~HİÇLİK~
Leyla gecenin bir vakti uyandığında kan ter içindeydi. Yattığı koltuktan sıçrayarak doğruldu ve gördüğü kabusun etkisinden sıyrılmaya çalıştı. Bedenini esnetmeye çalışınca her yerinin tutulduğunu fark etti.
Kurumuş gözyaşlarıyla gerilen yüzünü yıkamak için banyoya yönelirken onsuz yatmaya dayanamadığı yataklarına özlemle baktı. Rüzgar hala dönmemişti. Ne kadar kalacağını söylememişti ama şimdiye kadar dönmesi gerekmez miydi? Acaba dönmeye niyeti olmayabilir miydi?
Yüzüne su vurduktan sonra aynaya baktı ve görüntüsünden ürktü. Rüzgar, ondan daha güzel bir kadınla kendine yeni bir hayat kurmaya karar vermiş olabilir miydi? Ondan daha çekici, onun kadar toy olmayan ve asıl önemlisi aşkını kabul edip ona aynı derecede aşık olacak bir kadınla?
Kalbini sıkıştıran bu korkuyla nefesi daralınca kendini dışarı attı ve derenin kenarında amaçsızca yürümeye başladı. O çok sevdiği dere şu anda genç kadına huzur vermiyordu. Tıpkı onu ilk kez gördüğü gecede olduğu gibi etraf karanlık olsa da ay, derede yakamoz oluşturmuyordu. Rüzgar yokken hiçbir şey aynı değildi. Yediği en leziz yemekler çamur, büyülü dere ise balçıktı. Onsuz hayatın ne tadı vardı ne de anlamı. Rüzgar, kelepçelerinden kurtardığı kanatlarını kırıp da gitmişti sanki.
Karamsar düşüncelerle yürümeye devam ederken kaybolduğunu fark etti genç kadın. Ne kadar uzaklaştığını ya da ne zamandır yürüdüğünü bilmiyordu. Ama havanın hala karanlık olmasına bakılırsa evden çıkmasının üstünden fazla vakit geçmiş olamazdı. Öte yandan uyandığında saatin kaç olduğunu bilmiyordu. Belki de henüz yeni dalmıştı o korkunç, Rüzgar’ın onu terk ettiği kabusu gördüğünde.
Tedirginlikle ürperen kollarını elleriyle ovuşturduğunda buz gibi olduğunu fark etti. Üzerine bir şey almadan çıkmıştı ve hissetmemiş olsa da üşümüştü.
Etrafına bakınarak nerede olduğunu kestirmeye çalıştı ancak karanlıkta seçebildiği hiçbir şey gözüne tanıdık gelmedi. Tedirginliği korkuya dönüşürken çok uzaklaşmış olduğunu anladı ve geldiği yönden geri yürümeye başladı.
Yürürken etrafına hiç dikkat etmemişti. Dereyi takip etmeyi ne zaman terk etmişti, hiç bilmiyordu. Yönünü kestirmeye çalışarak yüzünü gökyüzüne çevirdiğinde bulutların ayı ve yıldızları perdelediğini gördü, yakında yağmur yağacaktı. Adımlarını telaşla hızlandırarak takip ettiği yola devam ederken bir yol ayrımına geldi ve yanlış yönü seçerek farkında olmadan uçsuz bucaksız çiftliğin en ıssız tarafı olan güney sınırına doğru ilerledi.
Dakikalar sonra ilk yağmur taneleri ince pijamasına işleyip bedenine ürpertiler yollarken koşmaya başladı. Bir kabusun içinde gibiydi. Sabah yaklaşmış olmalıydı ancak muhtemelen bulutlar yüzünden güneş yüzünü gösteremiyor, karanlığı bertaraf edemiyordu. Var gücüyle koşmasına rağmen yeri kaplayan ince çamur örtüsü yüzünden yeterince hızlı ilerleyemiyor ve ayağındaki ev terlikleri yüzünden de ara sıra kayıyordu.
Pes etmeyerek nefes nefese ve sırılsıklam halde ilerlemeye, evine varmak için çabalamaya devam etti.
Sızlayan bacaklarıyla kayışını kontrol edemeyip dizlerinin üstüne düştüğünde sığınabileceği bir yer olmadığını nihayet kabullendi. Kaybolmuştu. Avuçlarını da çamura dayayarak başını gökyüzüne çevirdi ve yağmurun yüzünü dövmesine izin verdi. Bu karanlık ve ıssız dünyada kaybolmuştu.
Gözyaşları yağmura karışıp sel olurken çok da uzağında olmayan bir ağaca yıldırım düştü. Sarsıntıyı tüm bedeninde hisseden Leyla korku dolu bir çığlıkla yerinden fırladı ve nereye gittiğini bilmeden koşmaya başladı. O ilk yıldırımın ardından hızlanan yağmurda peş peşe çakan şimşeklerle engel olamadığı çığlıklar atarken ellerini kulaklarına bastırdı. Korktuğu gök gürültüsü müydü yoksa kendi çığlıkları mıydı bilemiyordu. Kendini kaybetmişti. Aklındaki tek düşünce Rüzgar’dı. Hıçkırıklarının arasından onun adını haykırıyordu.
“Rüzgar! Neredesin, Rüzgar! Kurtar beni…”
Yaşlarla kör olmuş gözleriyle sel suları için açılan kanalı fark edemedi ve çığlıklar atarak kanalın içine düştü. Su, yorgun bedeninin karşı koyamayacağı kadar güçlüydü. Bir yerlere tutunmaya çalışsa da sele kapıldı ve derin bir yarığa yuvarlandı. Yarıktaki beline kadar gelen su düşüşünü yumuşatmış olsa da dev kazanına benzeyen çukurun tabanı büyük kayalarla kaplıydı.
Acıyla çığlık atarken ayak bileğinin kırılış sesinin içine işlediğini hissetti. O sesi ömrünce unutamayacağını biliyordu, hemen şu anda ölebilmeyi diledi. Olduğu yerde kıvranırken sırtını topraktan duvara dayayarak sağlam ayağının üstünde dengede durmaya çalıştı. Göremiyordu ama su yükselmediğine göre yarık devam ediyor olmalıydı. El yordamıyla yokladığında bir çıkıntı, yüksek bir taş buldu ve sürünerek ulaşıp üstüne oturdu. Dişlerini sıkarak başını geri yasladı ve acıyla inledi. Soğuk suyun uyuşturduğu bedeninde acı katlanılabilir düzeydeydi. Öte yandan genç kadın kırık ayağını kısa zamanda unutuverdi ve gözlerini kapayıp açtığında kendini birden yıllar öncesinde buldu. Küçük bir kız çocuğuyken düştüğü kuyudaydı. Ancak bu sefer çaresizce sayıkladığı Kerem değildi.
“Rüzgar…” diye inledi. “Kurtar beni…”
Gözleri kapanırken hala genç adamın adını sayıklıyordu. Sonrası… hiçlikti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELMAS
RomanceBazı özgürlükler esaret altında başlar... Birine ait olduğunda buluverir insan özünü... Kanat oluverir tutsak eden eller ruhuna... Güvenli sığlardan bilinmez okyanuslara atar yürek kendini ve en derin yerde bulur o sert kabuğunda saklı inciyi, eş...