BÖLÜM ON ALTI

57.5K 864 18
                                    

“Aynı otel ve aynı oda. Gerçekten anılarım depreşti Erdinç.”
Omuz silkti.
“Tesadüf sadece. Yeniden kaçma yeter.”
Birazdan içeride olacakları zihnimden çekip çıkardım ve alaycı bir gülüşle Erdinç’in yeşil gözlerine odaklandım.
“Bakarız.”
Buruk bir gülümsemeyle karşılık verdi ve kapıya elini uzatmadan önce çenesini sıvazladı.
“Hazır mısın?”
“Hayır, değilim. Tıkla hadi.”
Ben üç derin nefes alıp sakinliğimi korumaya çabalarken o çoktan kapıyı tıklatmıştı. Saniyeler saatler gibi geçerken kapı açıldı ve genç sarışın bir adam gülümseyerek bana baktı. Açık kahverengi gözleri beğeniyle beni süzerken elini uzattı ve hissettiğim dejavuyla derinden sarsıldım.
“Bu kadar güzel bir bayanın bana eşlik edeceğini bilseydim daha şık giyinirdim.” dedi kendi üzerindeki siyah kotu ve tişörtü incelerken. Zoraki bir gülümseme yapıştırdım dudaklarıma.
“Bence gayet iyi görünüyorsunuz.”
Gülümsemesi genişledi.
“Öyleyse içeride devam edelim.”
Yüzümdeki gülümsemenin yapışkanını az sürmüş olmalıyım ki, odadan içeri girince yere düştü. Mide bulantım ve korkularım da yerdeki gülümsemeye katılarak benden uzaklaşınca dehşete düştüm. Odada adamın kafasına geçirecek bir şey aradım ve bu yakışıklının uyandığında yalnız olacak olmasının şaşkınlığını beni de sardı. Bunu yapabilirdim bence. Kaya’nın taktiği işe yaramamıştı ve yeniden burada bulmuştum kendimi. Yalnız başıma olduğumu kabul etmeliydim. Zaten başından beri yanımda olsa beni onlara ikinci kez bırakmazdı.
“Şarap?”
Aceleyle başımı salladım ve o arkasını dönünce odada göz gezdirdim. Başına vuracak bir şey...
“Nerelisin?”
“Hı…? Efendim?” dedim gözlerimi bir vazodan ayırıp yakışıklı sarışına dönerek.
“Dedim ki, nerelisin? Sanırım şu tablo dikkatini benden daha çok dağıtmış.”
Vazonun bulunduğu sehpanın dayatıldığı duvara baktım. Oldukça pahalı görünen bir tablo olduğu doğruydu. Ama vazo kadar ilgimi çekmemişti. Kayla omzuma dokundu.
“Yalan söyle.”
“Evet, çok güzel.”
Omuzumdaki elinin ağırlığı arttı. Dişlerimi sıktım ve konuşmaya başladığımda daha inandırıcıydım.
“Babam da buna benzer bir tane satın almıştı.”
Elindeki kadehlerle yanıma gelerek birini bana uzattı ve kendine doldurduğu viskiyi yudumlarken bir elini çıplak sırtıma yerleştirdi. Ensemdeki saçlar diken diken oldu.
“Öyle mi? Oldukça pahalı bir tablo aslında. Baban ne iş yapıyor?”
Soruların gidişatı canımı sıkmaya başlamıştı. Gerilerek yanıtladım.
“İş adamı. Şuradaki tablo da çok güzelmiş.” diyerek arkamızda bulunan yatağın üzerine monte edilmiş tabloyu işaret ettim. Gayet samimi bir şekilde gülümsedi ve işaret ettiğim tabloya bakmak için arkasını döndü.
“Çok güzel bir tablo haklısın. İstersen bunu yatağa yakın bir şekilde konuşalım.”
Bana hala sırtı dönük vaziyetteydi ve belimi bırakarak yatağa ilerlemeye başlamıştı. Elimdeki şarabı kafama diktim ve boş bardağı cesaretlenerek vazoyla değiştirdim.
“Harika olur!”
Ve kafasında gürültüyle kırılan bir vazo. Bir inleme sesiyle elini başına götürdü ve beklediğimin aksine bayılmak yerine daha da uyanık göründü gözüme. Sinirli kelimesini bir yerlere iliştirmeyi unutmuş olmalıyım.
“Ne yaptığını sanıyorsun sen!”
“Sadece bayılsan olmaz mıydı?” diye mırıldandım kendi kendime ama bunu duyunca sinir kat sayısı arttı ve elindeki kanı görünce öfkeyle bana yaklaşmaya başladı. Geri geri kaçtım ama sırtım duvara çarptığında planıma küfrederek gözlerimi yumdum. En azından bir tokat bekliyordum ama başka bir gürültü koptu. Korkudan yüreğim tekledi ve ellerimi gözlerime örttüm. Hala sapasağlam olduğumu fark etmem başka bir şoktu ve neler olduğunu görebilmek için parmaklarımı aralayarak sarışını aradım.
Onun yerine gözlerim Kaya’ya denk gelince şaşkınlığım yerini rahatlama hissine bıraktı. Ve yerde tekmelediği sarışını görene kadar birkaç saniye sürdü.
“Kaya dur!”
“Sen karışma.”
“Kaya öldüreceksin onu!”
Ellerimle kollarını kavradım ve çekmeye çalıştım ama o kadar ağırdı ki kıpırdamıyordu. Yorulup ofladım.
“Hepsi kas mı bunların?”
Soğuk bir gülme sesi yayıldı odaya.
“Sana dokunmak yok demiştim! Şerefsiz herif. Kalk şimdi ayağa!” dedi ve adamın yakasına yapıştı. Ellerim hala Kaya’nın üzerindeydi ama etkisiz eleman görevinde olduğum için varlığım yokluğum belirsizdi.
“Kızın güzel olduğunu söylememiştin.” dedi sarışın saçlarını düzelterek.
“Bana karşı mı çıkıyorsun?”
Sarışın sinirlenerek Kaya’yı ittirdi ve tişörtünü düzeltti.
“Kaya Dinçer ne zamandan beri fahişeler için arkadaşlarını dövüyor?”
Sırıtması Kaya’nın yumruğuyla kana bulandı. Onu yere yatırdı ve bağırmalarıma, kollarından tutup çekiştirmelerime rağmen her yeri kan gölü içinde bıraktı. Yarı baygın bakan adamın ölmesinden korkarak Kaya’nın saçlarına yapıştım.
“Bırakmazsan Erdinç’i çağırırım! Bırak Kaya! Bırak!”
Saçlarını tutan elimi itti ve elinin tersiyle ağzını sildi. Mavi gözlerindeki karanlık beni korkutuyordu. Sert yüz hatları beni korkutuyordu. Daha önce birisini öldürmüş olması ve benim için bir kez daha buna yaklaşmış olması beni korkutuyordu.
“Onun sana ne dediğinin farkında mısın yoksa tercüme etmeli miyim?”
“Farkındayım ama bunun için onu öldürmen gerekmiyor.” Ürkek bir tavırla koluna dokundum. Cüzzamlıymışım gibi kolunu çekerek benden uzaklaştı. Ellerini gür saçlarına daldırdı ve balkona doğru ilerledi. Yerde kanlar içinde kalan adama eğildim, elimi ağzına uzattım. Ilık nefesi elimi okşayınca bir nebze de olsa rahatlayarak doğruldum ve Kaya’nın yanına, balkona çıktım. Rüzgar yüzümü yaladı.
“Yeniden yan daireye geçmemiz gerekecek.”
Ayakkabılarıma baktım.
“Bence de onları çıkarsan daha iyi olur. Daha bu sabah senin ölmeni engelledim. Süper güçlerim yok benim ve seni kurtarmaya çalışırken yorulmaya başladım.”
“Kurtar diyen olmadı zaten.” dedim ve siyah topuklu ayakkabının fermuarını açarak ayaklarımı özgür bıraktım. Soğuk mermer ürperip üşümeme neden olsa da tekrar giymek için bir girişimde bulunmadım.
“Önce sen mi geçersin ben mi?”
Hevesim gözüne batmıştı sanırım. “Bakıyorum yine yürek yemişsin.” dedi tek kaşını kaldırarak.
Kaşlarımı çattım.
“Efendim?”
Güldü.
“Yok bir şey öğrenirsin zamanla. Önden bayanlar.”
Bu sefer korkumu içime hapsettim ve korkulukları aşıp ince mermerin kenarında hızla ilerledim. Ne kadar hızlı ve korkusuz olabileceğimi görmesini istiyordum. Gözlerim bir anlığına aşağı kayınca küçücük görünen insanlar yükseklik korkumu alevlendirdi ve midem alt üst oldu. Yutkunup varmam gereken noktaya baktım. Sadece birkaç adım. Kayla birden önümde belirdi ve “Beni izle.” dedikten sonra balerin gibi parmak uçlarında ilerleyip balkona çıktı.
“Bak ne kadar kolay.”
Onu taklit ederek ilerledim ve balkona varınca derin bir nefes aldım. Korkulukları aşıp Kaya’ya döndüm ve elinde benim ayakkabılarımda çoktan mermerin kenarına yerleştiğini gördüm. O korkusuzdu. Hızlı adımlarla düşünmeden, korkmadan, duraksamadan ilerledi ve yanıma geldi.
“Al bakalım ayakkabıların.”
Uzattığı ayakkabıları aldım.
“Teşekkürler.”
“Ayakkabılar için mi yoksa sürekli seni kurtardığım için mi?”
Gülümsemesi yüzüne yerleşmişti ve ben onu izlerken büyüleniyordum. O da bunu fark etmiş olsa ki gülümsemesi genişledi. Başımı iki yana salladım ve düşüncelerimi odaklanmaları için teşvik ettim.
“Hepsi için. Ve o adamı öldürmediğin için.”
Gülümsemesi soldu, omzunu silkip içeri girdi. Birden bu hale gelmesini idrak edememiş vaziyette arkasından odaya daldım. Son gördüğümden beri odada hiçbir şey değişmemişti.
“Ne zamandır burada kalıyorsun?”
“Bir süredir.”
Kaçamak cevabı gözümden kaçmasa da üstelemedim. Yatağa yanına oturarak konuyu değiştirmeye karar verdim. Böylece kimsenin tadı kaçmamış olacaktı.
“Her gözümü kapattığımda beni kurtaracaksan, bu duruma alışabilirim.”
Güldü ve yanımdan kalkarak kendine viski doldurmaya gitti. Elindeki bardağı bir süre inceleyip yudumladıktan sonra gözleri bana döndü. Yine sertti gözlerinin mavilikleri.
“Öyleyse daha az kurtarsam iyi olur.”
Soğukluğu içimi üşüttü.
“Belki de öyle yapmalısın.” dedim aynı soğuklukta. Belki de beni kurtarmamış olmayı diliyordu kim bilir. Sürekli hem başıma bela olup, hem beni kurtarması da büyük bir çelişkiydi ve bu dengesizliği yapabilecek tek kişi Kaya Dinçer’di. Kaderin bana bir oyunu olsa gerek, üzerinde düşünmemeye karar verdim.
“Aç mısın?”
“Hayır.”
Midem guruldadı. Ellerimle yüzümü kapadım. Büyük utanç.
“Tanrım...”
“Ne yemek istersin?” dedi az önce olanları olmamış gibi yaparak. Bu tavrına müteşekkir kalsam da olan olmuştu.
