BÖLÜM~8~ YAZGI

277 35 15
                                    

~YAZGI~

Leyla geç saatlere kadar içeri girmeye yanaşmadı. Tepelerindeki dallar, ay ışığını neredeyse bütünüyle engelliyor, ona ağaçlardan oluşan sonsuz bir labirentin içindeymiş hissi veriyordu. Tek rehberi karanlık dereydi. Üzerine avuç içi büyüklüğünde parçalar halinde düşüp hareketli yakamozlar oluşturan ay ışığıyla büyülüymüş hissi uyandıran dere, onu kendine çekiyor gibiydi. Başında tam da bu şekilde sessizce oturup günler ve geceler boyunca suyu izleyebilirdi. Saçlarını havalandıran hafif esinti, çıplak kollarını ürpertiyor, ruhunu okşayarak ona huzur veriyordu.

Suskun bir mutlulukla gözlerini yumdu Leyla ve bu masallara yaraşan mekanın güzelliğini içine çekerek iç geçirdi. Başını genç adamın omzuna yasladığının farkında bile değildi.

Rüzgar, hafifçe yer değiştirip kolunu omuzlarına sardığında göğsüne iyice yerleşerek tekrar iç geçirdi. Ruhunun kozasından sıyrıldığını, mutlu titreşimlerle kanatlanıp özgürlüğe doğru uçtuğunu hissediyordu. Rüzgar'ın güvenli kollarında ilk defa bütünüyle kendisiydi. Zamanın durduğu bu zifiri boşlukta hiçbir sorumluluğu, gözetmek zorunda olduğu kimsesi yoktu. Sadece o vardı. Ve bir de onu kelepçelerinden azat eden Rüzgar.

Rüzgar, yeşil çimenlerle kır çiçeklerinin kokusuna karışan mayhoş esansı içine çekti. Genç kadını daha sıkı sarıp yanağını başına yaslayarak gözlerini yumdu. Göğsünde uysalca soluklanan bu muhteşem yaratık gül gibi kokuyordu. Leyla, diye düşündü ve göz kapaklarında bembeyaz güllerden oluşan bir buket canlandı. Boştaki eliyle uzanıp genç kadının yanaklarını usulca okşadı.

Teni de bir gül yaprağı kadar yumuşak ve pürüzsüzdü. Aynı serin ve kadife hissi uyandırıyordu.

İçinde bulundukları anın büyüsünü hissetmemek imkansızdı. O sert, kontrollü, keskin pençeli hırçın kedi; o kavgacı, boyun eğmeyen, inatçı kadın gitmiş yerine büyüleyici tatlılıkta bir uysallıkla kollarına sığınan naif bir kadın gelmişti. Rüzgar ilk defa onun çok genç, çok kırılgan olduğunu fark ediyordu. Baba evinin güvenli rahatlığında iplerini sıkı sıkı tutarken burada, hiç bilmediği bu yerde ve gerçekte hiç tanımadığı bir adamın kollarında her türlü bağdan uzak, gönüllü bir teslimiyet içinde huzurla uyuyordu.

Ona ablasının onu neden ilaçla uyuttuğunu sorduğunda genç kadının verdiği cevabı hatırladı. "Kendi yatağımdan başka yerde uyuyamadığımı biliyor çünkü," diye yanıtlamıştı Leyla omuz silkerek. Oysa şu anda...

Bölük pörçük görüntüler üşüştü zihnine. Leyla annesini yatıştırıp onları gevezeliğinin işkencesinden kurtarıyor... Ablasının başından bir saniye olsun ayrılmadan babasına yakalanmaması için gözcülük yapıyor... Saman alevi gibi bir anda parlayan Burhanettin Bey'in öfkesine tatlı diliyle bir avuç su serpiyor... Evin tek çalışanı olan uyuşuk kadını aman vermez bir otoriteyle yönlendiriyor... Oradan oraya koşturarak evi ve aileyi bir arada, ayakta tutuyor; dimdik durarak sorumluluğu körpe omuzlarında taşıyordu.

Ezici bir suçluluk hissetti Rüzgar. Onu nasıl da düşüncesizce yargılamış, onlara karşı geçimsiz tavırları için nasıl da ağır şekilde suçlamıştı. Halbuki evden gitmeleri için diretirken bile ablasını korumaya çalışıyordu.

Üzüntüyle fark etti. Birkaç günlük gözlemlerinde Leyla'nın salt kendisi için istediği tek şey, odasının pudra pembesine boyanmasıydı. Ve o bile alçakça planlarının kurbanı olmuştu.

Göz kapaklarını araladı ve gözbebeklerinde cayır cayır yanan bir pişmanlıkla karanlık geceye baktı. Hayır, ilk izleniminde yanılmamıştı. O gerçek anlamda bir melek; kendini geride tutup ailesi için yaşayan, kanatlarından zincirlenmiş bir iyilik perisiydi.

ELMASHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin