Uyandığımda uyuduğum zamankinin aksine oldukça sıcaktım. Birisi kollarını bana dolamıştı ve burnu boynumun girintisine saklanmıştı. Birden telaşa kapılarak kalkmaya çalışsam da güçlü kolları beni yatağa mıhladı.
“Şşş... Burada uyumaya çalışıyoruz.”
Kaya’nın sesi olduğunu fark ettiğimde önce rahatlasam da kıyafetlerime bakınca ikinci bir şok dalgası bedenimi sardı.
Gitmişti.
Üzerimde askılı bir gecelik, altımda karanlıkta rengini tam seçemesem de kareli bir pijama vardı. İdare eder bir seçim olduğuna karar verdim. Belki de kısa bir kazak vermek yerine bana hangi ara alışveriş yaptığını çözemesem de, bunları aldığı için yarın teşekkür ederdim. Bir de pahalı takım elbisesinde salya sümük ağlamama rağmen beni itiştirip tiksintiyle bakmadığı için.
Daha sonra teşekkürlerimi zihnimde sıralamaya devam ederken beynimdeki köşeli jetonlardan biri yine geç düştü ve beynim çalışmaya başladı. Kaya’nın kollarından kurtularak onu yatağın öteki tarafına ittim - daha çok itmeye çalıştım - ve onu uyandırıncaya kadar sabırla dürttüm.
“Ne var?” dedi sonunda tek gözünü açıp zaten dağınık olan saçlarını iyice dağıtıp karıştırarak.
Çok yakışıklı görünüyorsun. Karanlıkta bile gideri olabilir mi bir insanın?
İç sesimin alnının çatına bir dart oku fırlatarak tam on ikiden vurdum. Gece vakti bile susmamasına iç geçirsem de Kaya’ya odaklandım.
“Beni sen mi giydirdin?”
Başını yastığa beni bunun için mi çağırdın dercesine geri attı ve kapattığı gözlerinin ardından mırıldandı.
“Evet.”
Omzuna vurdum.
“Seni pis sapık.”
Sağ omzunun üzerinde yatarak bana sırtını döndü ve uykuyla çatallanmış bir sesle mırıldandı.
“Daha önce de söyledim, tekrar söylüyorum. Görmediğim şeyler değil ve merak etme, tipim değilsin. Artık uyu.”
Söylene söylene ondan yatağın izin verdiği ölçüde uzaklaşarak sol omzumun üzerine döndüm. Bir yandan sinirli olsam da, bir yandan da Kaya Dinçer’in tipinin nasıl olduğunu merak ettim. Son düşüncem ‘Sarışın mı acaba?’ olurken derin uyku beni kendine hapsetti.× × ×
Uyandığımda ne ukala, ne dün gece beni yatıştırıp teselli eden anlayışlı, ne de keyifle ıslık çalıp belindeki havluyla gezinen bir Kaya Dinçer vardı karşımda. Gözlerinin mavisi kararmış, her zamankinden sert görünüyordu. Yüzüme bir şeyler fırlattı. Yüzümü yalayıp kucağıma düşen kıyafetlere baktım gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırırken.
“Giyin.”
Dün akşamki iyilik meleği Kaya Dinçer’den, bu sabahki şeytani Kaya Dinçer’e nasıl geçiş yapmıştık çözemedim. Mutlaka arada bir şeyler kaçırmış olmalıydım. Gece mi bir şey olmuştu? Hatırladığım kadarıyla kayda değer bir şey olmamıştı, hayır. Bir ipucu umuduyla ona baksam da gözlerine oturttuğu her zamankinden sert ifade gözlerimi kaçırmama sebep olunca düşüncelerimle baş başa kalarak kıyafetlerle banyonun yolunu tuttum.
Siyah bir pantolon ve kazaktan ibaretti. Dünden kalan akmış makyajımı olabildiğince temizleyerek içeriye döndüm. Olayların gidişatı iyi görünmüyordu ama Kaya Dinçer’in sık değişen ruh haline bağlamaya karar verdim. Bu düşünce az da olsa rahatlamama sebep oluyordu.
Aynı zamanda dün gece uyuyakalarak kaçma fırsatımı yok ettiğimi hüzünle fark ettim. Vücudum son zamanlarda çok halsizdi ve bu beni iyi yönde etkilemiyordu. Kaçmam için bir fırsatın daha olabilmesi için dua ettim.
İçeri döndüğümde Kaya yatağın kendi tarafına oturmuş sakallarını kaşıyordu ve gözleri duvara sabitlenmişti. Bu halinin ne kadar korkunç olduğunu düşündüm ve asıl onun ne planladığını merak ettim. Kafasında gezinen tilkilerin ayak seslerini duyabiliyordum. Birinin kuyruğundan yakalayarak orada ne olup bittiğini sormak istiyordum.
“Ayakkabıların.” diyerek gözlerini duvardan ayırmadan koltuğun yanındaki deri botları gösterdi.
Sesimi çıkartmadan önce botun içindeki çorabı, sonra da botları giydim ve Kaya’nın konuşmasını bekledim. Yine düzelirdi, öyle değil mi?
Odanın kapısı çalana dek ben Kaya’ya, Kaya duvara bakmaya devam etti. Kapı ikinci kez tıklanırken ayağa kalktı. Kulpunu tuttuğu sırada açmadan önce bana döndü. Sert gözlerini arka plana saklamış, yerine ifadesizliği maske edinmişti.
“Başını belaya sokma, olur mu?”
Sorusuna anlam veremedim. Cevap da veremedim zaten. İkisine de fırsat bırakmadan kapıyı açtı ve içeriye Erdinç ile birlikte iki adam daha girdi. Kaya arkalarından kapıyı örttü ve kanımı donduran kelimeleri mırıldandı.
“İşte ufak kaçağınız burada.”
Kanımla beraber zihnim de donmuştu. Başımdan aşağıya dökülen kaynar sular yüzümü ve tenimi yalayarak yakıp geçse de zihnimdeki buzları çözmeye yetmiyordu.
Bir gürültü koptu. Ürkerek olduğum yerde sıçradım. Erdinç ve Erdinç’e eşlik eden iki arkadaşı bana çıldırmışım gibi bakarken kopan gürültünün zihnimde yankılanan bir sesten ibaret olduğunu fark ettim. Kaya’nın her iyi ve güven aşılayan davranışının ardından birer birer sıraladığım tuğlalar, büyük bir gürültü eşliğinde zihnime dağılmıştı. Toz toprak, duman ve acı zihnimin her yerindeydi. Ağır yaralıydım. Ben hariç herkes iyi ve güvendeydi. Zihnim darbenin etkisiyle komaya girerek sessizleşti.
Zihnimin dağılmış, birbirine katılmış topraklarından çıkarak Erdinç’e doğru bir adım attım. Erdinç’i yatağa atabilmek için yeterli gücü vücudumda bulsam ve kaçabilmek adına biraz vakit yaratabilsem de, bu iki iri yarı adamı aşıp kapıya kadar bile varamazdım. Hele ki güçlü ve kaslı kollarını göğsünde birleştirmiş, yüzündeki o ifadesiz maskeyi koruyan ama gözlerindeki vahşi avcı bakışlarını esirgemeden beni inceleyen Kaya Dinçer’i hiç geçemezdim.
“Yeniden merhaba, Katherine.”
Gözlerim Kaya’nın mavi gözlerinden Erdinç’in yeşil gözlerine kaydı. Cevap verebilmem için bana tanıdığı zaman sürecinde yüzüne boş boş baktım. Sıkıntıyla iç çektikten sonra konuşmaya devam etti.
“Daha önce kaçmaya yeltenenler olmuştu fakat ilk resmi kaçağımız sensin. Bir açıklama yapmak ister misin?”
Nazik tavırları ve konuşması midemin bulanmasına sebep oluyordu. Yüzüne bir yumruk çakma dürtümü zorlukla bastırdım ve gözlerimi devirerek dudaklarımı araladım.
“Basın açıklamasını sonraya saklıyorum. O zamana kadar git kendini becer.”
Erdinç’in çenesi kasıldı ve sağ elini yumruk haline getirerek bana doğru birkaç adım attı. Sükunetimi korumayı başararak geri adım atmadan kalabildim. Kaya, Erdinç’in kolundan tutup geriye çekince Erdinç yalpalasa da toparlandı.
“Ağır ol bakalım.”
Kaya’nın sert sesi üçünün de olduğu yere sinmesine sebep olunca şaşırdım. Koskoca silahlı adamlar Kaya Dinçer’den mi korkmuştu? Tamam, Kaya hafife alınacak türden biri değildi. Uzun boylu, güçlü, kaslı olmasının yanı sıra tehlike kokuyordu. Ama yine de mafya mafyadır. Korkusuz olmaları gerekmez miydi?
“Onu nasıl bulduğunu bize anlatmadın.”
“Anlatmama gerek olduğunu sanmıyorum. Beni mi sorguluyorsun sen?”
Kaya’nın sert sesi birkaç oktav yükselince ensemdeki tüyler diken diken oldu. Erdinç’in gözleri parkede dolaşıyor, bir cevap arıyordu.
“Üstlerim beni tam iki kez sorguya çekti. Onunla geri döndüğümde üçüncüsü olacak.” Sıkıntıyla bakışlarını yerdeki parkelerden Kaya’ya çevirerek devam etti. Sesi çaresizliği yansıtıyordu. “Bu işe ihtiyacım var. Kovulmak ve vurulmak arasında kalmak istemiyorum. Ölmeden önce hayatlarını sağlama almak istediğim insanlar var.”
Kaya’nın gözlerinden düşünceli bir bakış süzüldü birkaç saniyeliğine Erdinç’e bakarken. Gözlerini kırpıştırdı ve bana odaklandığında gözleri yeniden ifadesiz donuk mavilerdi.
“Herkes kendi payına düşen kısmı anlatsın yeter. Senin bir suçun yok Erdinç, kaçan belli zaten.”
Kaya’nın tüm suçu üzerime yüklemesini şaşkınlıkla izledim. Fuhuş için kaçırılmak suç değildi zaten. Suç benim kaçmam olmuştu. Kaçmış da sayılmazdım ya zaten. İkinci kez alıkonulmuştum. Eğer oraya geri dönmek zorunda kalırsam tüm bunları anlatacak ve Kaya’nın ölüm fermanına imzayı bizzat kendim atacaktım.
