Hoşlanmak neydi?
Sevgi neydi?
Onu gördüğün an tüm bedeninin tir tir titremesine engel olamamak mı? Kalbinin isyan edercesine yerinden hoşnut olmamış, kuş gibi çırpınması mı? Yanında söyleyeceklerinin düğüm olması mı? Onun yanında saçmalamak mı? Onu kırdığını hissettiğinde kalbinin uçurumdan düşmüş parça parça olması mı? Onu kaybettiğini sandığın anda deli gibi korkmak kendini öldürme isteğiyle dolup taşmak mı?
Eğer bunlarsa ben tüm bunların hepsini tam karşımdaki kişiye karşı hissediyordum. Rüzgar'a karşı..
Yutkundum, böyle olmamalıydı. Olmaması gerekiyordu. Nasıl bu hale geldi? Rüzgar'ın Beril'den Beril'in Rüzgar'dan, benim Can'dan hoşlanmam gerekiyordu. Ben Rüzgar'a karşı bir şeyler hissettiğimi bilmiyordum. Can'ın dediklerine vararak şuan öyle sanıyordum. Rüzgar ise benden değil ama Beril'den de hoşlanmıyordu. İşin en kötü tarafı ise ben Rüzgar'dan hoşlanıyorsam eğer, Beril de onu unutamamışsa iki en yakın arkadaş olarak bu çocuktan hoşlanıyorduk. Bu sanırım en büyük işkence olabilirdi ve benim Rüzgar'dan hoşlanabilme hakkım yoktu. Bunu yapmamalıydım. Beril, olacaksa onlar birlikte olsun. Hem iyi yönden bakmak lazım. Can belki bana hislerimi değiştirebilirdi.
Can'ın gözlerinin içi parlarken gülümseyememiştim bile. Ve kendim. Şuan ben öleyim ya gerçekten. Bu durumda olmaktansa öleyim ben. Anlık bir hareketle Can bana sarıldığında elimdeki kağıtlar yere düştü ve Rüzgarla göz göze geldim. Bana öyle bir bakıyordu ki. Tıpkı o gece otobüsteki gördüğüm Rüzgar'dı. Hatta aynısıydı. Öyle ruhsuz, öyle ifadesiz bakıyordu ki suratıma. O an kendimi sanki bir boşluktan düşüyormuş gibi hissettim. Sonsuz, ucu bucağı olmayan bir boşluk. O karanlığı andıran gözleri şuan bana o kadar çok derin anlamlar bırakıyordu ki. Can bana sarılırken ellerim açık kalmış ona sarılamamıştım. Rüzgar beni o boşlukta bırakıp gitmişti. Terasta şuan Can ve benden başka kimse yoktu. Hemen Can'dan ayrıldım.
"Şey, ben öyle sevinçten, bir anda oldu kusura bakma."
"Can ben evet dedim ama sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum."
Can'ın bir anda suratı düşse de gülümsemeye çalıştı. Sende çok iyi birisisin be Can. Her halde gülümsemeye çalışıyorsun ama hissedemiyorum işte.
"Bana hoşlanmayı öğretebilirsin diye kabul ettim. O zaman mutlu olabiliriz. Ama eğer hoşlanamazsam seni daha fazla üzmeye hakkım yok. Ayrılırım senden. Kusura bakma ama bende böyleyim işte patavatsız konuştum şuan belkide ama inan ne yapmam gerekiyor bilmiyorum. Ama bildiğim tek bir şey var, onu da söyledim zaten."
Can kafasını salladı.
"Anlıyorum. İnan bana sende benden hoşlanacaksın. Bana güven."
Kafamı salladım.
"Neyse ben hazırlanacağım."
Hızla Can'ın bir şey demesini beklemeden asansöre bindim. Ardından aynadan kendimle göz göze geldim.
"Yine bir şeyi beceremedin. Yine birilerini kırdın."
O an kendim konuştuğum yansımama cevap verdim.
"Bilerek olmuyor ki. Niye böyle oluyor anlayamıyorum!"
Şuan ne yaptığımın farkında mıydım? Şizofrenler gibi kendi yansımamla diyalog içerisindeydim. Aynaya yönümü döndüm. İkinci kata geldiğimde hızla odama girdim. Beş dakika içerisinde hazırlanıp dışarıya çıktım. Beril'i aradı gözüm. Onu gördüğümde koşarak yanına yaklaştım. Beril beni görür görmez sevinçle sarıldı.
"Canım arkadaşım Cankuşumla çıkıyormuş!" Dedi sevinçle. Sevinemedim.
"Hıhı."
Beril beni kendinden ayırıp süzdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Portakal Aşkı #Wattys2017
Novela JuvenilBir portakal suyu, bir insanın hayatını ne kadar değiştirebilir ki? 0506*** ** **: Miray. 0506*** ** **: Telefonunun şarjı mı bitti? 0506*** ** **: bu yalan işini uzatma bu kadar bak, söylemem gerekirdi ama uyuzluk olsun diye söylemedim işte. 0506...