“Sadece kola olsa?”
Parmağıyla arkamda kalan kısmı işaret etti viskisini komodine dayanmış bir vaziyette içerken. Arkamı dönünce birkaç kola kutusuyla karşılaştım. Daha önceden benim için getirdiği kolaları buz dolu bir kabın içinde muhafaza ediyordu.
“Senin için...”
‘Benim için...’
Kayla yatağın sağ tarafına oturarak bana rahatsız edici bakışlar atmaya başladı.
“Bir kolaya tav olmuş olamazsın, dostum.”
‘Tav olmadım. Sadece benim için düşünmüş olması... Hoşuma gitti.’
İç sesimi duyan Kayla’nın etrafta ağzımdan köpükler saçarak kuduz olmuş bir halde geziyormuşum gibi bakması sinirimi bozunca yataktan kalkarak buz kovasından bir kola çıkardım. Anında soğuktan donan elime aldırmadan açtım ve kafama diktim. Asidi hayata tutunmamı sağlıyormuşçasına yudumladım ve Kaya’nın gülmesini duyunca yarısı boşalmış kutuyu dudaklarımdan ayırdım.
“Bu kadar sevdiğini bilseydim daha fazla alırdım.”
Omuz silktim. Bu kadarıyla da yetinebilirdim. Özellikle Kaya aldıysa. Adam katillikten korumalığıma atanmıştı sanki. Ara sıra beni kötü adamlara teslim eden bir koruma.
‘Olsun.’ dedi iç sesim. ‘Sonunda seni kurtaran yine o oluyor. Baban değil.’
Ve ben ilk defa iç sesimi yastıkla susturmak değil de, ona plaket uzatmak istedim. Kayla tiksintisini bastırma gereği duymadan bana baktıktan sonra havaya karıştı ve yok oldu. Ona aldırış etmedim. Şu an kısa süreli de olsa cehennemimden kurtulmuştum ve bunun huzuruyla içimi doldurmak istiyordum. Bu gece de paçayı yırtmıştım. Sırıttım.
“Neye gülüyorsun? Söyle bende güleyim.”
“Sadece olacak olanı bu gece de geçiştirmenin sevincini yaşıyordum ama şu an böyle söyleyince anlamsız geldi. Eninde sonunda kaçınılmaz son olacak.”
Viskisini kafaya dikti ve arkasını dönerek yenisini doldurmaya başladı.
“Belli olmaz. Takma kafana sen.”
“Nasıl belli olmaz?”
Nefesini gürültüyle dışarı verdi.
“Sana soru sormayı yasaklamıştım en son.”
“Evet.”
“Hala geçerli haberin olsun.”
Dudaklarımı büktüm.
“Bari üzerime uygun bir şey verseydin.”
“Pijamaların çekmecede.”
Kaşlarımı kaldırarak çekmeceyi açtım ve dün gece giydiğim kareli pijamaları elime aldım. Kaya’nın yanından geçerek banyoya girdim ve elbiseyi pijamalarla değiştirdim. Aynadaki görüntüm güzeldi ama makyajımın birazını çıkararak biraz daha sade bir görünüm vermeye karar verdim. İşim bittiğinde elbiseyi koluma asarak içeri girdim. Kaya yatağın ona ait olan sol tarafında uzanıyordu. Altında siyah bir kot pantolon vardı ama üzerinden çıkardığı siyah tişörtü koltuğun üzerine fırlatmıştı. Çıplak kaslı göğsü gözlerimi rahatsız edince tişörtün yanına elbisemi bıraktım ve yatağın bana ait olan kısmına, Kaya’dan olabildiğince uzak yerleşerek uyumadan önce bir kola daha içmeye karar verdim.
“Miden delinecek.”
“Ölümüm koladan olsun.”
“İlginç bir ölüm seçimi.”