“Peki ya geri dönmek istemiyorsak?”
Bir anda sağ tarafımda beliren Kayla’ya kaydı bakışlarım. Ne demek geri dönmek istemiyorsak?
Başımı Kaya’nın da içinde bulunduğu dört kişilik gruba çevirdim. Bu tabloyu gören yalnız benim sanırım.
“Elbette hayır, aptal. Kör değilim.”
Omuzlarımdan tutarak beni arkamda bulunan balkona doğru çevirdi.
“Yeni bir seçeneğe ne dersin, Kathe?”
Başta Kayla’nın ne demek istediğini idrak edemedim. Daha sonra bana sunduğu seçenek beynimi dürtükleyince gözlerim irileşti, ağzım şaşkınlıkla aralandı. Kendi sonuma doğru baktım. Bu devasa binanın balkonuna çıktığımı ve bedenimi aşağıya doğru bıraktığımı hayal ettim. Yerçekimine karşı koyamayan vücudumun aşağıya doğru süzülürken beni sarmalayan hava dalgasını zihnimde hissettim. Ürperdim.
Bunu yapabilir miydim? Kendi sonumu kimsenin eline bırakmadan kendim yazabilir miydim? Bu cesarete sahip miydim?
Kararsız kalsam da balkonun kapısını açarak içeriye temiz havanın girmesine izin verdim. Soğuk, serin bir havada süzülecek ve yere vardığımda bedenim parçalara ayrılacaktı. Beynim intiharımı kabullenmiyor, kalbim itiraz edercesine hızla kan pompalıyordu.
Balkona çıktığımda sırtımda dört çift göz hissetsem de umursamadan korkuluklara yanaştım. Hava yeni yeni aydınlanmış, güneş hoyrat bir şekilde dalgalanan denizi ısıtmaya hazırlanıyordu. Arkamdan bir adım ayak sesi gelse de duraksadı. Herhalde zihninde kurguladığı teori çok zayıf gelmişti. Kim olduğunu bilmiyordum. Belki Erdinç, belki de Kaya’ydı. İkinci isim tenimi karıncalandırsa da öğrenme zahmetine girişmedim. Ama atlayacak kadar cesur olduğumu düşünmemeleri beni tahrik etmişti. Sanırım işler biraz inada binerek beni dürtüklüyordu. Ben de bundan cesaret alarak beni durdurmalarına fırsat vermeden hızla korkulukların üzerinden karşıya geçirdim bacaklarımı. Sıkı sıkı tutunduğum korkuluğun demirlerinden gökyüzünü izliyordum. Deniz ile gökyüzünün birleştiği o ufuk çizgisindeki birbirini ayıran keskin tonlara odaklandım. Bir yerlerde birilerine ulaşmak için seyahat eden yolcu gemileri, açılmış olan birkaç balıkçı teknesi ve bir yük gemisi. Benim dışımdaki herkes için yaşam ve zaman akıp geçiyordu. İçimde öfkeyle karışık köpüren hüzün dalgası zihnime çarptı.
Herkesin iyi ve kötü anları olurdu çünkü hayat hep inişli çıkışlıdır. Ama benim hayatım sürekli inişe mahkum kalmış, cehennemin dibine doğru giden yoldaki keskin virajlarda sağa sola çarparak beceriksizce geri dönmeye çalışıyordu. Artık ilk boşluktan aşağı bu arabayla uçmam, kayalıklarda yuvarlanarak rezil hayatıma son vermem gerekiyordu.
Gözlerimi denizden ve içimdeki karmaşadan kaldırıp aşağıya çekmeye cesaret edemedim. Beynim beni vazgeçirmek için nedenleri ardı ardına sıralarken ben kulaklığımı takmış onu görmezden geliyordum. Sol elimi yavaşça korkuluktan çektiğim anda birisi omuzlarımdan kavradı. O ana kadar arka plandan gelen beni ikna etme seslerini o kadar geriye itmiştim ki ufak bir cızırtıdan ibaretken şimdi kulaklarımı çınlatıyordu.
“Bunu yapamazsın!”
“Bırak öleyim.” diye mırıldandığını duydum kendi sesimin çaresizce. Hayatımın yaşadığım parçası tutsak olarak, sürekli kısıtlanarak geçmişti zaten. Düşünebilmem ve bir fikir ortaya sunabilmem bile yasaktı. Kendi kararlarımı alma şansım yoktu. Düşe kalka bir şeyleri yaşayarak öğrenme fırsatım olmamıştı, olmayacaktı. Yaşayacağım parçaların da en az geçmişim kadar rezalet olmasına gerek yoktu. Üstelik fuhuşa zorlanarak. Sevdiğim adama bile dokunamamışken yabancıların yataklarını zevk için dolduracak olduğum gerçeğiyle yaşayamazdım. Bu çok gurur kırıcıydı. İlk seferim, öylesine beni aşağılayan bir adam tarafından yaşayacağım bir seks olamazdı. Duygudan yoksun, hoyrat ve mide bulandırıcı.
Gözyaşlarımı içime akıttım. Son anlarımda ağlayamazdım. Sağ elimin parmaklarını yavaşça gevşetirken omuzumdaki el, aşağıya doğru nazikçe tenimi okşayarak süzüldü ve elimi kavradı.
