştım. Savaş'ın kollarından tenimi saran gerçekçilikle birlikte istemeyerek de olsa ayrıldım.
"Savaş gerçekten gitmen gerek."
"Böyle yapma, lütfen. Senin de beni özlediğini biliyorum. Onca yaşadığımız şeyden sonra başkası olmaz. Ne senin için ne benim için. Sen söylemiştin hatırlasana."
Yaşlarımı içime akıtarak Kaya'nın maskelerinden birini yüzüme yerleştirdim. Ya şimdi ya hiç diyerek kaşlarımı çattım ve benim bile sinirli olduğuma inanacağım bir sesle kolumu ondan çekerek bağırdım.
"Bırak beni!"
"Ama Katherine..-"
Erdinç, Savaş ile benim aramda belirdi ve beni arkasına sakladı. Sert ama sakin bir sesle konuşmaya başladı.
"Bir sorun mu var?"
"Hayır, şimdi çekil aramızdan onunla konuşmam gerek."
"Üzgünüm, ziyaret saati geçti. Şimdi def ol."
Savaş, Erdinç'ten on santim kadar daha uzundu ve bu boy avantajını kullanarak sertleştirdiği yüz ifadesiyle korkutucu bir hal aldı.
"Sana aramızdan çekil dedim."
"Ben de def ol dedim."
Savaş iyice sinirlenerek Erdinç'i takım elbisesinin yakasından kavradı ve ona çığlık atmama sebep olacak şekilde kafa attı. Erdinç geriye doğru yalpalayınca kollarından tutarak kendime çevirip yüzünü ellerimin arasına aldım. Kısa bir inceleme sonrasında yediği kafa darbesine rağmen iyi göründüğüne karar verdim. Yüzünü ellerimin arasından kurtardığında o da sinirlenmiş görünüyordu. Savaş'ın yüzünün sağ tarafına bir yumruk geçirince ikinci çığlığıma engel olamadım. Bardaki müzik kesilmiş, etrafımıza insan topluluğu toplanmış ve Game of Thrones'un altıncı sezonunu izler gibi merakla izliyorlardı. Bu beni sinirlendirse de etrafımdaki insan topluluğuna tek kelime etmeden Erdinç ve Savaş'ın arasına girdim. Ellerimi ikisinin göğsüne koyarak aralarında bir köprü oluşturdum. Ancak görünmez bir köprü olmuş olmalıyım ki, bana bakmak yerine birbirlerinin gözlerinin içine bakmaya devam ediyorlardı. Şu an hırlayarak iki aslan gibi atağa geçseler şaşırmazdım.
"Gidelim." dedim solumdaki Erdinç'e dönerek. Erdinç'in gözleri Savaş'tan bana kaydı ve tekrar Savaş'a odaklanmadan önce başıyla onayladı.
Savaş sağ kolumu kavrayarak beni kendine çekti. Kolumu okşayarak yumuşak bir sesle konuştu.
"Henüz konuşmamızı bitirmedik."
"Konuşulacak bir şey yok. Yeterince rezillik çıkardın." dedim etrafıma bakarak. Birkaç tanesi çekinerek gözlerini kaçırdı.
"Çekinmenize gerek yok. İzleyeceğiniz kadarını izlediniz zaten durdurmak yerine."
Gözlerini kaçıranların sayısı arttı ve kalabalık yavaş yavaş kendi haline döndü. İnsanlığın geldiği son nokta midemi bulandırsa da, insanlığı kurtarmaktan başka yapmamı gerektiren işler vardı şu an.
"En azından telefonlarımı aç. Ya da mesaj at."
"Telefon kullanmıyorum, Savaş. Rahat bırak."
Erdinç'in koluna girdim ve ilerlemeye başladım. Bu kadar olaydan sonra sadece kendimi dışarı atmak istiyordum. Kaçma planlarım da göremeyeceğim kadar derinlere batmıştı. Derin bir nefes aldım ve dişlerimi kenetleyerek arabaya varana kadar Erdinç'in kolundan çıkmadım. Yolcu kapısına vardığımda tutkallanmış ağzımı zar zor açabildim.
"Arabayı benim kullanmamı ister misin?"
Gözlerini devirdi.
"Elbette, hayır. Bin hadi."
Tabii ki de benim kullanmama izin vermeyecekti ve yolun yarısında kucağıma bir göz bandı fırlatacaktı. Yolcu koltuğuna Erdinç'in yanına yerleştim. Kemerimi bağlarken düşüncelerimi tek sıraya dizerek ne söyleyeceğime karar vermeye çalıştım. Bir süre sonra kararsızlıktan sıkılarak aklıma gelen ilk şeyin dudaklarımın arasından sıyrılmasına izin verdim.
"Erdinç?"
"Evet?"
"Özür dilerim."
Tek kaşı havaya kalktı.
"Tam olarak... Ne için?"
"Savaş'la kavga etmenizi istemezdim. Olanlar tam bir fiyaskoydu, gerçekten üzgünüm."
Evet, üzgündüm. Benim için kavga etmişlerdi, ikisinin de canı yanmıştı ve bir de ben onlar yüzünden kaçamamıştım. Ne harika bir geceydi böyle, değil mi?
"Sorun değil. Ama... Kim bu Savaş?"
Yeşil gözlerini kısmış, yola odaklanmıştı.
"Eski sevgilim."
"Yakışıklıymış."
"Öyledir."
Midemin düğümlendiğini hissediyordum.
"Çok da güçlüymüş."
Keyifsiz bir gülümseme yayıldı ikimizden arabanın içine.
"Şey, evet. Eskiden çok sık kavga ederdi, inanamayacağın kadar çok hem de."
"Hala ediyor gibi."
Yüzümü buruşturdum ve elimi Erdinç'in alnında gezdirerek herhangi bir belirti aradım. Belki ufak bir şişlik? Başını çevirince alnında gezinen meraklı parmaklarımı geri çektim ve ellerimin kucağıma düşmesine izin verdim. Dokunuşlarımdan rahatsız olduğunu sessiz bir şekilde iletmişti, ben de böylece kendi işime bakarak kucağıma fırlatılan göz bandı ile dikkatim dağıtılana kadar asfalttaki beyaz şeritleri izlemeye kararı almıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOREL
Storie d'amoreROMANTİZM'DE #20 Sevgi dolu bir insandım ben, birkaç kez ölmeden önce. Neşeli ve hatta renklere sahip... Şimdi ise beni avlamak isteyen, yatağımın altında gizlenen canavarlarla boğuşuyorum. Hayatta kalmak ve sınırlarımı korumak için her canavarın da...