Multimedia'da Luke'un Pensilvanya'daki evi var.
Göğsümde uyuyan Tom'un saçlarını okşarken bir yandan da tavanla telepatik bağ kuruyordum.
Saat akşam 8-9 falan olmalıydı ama yine de Tom uyumuştu çünkü köpek gibi attığım zaman koştura koştura topu alıyor ve bana geri getiriyordu.
Tom'un üstümde yatışı bana Edward'la olan uykularımı hatırlatıyordu ve bu hiç de güzel hissettirmiyordu. Yani tamam güzel bir histi ama onu özlediğimi fark ediyordum.
Onunla ilgili unutamadığım anılarım vardı.
Mesela benim piercingimi yaptırdığım ve onun dövmesini yeni yaptırdığı zamanlarda Mr. Blue'nun Edward'ı dersten kovmasını çok iyi hatırlıyordum.
Ardından ben de evine gidip yanına yatmıştım. Yarı uyanık bir şekilde beni göğsüne yatırmasını unutamıyordum.
Tom'un hâlâ uyumasına inanamasam da o kucağımdayken yavaşça ayağa kalktım ve onu beşiğine yatırıp tekrar odama geçtim.
Yine o yalnız kalıp ağlamak istediğim zamanlardan birine daha gelmiştik.
Onun yattığı yastığa sıkıca sarılsam da kokusu yoktu yastıkta. Kokusu da kendisiyle birlikte gitmişti işte.
Aklıma gelen fikirle gardırop kapağını hayvan gibi açıp içinden o gri kapşonlu hırkayı çıkardım. Yastık değişse bile o kıyafet değişmezdi herhalde.
Burnuma gelen kokuyla gülümseyerek hırkayı yastık niyetiyle kullanarak yatağa geri uzandım.
Edward'ın burada bıraktığı birkaç kıyafet vardı ve bu onlardan biriydi.
Şu an kendimi Harry Potter'da ölüm yadigarlarını bulmuş gibi hissetsem de bunu umursamadım ve camdan dışarıyı izlemeye devam ettim.
Hırkaya sarılmış bir şekilde uyumaya çalışırken kapım tıklatıldı.
-"Luke, uyuyor musun?" annemin sesiyle doğruldum.
-"Hayır."
-"Mr. Johnson geldi. Seninle görüşmek istiyormuş." kaşlarımı çatarak ayağa kalktım.
Banyoya geçip elimle saçımı taradıktan sonra telefonumla birlikte aşağıya indim.
Salonda annemle sohbet eden Mr. Johnson beni görünce ayaklandı ve annemle vedalaşıp ikimizi dışarı çıkardı.
-"Gel bakalım Luke, seninle biraz sohbet edelim." konuşmayıp sadece onaylar biçimde başımı eğdim.
Sessizce arabaya binip bir kafeye geldikten sonra kafede bir masaya oturduk.
-"Ben ekspresso alacağım."
-"Ben de white chocolate mocha." dediğimde garson kız yanımızdan ayrıldı. Hmmm... Hanım kızımız da pek hamarat.
-"Luke, bence seninle konuşmak istememin nedenini biliyorsun." onaylarca başımı salladım. Aman işte oğlumla barış falan diyecek. Klasik şeyler...
-"Beni aslında Edward gönderdi." ilgimi çeken konulara girmişti.
-"Ne demek istiyorsunuz?" dirseklerini masaya yasladı ve ellerini birleştirdi.
-"Size geldiğimiz akşam senin peşinden evden ayrıldı. Fakat eve geldiğinde yıkılmış gibiydi Luke. O akşam ne oldu?"
-"Benimle barışmak istedi. Fakat bu... Sandığı kadar kolay bir şey değil." kafasıyla beni onayladı.
-"Bak, istersen Edward'la konuşur bir daha yüz yüze bile gelmemenizi sağlarım ama bunun olmasını istediğini zannetmiyorum." bu sefer kafasıyla onaylayan kişi bendim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umut Her Zaman Vardır
Ficção Adolescente18 yaşındaki Luke,özel bir durumu yüzünden çevresinden ve okulundan kendini tamamen soyutlamıştır.Onunla tanışmaya çalışan herkesi reddettiği için bir süre sonra çevresi de onu reddetmeye başlamaktadır. Fakat bu sene okullarına Fransa'dan yeni gelen...