“Bunu kendine yapma.”
Kaya’nın sesi kulaklarımı doldurunca alaycı ama keyiften uzak soğuk bir gülüşle arabaların geçip gittiği caddeye baktım.
“Eğer şimdi atlarsam beni ezen tek şey bir araba olacak. Sadece bir tane. Ve araba. Ama kalırsam her gece başka bir adam ezecek bedenimi. Her gece tekrar öleceğim. Ve yeniden dirileceğim. Özgür olmama izin vermezsen bu cehennemi yaşayacağım.”
“Katherine-” diye başladı ama onu susturarak devam ettim.
“Ölmeme izin ver lütfen. Ben iyi biri değilim ama bunları hak edecek kadar kötü biri de değilim.”
Sol elimi de korkuluktan çekip kendimi boşluğa bıraktım. Tam da hayal ettiğim gibi.
Rüzgar saçlarımı dalgalandırmış, soğuk hava akımı bedenimi yalamıştı ki her şey birden durdu. Zaman durdu. Yüzümdeki kan çekildi. Korku, heyecan, adrenalin vücudumun patlayıp parçalara ayrılmasına sebep olacak kadar yoğundu. Ama havaya asılı bir şekilde öylece duruyordum.
Damarlarımı yakan adrenalini söndürmeye çalışan, kolumu tutan Kaya’ya baktım. Mavi gözleri beni ağlatacak kadar güzeldi. Hem kanımı donduruyor, hem içimi cayır cayır yakıyordu. Bir insanın gözleri hem cenneti, hem cehennemi barındırabilir miydi? Bir insan ikisini de vaat edebilir miydi?
“Bırak. Sadece bırak. Lütfen.”
“Bunun olmasına izin veremem.”
“Neden? Ben sıradan bir kızım. Yerime yenisini bulursunuz. Ben böyle yaşayamam.”
“Söz veriyorum sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Şimdi diğer elini uzat.”
Uçsuz bucaksız derinlikteki kavrayamadığım bakışlarına kaydı gözlerim. O maviler bir başka bakıyordu sanki. Anlam veremedim. Kafamdaki kargaşayı cebime tıktım ve en önemli soruyu Kaya’ya uzattım.
“Sana neden güveneyim?”
Beni kaldırıp tekrar yere itmeyeceğini nereden bilebilirdim ki? Bu dengesizlikle ondan her şeyi bekliyordum. Ama beni yeniden kurtarmasını? Elbette, hayır.
“Gelmemizi istemediğinden emin misin?” Erdinç birkaç tereddütlü adım atmış ve duraksayarak Kaya’dan cevap beklemeye başlamıştı. Ben kolumu kurtarmaya çalışınca telaşla başını çevirerek bağırdı. “Kıpırdamayın!”
Gözleri gözlerime döndüğünde “Lütfen.” diye mırıldandı.
“Neden?”
“Sadece güvensen ve soru sormasan?”
Bakışlarım beni tutan elinden caddede vızır vızır geçen arabalara kaydı. Kolumu sertçe çekip özgür kalmayı zihnime yer edinebildiğimde “Başım belaya girsin istemiyorum.” diyerek beni ikna etmeye çalıştı. Beceriksiz ikna girişimine güldüm.
“Sen her şekilde paçayı yırtarsın. Yeterli bir sebep değil. Şimdi bırak beni.”
Gözlerini kapayıp kaşlarını çattı.
“Tanrım, ne kadar da inatçısın.” diye mırıldandı. Benden çok kendi kendine konuşur gibi bir hali vardı. Konuştuğunda içimin ısınmasına engel olamadım ve vücudumdaki her zerre bu zayıflıktan nefret etti.
“Hepsi benim suçum çünkü. Bu pisliğe bulaşması gereken son insan sensin ve ben seni bulaştırdım. Bana güven. Seni bu çıkmazdan kurtaracağım.”
Gözlerine baktım. Bir an ağzından çıkan kelimelerden akan dürüstlüğü içimde hissettim. Tereddütle gözlerine bakmaya devam ettim. Sana gerçekten güvenebilir miydim Kaya? Tüm bu kafa karıştırıcı davranışlarına rağmen bir aptallık yapıp güvenebilir miydim? Kafamın içinde bir çıkış yolu aradım. Samimiyetine inanırsam ve boşa çıkarsa bir daha böyle bir şans bulup bulamayacağımı tarttım.
Ellerim terlemeye ve kaymaya başlamıştı. Beni tutan ellerini değiştirerek son kozunu oynadı.
“Eğer güvenini boşa çıkartırsam sana bir silah uzatacağım.”
Sol elimi ona uzatırken içimde canlı kalan bir umut kırıntısı kıpraştı. Kaya Dinçer’e olan kırık güvenimin parçalarından birisi ona yumruk atınca kendine geldi ve yerine oturdu.
Kaya kollarımdan tutup beni yukarı çektikten sonra sol elini belime kaydırarak beni kavradı ve geniş balkona bırakıverdi.
“Beni buna pişman etme.” diye mırıldandım. Mavi gözleri ifadesiz maskesini tazelese de başını hafifçe sallayarak beni onayladı.
