Titreyen ellerimle topraktan destek almaya çalışırken bedenimin yere yığılmasını, vücuduma saplanan kurşunla saçlarımın kızıla boyanmasını bekliyordum. Yağmur yerine saçlarımdan süzülen kan ile beslenecekti bu gece toprak.
Sıklaşan nefesimin ardından patlayan silah sesi ormanı doldurmuş, birkaç kanat çırpma sesi duyulmuştu. Kuşlar karanlık ormanda güvenli bir bölgeye kaçarken ben olduğum yerden kıpırdayamıyordum, parmağımı bile oynatamıyordum. Korku vücudumu ele geçirmiş, sanki ayak parmaklarıma kadar çimento kaplamıştı.
"Yapma," diye fısıldadım.
"Artık konuşma! Hepsi senin suçun!"
Silah yeniden başıma dayandığında bu sefer havaya sıkmak yerine beynimi uçurup toprağa dökeceğini kabullenmiştim. Silah yeniden patladığında tüm kanımın çekildiğini hissettim. Benim de içimdeki kuşlar uçup gitmişti sanki. Ruhumun bedenimden çıktığını hissettim. Arkamda kopan gürültüyle titreyerek başımı zorlukla bakıştığım topraktan kaldırdım ve bütün yükümü kalçama vererek nemli toprağa oturdum. Arkama bakmaya korkuyordum.
"Hadi ama korkma fazla kan yok."
Kayla'nın yakınlarımda olmasından dolayı ufak bir rahatlama hissiyle sağ omzumun üzerinden arkama baktım. Erdinç dizlerinin üzerine çökmüş, dişleri dudaklarına kenetlenmiş, ceketini bastırarak beyaz gömleğini renklendiren kanın akışını olabildiğince azaltmaya çalışıyordu. Önüme döndüm, parmaklarımla başımı ovalarken kendime düşünmek ve sakinleşmek için bir dakika izin verdim. Bakışlarım Kayla'ya odaklanınca korkuma öfke karışmıştı.
"Bunu sen mi yaptın?"
"Evet, ben yaptım."
Sol tarafımdan gelen sesle irkildim. Yırtıcı bir hayvan gibi sinsice yaklaşmış olan mavi gözlerin sahibini şaşkınlıkla karşıladım. Gözlerim yüzünden ayrılmak istemedi. Kanım damarlarımda ısındı ve içimde kıpırdanan bir şeyler olduğuna yemin edebilirdim.
"Bunu neden yaptın?" diye mırıldanabildim sonunda kaşlarımı çatarak. Beynim onu her gördüğünde çalışması aksıyordu. O da kaşlarını çattı.
"Seni öldürmesin diye mesela? Hep bir memnuniyetsizlik anlamıyorum ki."
Başını iki yana salladı, yanıma yaklaştı ve kolumdan tutarak nazikçe ayağa kaldırdı. Dokunuşuyla elektriklenen vücudumu ondan uzaklaştırmak için ellerimle kalçamdaki toprağı silkeledim ve kabanıma sıkı sıkı sarınarak Erdinç'in yanına ilerledim. Yeşil gözleri karanlığa bulanmıştı ve neler düşündüğünü ancak Tanrı bilirdi. Çömeldim, bakışlarımı kısa bir süre yüzünde dolaştırdıktan sonra ceketini tutan eline odaklandım. Bunu yapabilir miydim? Kaşlarımı çatıp elini iterek ceketinin yakasını kaldırdım. Sağ köprücük kemiğinin altında, omzuna yakın bir yerde kurşunun deldiği noktayı bulunca midem kasıldı. Elimi ceketinin arkasına sokarak başka bir delik aradım. Elimi geri çekerken ceketinin yakasını örttüm ve Erdinç'in elini yerine yerleştirdim.
"Kurşun içeride kalmış olmalı. Kan kaybediyorsun. Hastaneye gitmemiz lazım."
Hiç konuşmadan beni izleyen Kaya'ya döndüm.
"Onu hastaneye götürmemiz lazım."
Yüzünde tek bir mimik bile oynamadı. Kusursuz dudakları, gür kirpiklerle çevrelenmiş buz mavisi gözleri... Öylece bir heykel gibi, rahatsız edici donuk bir ifadeyle beni izliyordu. Çıldırmak üzereydim. Alt dudağımı dişledim ve 'Sakin ol.' dedim içimden. 'Şu anda sakin olmaya, soğukkanlı kalmaya ihtiyacın var.'
"Durma, çığlık at. Dostum, bu olanlar bana bile fazla. Önce katil oldun, sonra sen ölme diye başka biri vuruldu falan. Durma, çığlık at."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOREL
RomanceROMANTİZM'DE #20 Sevgi dolu bir insandım ben, birkaç kez ölmeden önce. Neşeli ve hatta renklere sahip... Şimdi ise beni avlamak isteyen, yatağımın altında gizlenen canavarlarla boğuşuyorum. Hayatta kalmak ve sınırlarımı korumak için her canavarın da...