~YABANCI KOLLAR~
Akşam olmasına rağmen Leyla evine dönmeyince ve Rüzgar da ortalarda görünmeyince Bulut bir şeylerin ters gittiğinden iyice emin oldu. Görünüşe göre ilk kavgalarını yapmışlardı ve yengesinin dönmeye niyeti yoktu. En azından tek başına. Bulut karısını bir kenara çekip Leyla'nın bir şeyler anlatıp anlatmadığını sordu ancak aldığı tek yanıt, ağabeyinin terk edildiğiydi.
Genç adam söylenerek kulübenin yolunu tuttu ama Rüzgar'ı orada bulmayı beklemiyordu ve bulamamıştı da. Çocuk denecek yaştalarken Haşim Bey'in onları götürdüğü köy meyhanesine doğru yol alırken homurdanıyordu. Ağabeyleri o gün onları istedikleri kadar içmekte serbest bırakmıştı. Ertesi gün ikisi de artık ne kadar içeceklerini biliyorlardı.
Masalardakileri başıyla selamlayarak arkalara doğru ilerledi ve küçük bir masada yalnız oturan Rüzgar'ın karşısına yerleşti. Masada şişe, sürahi ve ince bardakların dışında bir şey yoktu ve ağabeyi de dalgın görünüyordu.
"Bakıyorum yine mezesiz içiyorsun," diye takıldı. "Hem de tek başına!"
Rüzgar daldığı derinlerden sıyrılarak bakışlarını kardeşine çevirdi.
"Hayırdır? Seni de mi karın terk etti?" Leyla'nın onu terk ettiğine hala inanamıyordu. Henüz kaç gün olmuştu ki? Öte yandan erkeklik egosunun aldığı yarayı normal karşılamış olsa da gerilerde hissettiği sızıyı anlamlandıramıyordu.
"Ağzından yel alsın!" diye homurdandı Bulut, ilk dubleyi kafasına dikerek. Ardından bir yenisini doldurdu ve onu da dikti. Sonra da gözlerinden ateş çıkarak baktı ağabeyine. "Burada böyle kendini içkiye vurarak karını geri döndürebileceğini sanıyorsan yanılıyorsun."
"Ne yapmamı önerirdiniz sevgili evlilik doktoru?" diye homurdandı Rüzgar ancak yanıt beklemiyordu. Durumunun umutsuz olduğunu kabullenmeye başlamıştı. Belli ki kadınları anlamaya yarayan yetiden mahrumdu. Bu düşünceyle çektiği acıyı bastırmak üzere renksiz, ağır kokulu sıvıyı devirdi. İki yangın birbirine karışırken tuhaf, sancılı bir rahatlama hissediyordu.
"Önce durumun vahametini bilmem lazım," dedi Bulut ağabeyine düşünceli gözlerle bakarak. Rüzgar'ın haline bakılırsa durum sandığından da sıkıntılıydı.
"Kerem evime, evimize gelmiş," diye açıkladı genç adam tükürür gibi. Bunu hala hazmedememişti. Leyla'nın sadakatine sonuna kadar güvense de kendini sırtından bıçaklanmış, ihanete uğramış gibi hissediyordu. Kıskançlık nasıl bir lanetti böyle!
Bulut arkasına yaslanarak alçak perdeden bir ıslık çaldı. Demek konu kıskançlıktı. Tutku'yla o da ilk kavgalarını bu temada yapmışlardı. O anıyı hatırladıkça hala kan beynine sıçrasa da Leyla ve Rüzgar adına mutluydu. Nihayet ilişkilerine tuz-biber katmaya karar vermişlerdi demek.
"Sen de adamı tekme tokat dışarı attın, öyle mi?" diye sordu, memnuniyetini gizleme gereği duymadan.
"Lanet olsun, hayır!" diye homurdandı Rüzgar. "Ben geldiğimde gitmişti."
Bulut kaşlarını kaldırdı. Kerem'e haddini bildirememiş olmak Rüzgar'ı mahvetmiş olmalıydı.
"O halde sinirini Leyla'dan çıkardın?" diye yeni bir tahminde bulundu.
Rüzgar gözlerini devirerek homurdandı.
"Denedim, demek daha doğru olur. Bu kadın... yemin ediyorum beni delirtecek! Suçlu benmişim gibi bağırıp çağırdı sonra da gitti."
Hala inanamıyormuş gibi başını sallıyordu. Bulut kıkırdayınca ona ters ters baktı. Bu çocuğun derdi neydi?
"Terk edilmiş olmamın niye bu kadar hoşuna gittiğini öğrenebilir miyim?" diye sordu sertçe.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELMAS
RomansaBazı özgürlükler esaret altında başlar... Birine ait olduğunda buluverir insan özünü... Kanat oluverir tutsak eden eller ruhuna... Güvenli sığlardan bilinmez okyanuslara atar yürek kendini ve en derin yerde bulur o sert kabuğunda saklı inciyi, eş...