Kalın, siyah kadife perdenin arasından bir ışık huzmesi gözlerime vurduğunda keyifsiz bir şekilde homurdandım ve kapalı gözlerimle el yordamıyla bulduğum yastığı yüzüme bastırdım.
Saten yastığın yumuşak yüzeyi yüzümü gıdıklarken, biraz daha uyuyabilmek ve okula gitmemek için anneme söyleyebileceğim birkaç makul bahane sıraladım kendimce. Kızgın bir yüz ifadesi ve çatık kaşlarıyla bana itiraz eden hayali zihnime süzülmüştü ki kulaklarıma dolan keyifli bir ıslık sesiyle uykum dağılmış; zihnim canlanmış, vücudum yatakta kasılarak beynim uyarı çanlarını çalmaya başlamıştı. Nerede olduğumu hatırlatırcasına beni dürtükleyen iç güdülerim yastığı yüzümden çekerek yatakta doğrulmama sebep oldu. Yüzümden çektiğim yastıkla beraber yanaklarımdaki kanın da çekildiğini hissettim.
Gözlerim tepkisiz bir ifadeyle bana bakan bir çift mavi göze değdi. Nemli saçlarını kurulamayı bıraktığı ufak saç havlusunu çıplak omzuna asarak ıslığını yarım bıraktı. Gözlerim gözlerinin takıldığı yeri fark ettiğinde hem sinirlenmiş, hem de ayakucuma kadar kızarmıştım. Yüzüme değil, kazağın açıkta bıraktığı uzun bacaklarıma odaklanmış mavi gözlerini oymak istediğimi ses tonuma yansıttım.
“Sana da günaydın!”
Bacaklarımı açıkta bırakan kazağı düzelterek imalı bir bakış attım. Cevap vermek yerine sol tarafımda bulunan siyah oymalı dolaba yöneldi ve bir süre dolabı karıştırdı. O dolabı talan edip bir şeyler ararken gözlerim güçlü omuzlarında, çıplak sırtında ve sonra da beline sardığı havluda gezindi. Yutkunarak başımı başka bir yere çevirdim.
Karşımdaki siyah duvara yaslanmış halde duran amfiye ve elektro gitara çatık kaşlarla baktım. Hangi insan birkaç geceliğine kiraladığı otel odasına gitarını, yetmezmiş gibi bir de amfisini taşırdı ki? Beni şaşırtmaya devam eden bu ilginç adama dönerek aklımdaki soruyu yönelttim.
“Müzisyen misin?”
Soruma alaycı bir kahkaha attıktan sonra kaslı kollarına aldığı birkaç parça kıyafet ile banyoya gitti ve kapıyı gürültüyle kapattı. Arkasından bağırdım. “Çalabiliyor musun bari?”
Önce gitara daha sonra herhangi bir cevap alamadığım banyo kapısına baktım. Ne demiştim ki? Alt tarafı basit, fazla şahsi bir detay içermeyen ufak bir soru sormuştum, karşılığında aldığım şey ise alay ve umursamazlık olmuştu.
“Ne bekliyordun ki? O bir erkek. Erkeklerin hepsi umursamaz gerizekalı yaratıklar zaten.”
Kendi kendime sinirle mırıldandığım sırada banyodan yine siyahlara bürünmüş halde çıkıverdi. Her iddiasına varım ki karıştırdığım taktirde o dolapta siyah renk haricinde hiçbir şey bulamayacaktım. ‘Belki lacivert.’ diyen iç sesime, ‘Gözlerine ne kadar da yakışırdı.’ yanıtını verdim.
İç geçirerek adının Kaya olduğunu yeni öğrendiğim yabancının etrafında dönen Kayla’ya baktım. Kahverengi gözleri beğeniyle Kaya’yı süzerken, bir eli ince siyah kazağının üzerinde kaslı göğsünde geziniyordu. İçimi kaplayan sinir bozucu hissin başımı döndürmesiyle yanımda duran saten siyah kılıflı yastığı Kayla’ya fırlattım. Kayla gri bir sis bulutuyla zelzele halinde kaybolurken yastık Kaya’nın sert göğsüne çarpıp yere düştü. Kaşlarını çatarak bir yeni cilalanmış zemindeki yastığa, bir bana baktı. Yerden sinirle aldığı yastığı bir hışımla yatağa geri fırlattı.
“Senin sorunun ne anlamıyorum ki! İyilik yapıp düşünen de kabahat.”
Odada yankılanan sesi ve kısılmış soğuk mavi gözleri kaçmak istememe sebep oluyordu. Parmaklarımı saten çarşafa geçirerek büzüştürdüm ve beni yatağa mıhlayarak kaçmama engel olan hayali zincirlerle boğuştum.
“Beni eve götür! İyilik yaptığın falan yok senin. Tek düşündüğün vicdanını rahatlatabilmek!”
“Neyin vicdanından bahsediyorsun sen? Adam akıllı annenin dizinin dibinde evde otursaydın o gece başına hiçbir şey gelmemiş olacaktı! Daha çocuksun kalkmış barlarda eğlenip içki içmenin derdine düşmüşsün!”
Sinirden uğuldayan kulaklarıma ve kızaran yanaklarıma aldırış etmeden meydan okurcasına gözlerimi soğuk mavi gözlere diktim. Tüm gerçeği haykırmak isterken tabiri caizse yürek yemiş gibiydim. Dilimi ısırdım ve gerçeği kendime sakladım.