“Fuhuş ve uyuşturucu işlerine bulaşmış bir örgüt tarafından öldürülmekten iyidir.” dedim kinayeli bir biçimde ve ona sırtımı dönerek yatağa uzandım.
“Sorgulama nasıl geçti?”
Parmakları sırtımdaydı. Yutkundum.
“İyi. Sadece tırnaklarımı sökmekle tehdit etti.”
“Hayatının macerası.”
“Hı hı. Sağ kalırsam eve dönünce romana dönüştürmeyi planlıyorum.”
Güldü.
“Çok satar.”
“Biliyorum.”
“Çünkü içinde ben varım.”
Egoist tavrına güldüm.
“Biliyorsun, harikayım ben. Bugün bana bir kez bakan beşinci kez bakarken arabayı trafik lambasına geçirdi.”
“Görmeyi çok isterdim.” dedim keyiflenerek. İki arkadaş gibi sohbet edip gülen bir katil ve fahişe dışında her şey olan bir kız. İlginç bir ikili.
“Uyu artık.”
Omuzlarımı sıktı ve elini çekip bana arkasını döndü. Siyah oyma dolaba baktım. İçimi çektim ve beynimi kemiren bir kurdu cımbızla tutup dışarı çıkardım.
“Bir şey sorabilir miyim?”
O da içini çekti.
“Sadece bir soru?”
“Sadece bir soru.” diyerek onayladım.
“Sor bakalım, başımın belası.”
“Dövdüğün adam kimdi? Arkadaş olduğunuzu söyledi ama...”
“Sadece bir tanıdık. Sözümü dinlememenin ne demek olduğunu unutmuş bir tanıdık.”
“Her sözünü dinlemeyeni döver misin?” Tanıştığımız geceyi hatırladım ve ürpererek ekledim. “Ya da o geceki gibi öldürür müsün?”
“Gördüğünü biliyordum.” Dedi ve kısa bir sessizlikten sonra meraklı bir şekilde sordu. “Bir katil olmam seni rahatsız etmiyor mu?”
“Bana zarar vermezsin.”
Bana döndü ve sert soğuk bir şeyi boğazıma yasladı. Ensemdeki tüyler elektriklendi. Kalbim kulaklarımda atarken soğukkanlı fısıltısıyla korkumun vitesini arttırdı.
“Şu an bu bıçak ile boğazını deşmemem için bir neden söyle bana.”
“Oteldeyiz.”
Güldü.
“Yeterli değil.”
Yutkundum.
“Beni öldürecek olsan bu kadar zahmete katlanarak beni defalarca kurtarmazdın.”
Soğuk bıçağın boğazımdan çekildiğini hissettim. Dudaklarının arasından süzülen sıcak nefesi ensemi ve omuzlarımı yakıyordu. Biraz daha yakınlaştı, vücudunu vücuduma yapıştırdı.
“Kendine bu kadar güvenme.”
Ve geri çekilip kendisine ait yaşam alanına döndü. Kaya’nın dengesiz hallerine alışmaya başladığımı düşünsem de beni sürekli şaşırtması onu hiç tanımadığımı hatırlatıyordu bana.
“Beraber uyumasak olur mu?” diye sordum. Sürekli değişime uğrayan ruh halinin gece beni bulmasını istemiyordum.
“Olur.” diye cevap vermesi beni şaşırttı.
“Gerçekten mi?”
“Evet, istersen yerde uyuyabilirsin.”
Ve Kaya Dinçer’in mizahı bir kez daha beni hayata küstürmüştü. Kaya’nın bana aldığı kola kutularına bakarak gülümsedim ve gözlerimi kapadım. Şu an tek isteğim ve ihtiyacım olan beynimle olan kontağımın kesilmesi ve uykuya dalmaktı. İşe yaramaz koyunlar yerine kola kutuları sayarak uykuya çekildim. Son düşüncem bu kola kutularından birini saklayıp saklayamayacağımdı.

KORELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin