Kırık Bardağın Dolu Tarafı

38 2 0
                                    

Ne zaman düşünsem tüm bu anlattıklarımı her seferinde bambaşka hisler oluşuyor içimde. Anıya bağlı değişiyor sanırım.
Bazen her şeye rağmen güzeldi, biz şanslıydık derken; bazen bunları hiç yaşamamış hiç hissetmemiş bir insan olmayı hayal ediyorum.
Evet eminim böylesine Gazi kalmazdım, bunca derin olamazdı hiç bir yaram.
Deli gibi acı çektim ve bu acıyı da sevdim, güzeldi dedim.
İşte bu kırık bir bardağın dolu tarafı.

Öyle çok zaman geçti ki üstünden ben sıralamayı karıştırmaya başladım bir şeyi anlatıp diğerine geçiyorum ve bölüm yayınlanınca eyvah en önemli şeyi unuttum diyorum. O yüzden bu bölümü bir öncekine göre zamanla sıralı değil, içerikle sıralı yazıyorum. Diğer bir deyişle önceki bölüm bardağın dolu tarafını anlatırken bu bölüm aynı bardağın çatlayışını anlatıyor.

Kısa tatilimden bahsettim ve bunun en güzel yanlarından. Şimdi daha derine fakat yine bir özetle inme zamanı.

Apart kiralamıştık, 5 kişi kalıyorduk ve gayet güzel gidiyordu beni oradaki arkadaşlarıyla tanıştırıyorlardı, motorla geziyorduk, denize gidip yüzüyor bazen de saatlerce denize karşı koyu sohbetler ediyorduk. Bunların çoğu S.T ile oluyordu tabi çünkü o sahilde kitap okumayı yüzmeye tercih ederken, onun bilgisini benimle paylaşmasını da ben yüzmeye tercih ediyordum. Yemekler yapıyorduk, içiyor ama tadında bırakıyorduk.
Yıllardır gittiğim o yeri ilk defa bu kadar yakından tanıyordum. Müzik dinleyip saatlerce şarkılar söylüyorduk.
Ama bunları bölen beni sürekli huzursuz eden o tuhaf his sanki hiç gitmiyordu. Ve en güzel anlarda bile aklıma gelip yüzümü düşürüyordu.
Her şey güzeldi ama bir yanım rahatsız ve mutsuzdu. Çünkü Brandon bana gitme demişti. Ben onu her aradığımda benimle soğuk konuşuyordu, bu zaten bana yapabileceği en ağır işkenceydi. Güzel bir an yakalayıp onunla paylaşmak istiyordum, ses tonunu duyunca aslında o anın güzel olmadığına kanaat getirip yaptığım çok yanlış diye düşünüp kendimden nefret ediyordum.

Bu iki üç günüm yalnızca o bana soğuk davrandı diye mahvolmuştu. Onun takdir etmediği bir şey benim de takdirimden çıkar olmuştu.
Bana kızdı, bana sustu, bana soğuktu.
Telefonu her kapattığımda gözlerimi sıkı sıkı kapatıyordum sonra açıp bir kaç dakika yukarı bakıyordum. Ağlamamalıydım çünkü.
Ama canım yanıyordu. O mutlu değilken benim olmaya hakkım yoktu.
Bir olaylar zinciri o tatili inanılmaz derecede aksiyon filmine dönüştürmüştü. Alex'le tartışmamız ve fazla büyütüp küçücük bir olayın farklı boyutlara taşınması. Benim sinirlendiğimi farkedip kimseyi kırmıyım diye dönüp gidişim, benim sakinleşmeme izin vermeyecek şekilde beni sürekli aramaları sonucunda telefonumu uçak moduna alıp deniz kenarında şarkı dinliyordum. Bu durum diğerlerini korkutup beni aramaları gerektiğini hissettirmiş ve bunlar olurken her birinin yaşadığı farklı olaylar sonucunda Stephan'ın bıçaklanışı telefonu açtığım anda bunları öğrenişim koşarak yanlarına gittiğimde herkesin içtiğini görüşüm ve artık yeter diyip Stephanın elinden şişeyi alıp aparttan aşağı fırlatırken aşağıdaki arabayı görmeyişim..
Stephanın bana çok sinirlenip 5. Kattan aşağı sarkıtması fakat sonunda nihayet hepimizin düzelmesi ve dönüş zamanı geldiğinde kendimize gelmiş olmamız yaşadığımız tuhaf olaylar sürüsünün ufak bir kısmıydı.

Telefonumu uçak modundan çıkarışım Brandon'ı aramak istemem ve olayları ona anlatıp biraz sakinleşmek sesini duymak istememdi ancak işim var diyip kapatmıştı telefonu. Bunun sonucunda yine bir hüsran, yine bir keder tabi..

Bunlar benim için 3 ay boyunca çok önemli detaylar olmamıştı, ancak daha sonra yanlışlıkla gördüğüm bir şey bu anıların gözümde tekrar canlanmasına ve değerlenmesine sebep olacaktı.