Belimden tutmaya devam ederek odanın içine doğru sürüklenirken pişman olmamayı umut ederek buldum kendimi. Erdinç ve yanındaki diğer iki koruma şaşkınlıkla olup biteni izliyor, hiçbir yorumda bulunmuyordu.
“Artık bize teslim edebilirsin.”
Erdinç yanıma yaklaşıp kolumu sertçe tutup kendine çekince, Kaya beni tutan kolu kavradı.
“Kız benim arabamda olacak.”
“Ama-”
“Ama falan yok. Beni yoruyorsunuz.”
Kaya’nın bıkkın bir sesle verdiği emirden sonra Erdinç ceketinin iç cebinden bir göz bandı çıkartarak Kaya’ya uzattığı sırada, ben mafyaların neden sürekli saygı duyulma çabasında içinde kalarak takım elbise giydiklerini tartışıyordum iç sesimle. Mafyaysan, mafyasın işte. Kötü adamlar iyi giyinmeli, saygın görünmeli diye yazılı olmayan bir kanun mu var?
Ben iç sesimle saçmalarken aralarında sözsüz bir iletişim yakaladım ve Kaya göz bandını siyah kotunun arka cebine sıkıştırarak Erdinç’e başıyla işaret etti. Erdinç ve iki koruma tek kelime etmeden odadan çıktı.
Düşüncelerim kargaşanın arasında bir o yana, bir bu yana savrulurken intihar şokunun da etkisiyle olanları anlamakta zorluk çekiyor, iyice saçmalamaya başlıyordu. Sanki biri beynime iki şişe viskiyle benden habersiz alem yapmalarına izin vermişti. Başka açıklaması olamazdı çünkü ya ben sarhoştum, ya anlamayacak kadar aptaldım; ya da olayları birbirine bağlayan gizemli ayrıntıları göremiyordum.
Kaya’dan uzaklaşarak yatağa oturdum.
“Bana neler olduğunu açıkla. Çünkü anlamıyorum.”
“İngilizce konuşmamı mı istersin?”
“Dil bilgimi aşağılamadan ve konuyu geçiştirmeden anlatırsan sevinirim. Üç yaşından beri babamın olmadığı anlarda Türkçe pratik yaptım ben.”
Çatık kaşlarımın ardından bakınca alay edercesine güldü. Bu kadar güzel olmasa o yüzünü eline dökmek daha kolay olabilirdi.
“Anlaşılan babansız pek vakit geçirmemişsin. Türkçe’n hala berbat.”
“Barda tanıştığımız gece öyle demiyordun?”
Tek kaşımı kaldırıp sözlerimin yüzündeki alaycı gülüşü dondurmasını izledim.
“Kalksan iyi olur. Bizi bekliyorlar.”
“Beni evime bırakacaksın?”
“Elbette, hayır. Hadi gel benimle.”
Oturduğum yerden inat ederek kalkmadım. Bu iş gittikçe saçma bir hal almaya başlamıştı ve ben artık bu kontrol edemediğim olay örgüsünün arasında kapana kısılmış fare rolünü oynamaktan sıkılmıştım. Kuyruğumu peynir almak için sıkıştırdığım kapandan kurtarabilirsem, -ki bu olmasını umut ettiğim şeyleri yazdığım listenin ilk maddesiydi- banka hesabımdaki parayla buradan çekip gidecektim. Kendime verebileceğim en zorlu sözdü.
Kaya kolumdan kavrayıp beni odanın dışına sürüklerken, ne kadar çok bir yerlere sürüklenmek zorunda kaldığımı fark ettim ve bu Kayla’nın arkamdan kahkahalar atarak kulağımı çınlatmasına sebep oldu. Dişlerimi birbirine bastırarak susması için içten içe yalvardım. Her geçen gün daha sinir bozucu biri olmayı başarabiliyordu.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordum asansörde çalan klasik müziği duymamaya gayret ederek. Benim hislerimin ve gerginliğimin tersine huzur taşıyordu, bu da daha çok sinirlemem için yapılmış kasti bir hareket gibi geliyordu. Aloo? Kaçırıldım yahu! Klasik müzikten başka çalacak fon müziği yok muydu?
“Sana soru sormayı yasaklıyorum.”
“Neden?”
“ Neden de bir soru cümlesi.”
Kaşlarımı çattım ve sonucunu umursamadan omzuna bir yumruk attım. Duvara yumruk atsaymışım daha az acırmış sanırım. Acıyla inledikten sonra alt dudağımı ısırdım ve elimi diğer elimin içine sararak göğsümün arasına sakladım.
“Kırdın işte!” diye bağırdım öfkeyle.
“Kırık olsa duramazdın.” diyip salak ama içimi tuhaf eden gülümsemeyle büküldü dudakları. Suratına boş boş baktım.
“Yüzümde bir şey mi var?”
Solmuş gülümsemesiyle sorduğu soruya aynı soğuklukta cevap verip değişimini izledim.
“Senden nefret ediyorum.”
Yüz hatları sertleşti. Gözlerinden geçen bir alev dalgası kıyılarıma vurunca, kumsala bir hendek kazarak içine girmek istememe neden olmuştu ama kıpırdanmadan, gözlerimi bile kırpmadan durabilmeyi başardım.
“Öyleyse bir daha bana vurursan elini kıracağımı bilmeni isterim. Ve bundan pişmanlık duymam.”
Sesindeki düşmanca tını ile ensemdeki tüyler diken diken oldu. Bu kadar acımasız olabileceğini düşünmesem de baştan aşağı tehlike kokan bu yabancının blöf yapıp yapmadığı test edecek kadar delirmemiştim. Yani henüz.
Gözlerimi kor gibi yanan mavi gözlerden zor da olsa ayırarak, asansörün kapısı açılana kadar metalik renklerdeki tuşlara çevirdim. Yirminci kattan lobiye kadar inmek uzun sürüyordu ve bu süre boyunca huzursuzca kıpırdanmamak elde değildi. Konuşmak hatta göz kontağı kurmak bile Kaya Dinçer ile çok tehlikeliydi. Sonrasında ya alev almanıza, ya da buzlanmanıza neden oluyordu.
Ve inanın bana, ikisi de iyi bir tercih değildi.
Asansörün kapısı açılınca klasik müzikten kurtulduğuma sevinsem de, en büyük sorunumun klasik müzik olmadığını dürtükleyen beynimle göz göze geldim. İç çekerek Kaya’nın beni çekiştirmesine izin verdim.
“ Yardım çağırmak için bağırsam... Ne olurdu?”
Test edercesine Kaya’ya yönelttiğim soru duvara çarpmış gibiydi. En az bir duvar kadar donuk ve ifadesizdi çünkü yüzü. Cesaret edemeyeceğim bir başka şey olduğunu düşünmüş olmalıydı ama bugün sınırlarımı zorladığımı atlamış olsa gerek, verdiği cevap beni şaşkınlığa itti. Korkmuş olmasını ya da beni tehdit etmesini beklerken “Hiçbir şey.” dedi net ve sakin bir sesle.
Kaşlarımı kaldırarak mavi gözlerini ve yüzünü inceledim. Afallasam da elimdeki şansı kullanmaya karar vererek Kaya’nın kollarında çırpındım ve avazım çıktığı kadar bağırdım.
“Yardım edin beni kaçırmaya çalışıyorlar!”
Lobideki güvenlik ve çalışan insanlar merakla sarmalanmış korkuyla dönüp bana baktılar. Kaşlarıyla aynı renkte olan sarı gür saçları kurdele ile toparlanmış, mavi gözlerindeki korkuya rağmen bana yardım etmek için güzel yüzüne sert bir ifade yerleştiren genç kıza baktım. Gözleriyle aynı rengi paylaşan kaliteli elbisesinin içerisindeyken şık, sade, abartıdan uzak bir güzellikteydi. Doğal ve taze. Etrafındaki insanları inceledi ve hepsinin gözlerinin Kaya’ya değdiği anda korkularının kuruduğuna benimle birlikte tanık oldu. Hepsi ifadesiz boş yüzleriyle krallarına itaat eden köleler gibiydi. Duygudan arınmış robotlar gibi.
Bu beni şaşkınlığa düşürmüş, narin genç kadını ise sinirlendirmişti. Bana doğru ilerlemeye başlayınca durdum ve kolumu çekip Kaya’dan kurtardım. Kaya da beni yeniden yakalayıp sürüklemeden önce duraksayarak yanımıza beyninden dumanlar çıkarcasına yaklaşan genç kadına umursamaz bir ifadeyle bakındı. Dedim ya sürüklemeden önce. Kadına şöyle kısa bir bakış attı ve beni önüne katarak ilerlemeye devam etti.
“Hey!”
Arkamızda hızlanan bir çift topuklu ayakkabı sesi işittim. Kaya Dinçer umursamazlıkta uzmanlık yapmış olmalıydı ki kadının sert sesine ve koşar adımlarına rağmen onu takmadı.
“Hey, sana diyorum!”
Bizi yakalayan kadının ince parmakları kolumu sarmalayınca donakaldım. Kaya yüz hatlarını en az bir heykelinki kadar sertleştirip kadına dönerken onu izledim. Mermer gibi beyaz köşeli yüzü korkularımı bir iğne misali tenime batırıp dursa da beynim sağ elimi yumruk yaparak tepkisiz kalmamı emretti. Ben beynimin bu mantıklı seçimini onaylayıp sessiz kalırken, Kaya kadına tıslarcasına cevap verdi.
“Ne var?”
“İnsan kaçırmak bir suçtur. Ben polisi aramadan ellerini çek kızın üzerinden.”
“Ben onu kaçırmıyorum. O benimle geliyor.”
Kaya’nın sakin soğukkanlı sesi, kadının ‘Karşı çık, arkandayım.’ bakışlarıyla birleşince titrememe engel olamadım. Kadının kolumu kavrayan eline baktım ve iki elimle ellerini sıkıca tuttum. ‘Beni buradan götür lütfen.’ cümlesinin ağzımdan çıkmasına ramak kalmıştı. Sadece bir cümleydi. Ama ağzım kurumuştu. Yerini bile bulamıyordum. Bulabilmeme fırsat bırakmayan bir sertlik hissettim belimin Kaya’dan taraf olan sol kısmında. Adrenalin damarlarımda maraton koşusuna yeni başlamış bir atlet kadar hızlı ve enerjikti. Isındığımı ve terlemeye başladığımı hissediyordum.
Dudaklarını kulaklarıma yakınlaştırdı ve sadece benim duyabileceğim bir sesle fısıldadı.
“Söyleyebileceğinin en iyisini söyle. Akan tek kan seninki olmaz yoksa.”
Yutkundum ve onun küçük oyununa katıldım. Yüzümün aldığı rengi umursamamaya çalışarak ifadesizliği maske edindim ve iplerini Kaya’nın bağlamasına izin verdim.
“Beni gerçek anlamda kaçırmıyor. Sadece biraz tartıştık ve...”
Kadının hiç ama hiç inanmadığını gösteren yüzüne bakınca Kaya’nın izin verdiği kadar kadına yaklaştım ve rolümün hakkını verdiğime inanarak kadına fısıldadım.
“Anlarsın ya biraz naz yapıyordum.”
Kadın tek kaşını kaldırıp bizi inceledi, pek ikna olmamış bakışlar sergiliyordu. Haklıydı. Beni Kaya Dinçer’e denk görmemişti belli ki. Ulaşılmaz, güçlü ve yakışıklı; kilometrelerce öteden ben buradayım diye bağırırken ben sıradan bir kızdım. Neyse ki etraftaki çalışanlar konuşulanlara tanık olarak yanımıza gelmişler ve kadının kolundan tutarak bize zıt yönde bir şeyler anlatarak yürütmeye başlamışlardı. Tek duyabildiğim, kadın yürürken başını çevirip bize baktığı sırada resepsiyon görevlisi esmer bir kızın sesi oldu.
“Çok sık kavga ederler. Balayı gecesi gelin hanım beyefendiyi barımızda sarhoş olup başka bir kızla birlikte yakalandığından beri sorunları bitmedi. Gelin ben size devamını anlatayım. Daha sonra hanımefendi...-”
Resepsiyonist kız benim bile neredeyse inanacağım şekilde olmayan olayları anlatırken kaşlarım kalkık şekilde izliyordum. Dedikodunun ana karakterlerinden biri olmasam inanırdım. Her iddiasına varım ki inanırdım. Üstelik beynimin hastalıklı bir yanı dedikodunun devamını merak edip kulak kabartınca sesli bir şekilde güldüm.
“Bu kadar eğlence yeterli sanırım.”
Kendi kendine konuşurcasına mırıldanan Kaya ile kendimi dışarıda buldum. Belimdeki silah kaybolmuş, soğuk havanın ve kaybolan silah hissiyatının etkisiyle damarlarımda maraton koşan kan ve adrenalin yavaşlamıştı.
Dünyamın tepetaklak olmuş olması beni dehşete düşürse de, sürekli soğukkanlı kalmam gerektiğini kendime hatırlatıyor olmam beni yoruyordu. Kaya’ya bakarken bu bitmek bilmeyen bir kabusa dönüşen hayatımın ne zaman rüya kısmına döneceğini içten içe merak ediyordum. Hiç bu kadar saçma ve korku dolu şeylere tanık olmamıştım. Belki filmler olabilir kabul ediyorum ama hiçbirinde tüm otelin Kaya Dinçer gibi bir karaktere itaat ettiği olmamıştı. Resepsiyon, garsonlar, güvenlik... Otel babasının olsa bu kadar olurdu yani!
“Tanrım.” Ağzımdan kaçan fısıltıyı ben bile zor duymuştum ama algıları sonuna kadar açık olan Kaya elimi daha sıkı kavradı. Aklımı kaçırmak üzereydim ve beynim felaket senaryolarını peş peşe sıralarken, Kaya’nın sertliğini koruyan yüz hatlarına rağmen içten içe dalga geçercesine üzerimde dolaşan gözleri iyice tökezlememe neden oluyordu.
Kaya benimle alay ediyordu, Kayla benim canımı her dakika daha çok sıkmaya başlayan gizem/gerilim, aksiyon temalı hayatıma kahkahalar atıyordu. Şeytan boynumun çukurunda uzanmış beni izliyordu ve zayıflığım yüzünden benden utanıyordu.
Somurtarak arabaya binmemi ve beni o iğrenç yeraltı sığınaklarına götürmelerini engellemek için bir şeyler üretmeye çalışıyordum. Bütün fikirlerim suyun altında boğulmuş, kumlara karışmış durumdaydı.
Kaya siyah Audi’sinin ön kapısını açarak nazikçe ama üzerimde baskı uygulayan bir tavırla binmeme yardım etti. Sürücü koltuğuna yerleşirken yüzünde sakin, gözlerinde düşünceli bir ifade vardı ve tabii ki ben kafasının içinde koşturan tilkilerin ayak seslerinden başka bir şey duyamıyordum. En iyi tahminim beni oraya götürüyormuş gibi yaparak kurtarmasıydı. Belki de buralardan çok uzaklara bırakmak için Erdinç ile öyle konuşmuştu. Balkonda söylediği şeylerin hayal ürünüm olabileceğini düşünmeye başlamıştım belime yasladığı silahla beraber. Olacakları kestiremiyordum. Bu netleşmeyen her şey başımın ağrımasına sebep oluyordu. Bilmediğim şeylerden nefret ediyordum. Gayet masum, sıradan bir şey olan hediyelerden bile. İç geçirdim. Kaya bana döndü ve sessizliği bozarak sinirlerimi altüst eden, soru cümleciği sayılan bir kelimenin otoyolda yağ gibi akan arabanın içinde yayılmasına izin verdi.
“Eee?”
Bana ait olan bir iç geçirme sesi duyuldu.
“Efendim?”
Cennetten yeryüzüne az önce inmiş bir melek gibi gülümsedi ve arabayla birlikte karanlığın bastırdığı tüm yol aydınlandı.
“Aranız nasıl?”
Kaşlarımı çattım.
“Kiminle?”
Yeniden gülümsedi ve keskin köpek dişlerini ortaya serdi.
“Kiminle olacak, kızlarla.”
Çatık kaşlarımı da aldım, önüme dönerek yoldaki beyaz şeritleri izlemeye başladım. Sanki Kaya’nın yaydığı ışık sönmüş, arabanın farları ve asfaltla baş başa kalmıştık. Ben mi anlamıyordum yoksa o mu anlatamıyordu bilmiyorum ama konuşma anladığım taktirde canımı sıkacak gibiydi. İç sesimi duymuşçasına konuştu.
“Diğer kızlar işte. Birlikte kaldığın.”
“Hmm...”
Kaya’nın cevabından sonra tekrar beyaz şeritlere döndüm. Sanki yurt odasını paylaştığım kızları sorarmış gibi bir rahatlık vardı üzerinde. Gereksiz bir konuşmaydı. Oradaki kızların hiçbiri umurumda değildi. Giyinip süslenip sevgilileriyle akşam yemeğine çıkar gibi rahat olmalarını, yemekhanedeki o eğlenen, şakalaşan hallerini hazmedemiyordum. Bu kadar basit olmaları kanıma dokunuyordu. Mesele para kazanmaksa eğer, emin olun çok daha iyi yollar bulunabilirdi.
“Erdinç ile anlaşabiliyor musun bari?”
Soruları o kadar anlamsız, saçma ve rahatlığı o kadar psikopatça geliyordu ki…
“Sorun ne?” diye mırıldandı bakışlarımın tuhaflığını fark edince.
“Dalga geçiyorsun, değil mi?”
“Hangi konuda?”
“Bilmiyorum. Her hareketin ayrı bir şakadan ibaret. Sadece eğlenmeyen tek kişi benim. O yüzden her ne yapmaya çalışıyorsan kessen iyi olur. Psikolojimin bir bacağı zaten çukurda.”
Kaşlarını çattı ve bir daha kucağıma göz bandını fırlatana dek konuşmadı. Kucağımdaki göz bandına tek kaşımı kaldırarak baktım. Kalkık kaşım dışında bir reaksiyon göremeyince emrivaki bir tavırla konuştu.
“Bağla.”
“Hayır.”
“Dediğimi yap. Benim yapmam gerekirse bağlayacağım tek şey göz bandı olmaz.” Solgun yüzüme baktı ve edepsiz bir gülüşle ekledi. “Tabii kelepçelenmek hoşuna gittiyse başka. Ne zaman istersen buradayım.”
Vücudumdaki tüm kan çekilse de soğukkanlı kalma planımı kendime hatırlattım. Arabanın penceresi parmaklarıma itaat ederek indiğinde yüzüme çarpan ve saçlarımı dalgalandıran serin rüzgardan cesaret ödünç alarak göz bandımın parmaklarımın arasından kaymasına izin verdim. Göz bandı bir kuş tüyü gibi süzüldü ve rüzgar onu çok uzaklara taşıdı.
“Ne yaptığını sanıyorsun?!”
Ani çıkışması kedi gibi sinmeme neden oldu. Küçükken mikrofon ve ses sistemi yuttuğunu söylese, ona inanırdım. Bir insanın bu kadar yüksek ve sert bir şekilde konuşmasının mümkün olduğunu sanmıyordum. Yani Kaya Dinçer’le karşılaşana kadar. Ama zaten o tüm bulgularımı yıkıyordu.
“Oraya geri dönmeyeceğim.” dedim düşüncelerimi içinde bulunduğumuz durumun içine geri çekerek.
“Bir göz bandının bunu değiştireceğini sanıyorsan, aptalın tekisin.”
O arabayı kenara çekerken dişlerimi birbirine kenetlemiş, ona yumruk atmamak için içimden on bine kadar saymaya başlamıştım. Beni kandırmıştı ve ona kadar saymakla geçecek türden bir sinir değildi. Yumruğumu sıkmamın tek sebebi kırık bir elle kaçmamın daha zor olacağını düşünmemdi. Yoksa çoktan hak etmişti.
Torpido gözünü açtı ve bir iğne çıkardı.
“Ne zaman kurtulacağına sadece ben karar verebilirim.” dedikten sonra iğneyi boynuma bastırana kadar ne yaptığının farkına varamamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOREL
RomanceROMANTİZM'DE #20 Sevgi dolu bir insandım ben, birkaç kez ölmeden önce. Neşeli ve hatta renklere sahip... Şimdi ise beni avlamak isteyen, yatağımın altında gizlenen canavarlarla boğuşuyorum. Hayatta kalmak ve sınırlarımı korumak için her canavarın da...