23-

329 27 17
                                    

Şimdiii, bölüm biraz geciktiği için üzgünüm. Son bir kaç gündür kolumu kaldıracak halim yoktu gerçekten. Umarım anlayışla karşılarsınız. Ama telafi etmek için upuzun bir bölüm yazdım. Belki beklentilerinizi karşılar, belki de karşılamaz. Bilemeyeceğim. Ama emeğimın karşılığı olarak yorum yapsanız? Vote'u beğenirseniz verin, benim için gerçekten hiç önemli değil. Ama eleştirileriniz benim için çok önemli gerçekten. İsterseniz kötü, isterseniz de iyi eleştiri yapın hiç fark etmez. Ama yine de eleştirin beni. Sizleri seviyorum. xx

Bugün, filmlerdeki gibi bir hayatım olsa da, oradakiler gibi güneş ışıklarının yüzüme vurmasıyla uyanmamıştım. Aslında ben kalktığımda daha sabahın ilk ışıkları bile doğmamıştı. Dün, düşüncelerimle boğuşurken uyuyakalmış olmalıydım, çok erken saatlerde uyuduğum için ne kadar tekrar uyumaya çalışsam da başaramıyordum. Erken uyanmaktan pek hoşlanmazdım açıkçası. Genelde tekrar uyuyamaz, kalkma saatime kadar yatakta dönüp dururdum. Bu yüzden yapacak bir şeyler veya aklımdaki sorulardan bir kaçını yok edecek bir fikir aramaya başladım. Beynimin büyük bir bölümünü kaplayan sorunlardan birisi ‘Süleyman Bozkurt’ hikayesiydi. Diğeriyse Ardıl ve Ata’yla nasıl konuşacağımdı. Ardıl ve Ata’yla bu saatte konuşamayacağıma göre diğer düşünceme yönelmenin akıllıca olduğuna karar verdim. Uzun arayışlardan sonra aklıma gelen bir fikirle direk ayaklandım. Zaten düşünecek pek de fazla bir zamanım yoktu. Süleyman Bozkurt ile ilgili daha fazla bilgi bulmak için Ekrem Bey’in çalışma odasına gidecektim. Parmak uçlarımda hareket ederek hiç ses çıkartmamaya özen gösterdim ve odasına doğru yola koyuldum. Gizli bir iş yapmaktan nefret ederdim. Çünkü ben hep öyle bir şey yaptığımda ya yakalanırdım ya da ertesi gün ağzımdan kaçıverirdi ben fark etmeden. Evet, ben fark etmeden diyorum. Çünkü gerçekten fark etmiyordum, daha sonra karşımdaki ‘böyle böyle mi yaptın?’ diye sorduğunda içimden kendime az küfretmiyordum ve her zaman olduğu gibi yanaklarımın kızarmasına da engel olamıyordum. Neden normal insanların sadece utandığı anlarda yanakları kızarırken benim her durumda kızarıyordu onu da anlayabilmiş değildim açıkçası.

Elimi kapının koluna koydum ve derin bir nefes aldım. Kilitli olması düşüncesini beynimin en arka kısımlarını ittirdim ve yavaşça kolu çevirdim. Kapı açıldığındaysa tüm bedenimi büyük bir mutluluk kapladı. Fakat bu, çok uzun sürmemişti. Gizli bir iş yaptığımı hatırlar hatırlamaz mutluluğun yerini korku, ve heyecan kaplamıştı. Geri dönmek isteyen tarafımı bastırdım ve yakalanma korkusuyla birlikte içeri süzüldüm. Masası daha önce gördüğüm gibi çok düzenliydi. Nereden başlayacağıma karar veremedim. O yüzden fazla düşünmek yerine hemen işe koyuldum. İlk elime gelen çekmeceyi açtım, eve gelen faturalar falan vardı sanırım. Tam olarak anlamasam da benim işime yaramadıkları kesindi. O yüzden elimi en alttaki çekmeceye attım.

Ah, olamaz. Kilit mi?

Bir çekmece ya içinde önemli bir şey olduğu için kilitlenirdi ya da oranın sahibi güvenlik hastası olan psikopat bir insandır. Ekrem Bey hiç de psikopat birine benzemiyordu. Hatta tam tersi, tam bir aile babası gibiydi. Aslında Ekrem Bey hiç oyun çevirecek veya gizli işler yapacak birine de benzemiyordu O yüzden tahmin yürütmeyi büyük bir hızla bıraktım. Tahmin yürütmeyi bıraksam da beynim adrenalin duygusuyla soru üretmeye başlamıştı.

Bu kilitleri tel tokayla nasıl açıyorlar?

Bendeki de ne mantıksa saçıma ne ara taktığımı anlamadığım tel tokayı alıp kilitle uğraşmaya başladım. Halbuki bu kilitleri normal de televizyonda çok çabuk açıyorlardı. Belli bir tekniği olduğu kesindi. Ben hep rastgele tel tokayı kilide sokup çevirince açıldıklarını sanırdım. Biliyorum mantıksız, ama bir zamanlar öyleydi. Küçük bir çocuğun karanlıktan korkup da yorganın altına girmesi gibiydi bir bakıma. Hepimiz öyle yapmamış mıydık zamanında? Karanlıktan bir canavarın çıkıp bizi yiyeceğini, o canavarı görmezsek gelmeyeceğini, bu yüzden de yorganın altına girip nefessiz kalıncaya kadar gözlerimizi kapatmış ve sessizliğe gömülmemiş miydik zamanında? Hatta yalnız olduğumuzu kendimize yediremeyip kalbimizin sesiyle korkularımızdan arınmamış mıydık? En saf duygularımızla hareket ediyorduk aynı zamanda o zamanlar.

Sessizliğin Melodisi (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin