Deren Gürler
Koşa koşa evimin önüne geldiğimde ciğerlerimin dinlenmesi için durdum. Soluğum kesilmişti. Neredeyse 1 saattir aralıksız koşuyordum. Annemin ben eve gelmeden önce uyanıp beni evde görmeme ihtimali ödümü patlatıyor, ayaklarıma gaz veriyordu. Sabahın bu saatinde ortalıkta tek tük insan vardı ama yine de tanıdık biri görecek korkusuyla acele ediyordum. Akrabalarımın evleri buralardaydı, bu yüzden onlarla karşılaşma ihtimalini düşünemiyordum bile.
Nefesimi düzene soktuktan sonra doğrulup evimizin bitişiğinde küçük markete doğru adımlamaya başladım. Annem bana nerede olduğumu sorduğunda bir şeyler almak için markete indiğimi söyleyecektim. Saçıma biraz çekidüzen vermek adına onları geriye doğru yapıştırdım. Şanslıydım ki hırkamın cebinde az bir miktar para vardı.
Marketten aldıklarımla oturduğum apartmana ilerlemeye başladım. Uzaktan bakılınca kan ter içinde kalmışa benzememeyi umuyordum çünkü bunun için uyduracak bir yalanım yoktu.
Asansörü çağırıp elimdeki poşetle beklemeye koyuldum. Altımdaki zemin cehennemden çıkma gibiydi. Ayaklarım bir an olsun sabit kalmıyordu. Annemin uyanık olma ihtimali sakinliğimin nefesini kesiyor, heyecanımı tetikliyordu.
Asansöre binip dördü tuşladıktan sonra, aynadan nasıl göründüğüme baktım. Yüzüm hala kızarıktı ama ilk halinin daha beter olduğundan emindim. Terden tenime yapışmış saçlarımı tekrar düzene koydum.
Normal görünüyor sayılırdım.
Oturduğum kata geldiğimde hayatımdaki en derin nefesi ciğerlerime çekip asansör kapısını araladım. Sessiz adımlarla evimin kapısına yaklaştım ve kulağımı kapıya dayadım. Çıt yoktu. En ufak bir ses bile duyamıyordum. Bu, bana kendimi pamuktan yatakta yatıyormuşum gibi hissettirdi. 'Rahatla' diyordu içimdeki ses.
Cebimdeki anahtarı çıkarıp olabildiğine yavaş hareketlerle,şıngırdamasını istemiyordum, kapının kilidine soktum. Anahtarı kilidin içinde döndürmeye korkmama rağmen daha fazla burada bekleyemezdim...yavaşça kapıyı açtım.
Bulunduğum sessizliğin içinde kilit sesi bir binanın yıkılışındaki gürültüye eş değerdi. Kalp atışımı, kanımın damarlarımda gezinişini, yutkunuşumun sesini, hepsini ama hepsini duyabiliyordum.
Hızla ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdiğimde kapıyı usulca arkamdan kapattım. En ufak bir hareketimde poşet hışırdıyordu.
"Deren!"
Duyduğum ciyaklama yüzünden az kalsın çığlık atacaktım ki, karşımda annemi görmemle çığlığım ağzımın içinde soldu. Annem, üstünde sabahlığıyla karşıma dikilmişti. Yüz yıl daha yaşlanmıştı sanki. İfadesinden fark edebildiğim endişesi gözlerinin ışığını kapatmıştı.
Ölgün görünüyordu.
Annem, adeta kanatlanmış olarak çabucak yanıma geldi. Elleriyle yüzümü iki yandan sardığında yüzünü daha yakından inceleme şansım olmuştu. Dudakları öyle solgun duruyordu ki, annemin onları bir cesetten çaldığını düşünmüştüm. Gözlerine kirpiklerinin gölgesi düşmüştü ve açık kahveleri bir çölü andırıyordu.
"Neredesin sen?"
Öfkesini sesine ustalıkla diken annem, bakışlarıyla beni bin kez diriltip bin kez öldürdü. Kızgınlığı içindeki tüm duyguları sömürdüğünden, bana geriye sadece öfkesinin önünde dört ayak üzerine düşmek kalıyordu. Ağzımı açıp önceden planladığım bahaneyi dile getirmek istedim ancak bu kadının bana yönelik öfkeli ve korkulu bakışları karşısında yalanım kelimelerime sarılamıyordu. Dilimin üstüne tonlarca toprak atmışlardı sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytan Diyor Ki
Roman pour Adolescents"Sen hangi bataklıkta açan çiçeksin?" Korku hikayesi değildir. Tamamlandı. Kapak:@minervagibi