“Yaşıtım her genç gibi eğlenmek benim de hakkım!”
İç sesim bağırmaya devam ediyordu. ‘ O zavallı adamı bıçaklamasaydın, ona yardım ederken yakalanmayacaktım! Seni pis katil!’
Ona yastığı tekrar fırlatırken aklımdan ne geçiyordu inanın bilmiyorum. Onun karşısında o kadar zayıf görünüyordum ki, her şeye rağmen kafa tutmam büyük aptallık gibi geliyordu. Aslana kafa tutan kedi yavrusu görüntüsü belirdi zihnimde. Hemen bir silgiyle bu görüntüyü dağıttım. Bu kadar çabuk pes edemezdim, zaten karanlıktayken iyice içine gömülemezdim. Soğuk mavi gözleri yastığa aldırış etmemiş kaşları çatık bir biçimde düşüncelere dalmıştı. Kafasında benimle ne yapabileceği hakkında seçenekleri tarttığını görür gibi oldum. Arkasını dönerek aynanın önündeki dört çekmeceli komodinin ikinci çekmecesini yoklayarak bir şey çıkardı. Bana elinde bir kelepçe ile döndüğünde yataktan inip kaçmaya çalışsam da avının üzerine atlamış bir aslan gibi çevik bir hareketle beni yatağa çiviledi. Yatakta debelenip duruyordum, tüm ağırlığı üzerime vermişti ve tüm çabalarımın nafile olduğunu hissediyordum. Bir süre debelendikten sonra yorularak başımı kaldırdım ve içimde biriken nefesi sesli bir şekilde dışarı verdim.
“Kalk üzerimden!”
“Hay hay.” diyerek bileğime taktığı kelepçeyi sıktı, yüzünü yüzüme yaklaştırarak mavi gözlerini çevreleyen uzun kirpiklerini kırpıştırarak gözlerime baktı. Bakışları dudaklarıma kayarken sorunun ne olduğunu unutmuş gibiydim. Yaklaştıkça yaklaştı ve biçimli dolgun dudaklarının dudaklarıma değmesine birkaç milim kala sıcak nefesini dudaklarıma verdi. Titreyerek gözlerimi kapattığım sırada üzerimdeki ezici ağırlık kayboldu. Şaşkınlıkla gözlerimi araladım ve kendimi yatağa kelepçelenmiş halde buldum.
“Gerçekten mi?” diye mırıldanarak başımı arkaya attım ve yumuşak yastıkla buluşturdum. Sanırım dikkatimin dağılması işte bu kadar kolaydı. Ya da o çok dikkat dağıtıcı bir unsurdu.
Kayla bana sırıtarak baktığında ikinci seçeneğin egomu daha az yaraladığına karar vererek onu seçtim.
“Öyle genç ve toysun ki...” Gülerek başını iki yana sallayan Kaya’ya baktım. Keyfi yerine gelmiş görünüyordu. Kayla gülüyordu, Kaya gülüyordu. Omzuma oturmuş tırnaklarını tenime sürten şeytan benimle dalga geçiyordu. Benim dışımda herkesin içinde bulunduğum bu durumdan hoşnut olduğunu görmek ne kadar güzeldi!
Son kez çaresizce mırıldandım.
“Beni eve götür...”
Yüzü tekrar ifadesizleşmişti. Gözlerinden bir anlığına acıma duygusuna benzer ufak kırıntılar geçtiğini görmüştüm fakat kendini toparlayarak sert bakışlarını atmaya geri döndü.
“Bunu yapamayacağımı biliyorsun.”
Soğukkanlı sakin sesi çıldırmama sebep oluyordu. Dün gece o uyurken gizlice kaçsaydım şu an ikinci kez kelepçelenmiş halde bulmazdım kendimi belki de... Gece vakti o elbiseyle, beş parasız halde sokaklarda eve dönüş yolunu aramak... Kötü şansın peşimi bırakmadığı kesindi şu sıralar. Kaçmaya kalkarsam başka bir bataklığa sürüklenebileceğim gerçeği beni dürtükledi. Yardım çağrısı yapan gözlerime umursamazlığın işlediği mavi gözlerle bakıyordu.
“Seninle ne yapacağıma karar verene kadar uslu bir kız olacaksın. Kaçmaya çalışırsan seni yakalarlar ve seninle birlikte benim de başım belaya girer. Bilmem anlatabildim mi?”
Tekrar yanıma yaklaşıp yatağın bana uzak olan sağ tarafındaki komodinin üzerinde bulunan otelin ahizeli telefonuna uzandı ve numarayı çevirmeden önce donuk kahverengi gözlerime kısa bir bakış attı.
“Anlaştığımızı varsayıyorum?”
Kaldırdığı koyu kahverengi kaşlarına, buz gibi soğuk mavi gözlerine baktım. Başımı onaylar biçimde salladım. Elbette anlaşmadık.
“Güzel.”
Mırıldandıktan sonra bakışları tekrar antika telefona döndü ve o iki kişilik kahvaltı siparişi verirken ben kafamda gezinen tilkilerle oturup bu boyundurluktan kurtulmanın planlarını yapmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOREL
RomanceROMANTİZM'DE #20 Sevgi dolu bir insandım ben, birkaç kez ölmeden önce. Neşeli ve hatta renklere sahip... Şimdi ise beni avlamak isteyen, yatağımın altında gizlenen canavarlarla boğuşuyorum. Hayatta kalmak ve sınırlarımı korumak için her canavarın da...