Döndüğümde bana aileden kimseye ilişkimizi anlatma, kimseye bir şey gösterme ve bahsetme demişti. Beraber aile yemeklerine gidiyorduk ve yıllardır ailelerimize anlatıyorduk bu da nerden çıkmıştı şimdi? Günlerce anlam veremedim ve dürüst olmak gerekirse çok fazla kurcalamadım bu durumu.

Bir gün kuzenimin eşi Melanie bana Brandon'ı sordu. Önceki bölümlerde de anlattığım gibi hep onunla paylaşırdım hislerimi. Bende bir fotoğrafımızı gösterip aman bozulmayalım çok mutluyum dedim.
Sonrasını bilirsiniz iyi dilekler maşallahlar dualar aminler övgüler ve kapanış.

Bizim bu kadarla bitmedi ama maalesef. Fotoğraftan nasıl olduysa(bilmiyorum değil hatırlayamıyorum) Brandon'ın kız kardeşinin de haberi oluyor ve sonra bir kaç kişinin daha.
Hayır olsun olmasına yani yanyana durup gülümsediğimiz bir fotoğraf ne var bunda?
İşte bu da hatırlamak istemediğim halde aklımdan silinmeyen son;
Unutmuyorum, babaannemlerdeydim Brandon'la aramız gayet iyi, birkaç saat sonra buluşacaktık. Beni aradı Alo bile diyemeden dehşet verici bir ses tonuyla bana bağırıp çağırıyor öfke kusuyordu. Fotoğraflarımızı neden insanlar görüyor, sen ne yaptığını sanıyorsun, bunu ödeyeceksin!?
Neye uğradığımı şaşırmıştım.
O an kırıldığım kadar şaşırdığım kadar uzun bir süre şaşırmadım.
Açıklamak için arıyordum ne yaptığımı da tam olarak anlayamıyordum. Zaten bildikleri bir şeyi paylaşmıştım yıllarca elimden tutup herkesin içinden beni çekip çıkaran insan şimdi birlikteliğimizi sevgi sözcükleriyle anlattığım için bana oldukça ağır cümleler kıruyor, beni üzmekten kırmaktan kesinlikle çekinmeden ağzına geleni sayıyordu. Neden?
Neden saklıyorduk? Kimden saklıyorduk?
Ben sevgimi deli gibi haykırmak isterken neden içime içime gömülüyordu çığlıklarım?

Köpekler gibi kendimi affettirmeye çalıştım günlerce. Defalarca git dedi bana omuzlarımı silktim gitmem dedim. Ben yanlış yapmıştım çünkü o bana söyleme demişti ben söylemiştim. Yanlış üstüne yanlış yapıyordum.
Ama beni bu kadar azarlamaya, üzmeye bağırıp çağırıp ağlatana kadar saydırmaya değer miydi?
Bak işte bu kimseye yapılmamalı.
Hele de seviyorum dediğin insana. Acımadan nasıl rahatça üzersin ki seviyorum dediğini? Yapma.
Çünkü sonra gün geliyor her şey değişiyor doğru bildiklerin yalan, saçma buldukların doğru geliyor.
İşte o gün geldiğinde sevdiğini söylediğin insan sana dönüp böyle mi sevdin diyebiliyor, der.
Seven kıyar mı hiç sevdiğine, diyordum..
Yapar mı bunu diyordum. Ya sevmiyodur mümkün değil diyordum, meğer mesele sevgisizlik değilmiş ki hiç. Meselemiz sırmış, saklanacaklarmış, 'o üzülmesin diye' ile başlayan cümlelermiş, meselemiz sadakatmış, güvenmiş.
Çok sonra anladım.
Geç anladım.
Belli ki bir yerlerde hata yaptım.

Güven o baştaki bardak gibi işte.
Kır sonra da yapıştır.
Dilersen en sağlam yapıştırıcıyı kullan. Dilersen bardağın üstüne sıva yap, boya.
Sonra tekrar su içmeye çalış.
İçebilirsin.
Ama ne kadar emin olabilirsin, kırık yerin bir gün dudaklarını kesmeyeceğinden, o bardağın elinde kırılmayacağından?
Olamazsın. Hep bir huzursuzluk kalır içinde, hep bir şüphe.
İyisi mi at bardağı çöpe.

Yenisini al ve suyunu kırılmamış bir bardaktan iç belki ilerde bu da kırılacaktır bilemezsin ama hiç değilse sağlam olduğunun güveni vardır içinde.
Önceki bardak mı? Çok mu sevmiştin bardağını, çok mu özeldi değerliydi senin için?
Su her yerde su evet ama o bardaktan içtiğin suyun tadını su aynı olsa dahi başka hiç bir bardakta alamadın mı?
O zaman da atmazsın bardağı. Zaten onarmaya çalıştın. Kaldır rafa, dolaba.
Onu atamıyorsun, buna kıyamıyorsun ama bir kez kırıldı diye de bir daha kullanamıyorsun.
Bırak dursun yanında. Onun yeri sende kalsın.
Ben ne mi yaptım?

Kırık bir bardağı doldurmaktansa , sağlam bir bardağı boş bıraktım.

Benim HikayemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin