Savaş'ın siyah arabasına binerken arabanın anahtarını Kuzey'den ne zaman aldığını merak ediyordum. Kapıyı kapatıp ikisi ön koltuğa oturunca Savaş motoru çalıştırdı. Camdan dışarı baktığımda şu kapıdan tek başına çıkma isteğim, bana kendini o kadar batırmıştı ki, ruhumu bedenimden süzüp burada yok olmak istemiştim.
Arabanın hareket etmesiyle kendime gelirken dikiz aynasından bana bakan mavilerini gördüm. İçindeki tüm boşluğu gözlerinin çatısının altına almış, öylece bana bakıyordu. Direksiyonu o kadar gevşek tutuyordu ki bir an kollarının bacaklarının üstüne düşeceğini düşünmüştüm. Ah, evet. Bana bakınca pişmanlığı su yüzüne çıkıyordu. Neydim ben? Pişmanlığın, keşkelerin, acının beden bulmuş hali?
Onun için öyle olduğuma şüphe yoktu.
Savaş'ı içinde hapsolunabilecek köhne bir eve benzetiyordum. Duvarlarındaki ışıldayan aynayla, bana ne kadar berbat bir çöplüğe düşeceğimi hiç çekinmeden gösteriyordu. Çöplükte genç, güzel ama bir o kadarda acınası bir katil, çocuğunun gaddarlığına uğramış bir baba, dağın başında bir ev ve o çöplüğe atılmaya hazırlanan suçsuz bir ben vardı.
"Kıyafet bakmaya gidiyoruz," dedi. Sesi çok derinlerden geliyor gibiydi, kısıktı.
"Davete nereye gidiyoruz?" dedim. Kukla gibi yönetilen ben için hiçbir şey fark etmiyordu. Kuzey, dikiz aynasından bana baktı. "Boşa kürek çekiyorsun" der gibiydi. Tadı acı olan bakışlarını gözlerimde gezdiriyordu. Savaş'a kısa bir bakış attım. Doğruca yola bakıyordu ve umurunda olan hiçbir şey yokmuşa benziyordu. Aklındaki işçiler, ilerisi için senaryo yazıyor olmalıydı.
Onun ne kadar yorgun olabileceğini düşündüm.
Yirmi üç yılda ne kadar yorulabileceğini teyit etmeye çalıştım. Tek yaşamaktan, ailesi tarafından umursanmamaktan, önemsenmemekten, sadece dış görünüşünün sevilmesinden yorulmamış mıydı? Kötü huylu hayatı, onun gücüne çelme takıyordu. Ruhunun duvarlarını çakıyla ince ince çiziyor, akan kanı izliyordu. Buna rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranmayı başarabiliyordu.
"Gidince görürsün," dedi Savaş. Kuru sesi insanda berbat bir his bırakıyordu. "Ama ilk önce eve uğramalıyız."
Yerimde kıpırdanırken burnuma tırmanan o ter kokusu, midemi bulandırmıştı. Ceketimin fermuarını kokunun yayılmaması için boğazıma kadar çektim. Belki evde duş alabilirdim. İlçenin dışına çıkıp etrafı ağaçlarla çevrili olan yola vardığımızda Savaş biraz daha rahatlamış görünüyordu.
"Savaş," dedi Kuzey. "İş bitince ne yapacağız?"
Cümlesindeki haklılık payı nirvanaya ulaşmıştı. Boşuna mücadele ettiklerini anlıyordu ama bundan vazgeçmiyordu. Bu, yanlışın üzerine bile bile basmaktı. Aptalcaydı.
"Ben kurtulurum. Aklımda bir planım var," dedi Savaş. Planını gerçekten merak ediyordum ama anlatacak gibi durmuyordu. Belki de Savaş için bu yolun gerçekten de bir sonu vardı. Sonun iyi veya kötü onun için fark etmiyordu. Sonu vardı.
O yolun dikenli olduğunun farkındaydım. İşin sonuna geldiğinde yara alacağına dair canımı verebilirdim. Kaybedecekse eğer, hayatının nasıl değişeceğini merak ediyordum. Gözlerine bir gözlük gibi yerleşmiş olan mağlubiyet ile çevresini izlemek, acınasıydı.
Bu, her yeri siyah görmekti.
Savaş'ın bencilce verdiği cevap Kuzey'in hiçte hoşuna gitmemişti. Tek başınaydı. Sesli bir nefes alarak kendini koltuğa daha çok bastırdı. Dikiz aynasından onun esmer yüzünü inceledim. Önümdeki bu iki güzel erkeğin suçlu olması üzücüydü. Kuzey kesinlikle bir kolejdeki popüler, kızların hayran olduğu çocuk olmalıydı. Hayat, ona yaşamını belirlemesi için soru sormuştu ve o kesinlikle yanlış şıkkı işaretlemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytan Diyor Ki
Novela Juvenil"Sen hangi bataklıkta açan çiçeksin?" Korku hikayesi değildir. Tamamlandı. Kapak:@minervagibi