4. Bölüm

8K 261 6
                                    

NOT: Beni bilen bilir, daha doğrusu daha önce okuyan yazım tarzımı bilir. Giriş bölümünün hakkını vermek isterim, pat diye olaya dalmayı pek sevmiyorum. Ama artık gelişmelere doğru adım adım ilerliyoruz. Ekşın başlasın :*

   “ Beklenmedik olanı beklemedikçe onu bulamayacaksın.”

 

   Emmaline  

 

   Nefesim yettiği kadar koştum, koştum, koştum… Koşmanın nasıl bir şey olduğunu unutmuştum, yıllardır saçlarımın rüzgârda özgürde savrulup, tenime çarpmasının verdiği o tatlı hissi unutmuştum. Gülmeyi, gerçekten içinden gelerek gülmeyi unutmuştum.

   Ama şimdi, içimde öyle bir coşku vardı ki, şu an ölsem de mutlu gidecektim buradan. Hayatı bir kez olsun yendiğimi göstererek, gülümseyerek ölecektim bu yollarda.

   Sonunda ciğerlerim patlayacak halde geldiğinde nefes nefese durdum ve nerede olduğuma baktım. Piccadilly Circus’a gelmiştim. Neon ışıkların altındaki gürültülü ve kalabalık kavşağa bakınca bir kahkaha attım. Yanımdan geçen bir kadın bana tuhaf bir şekilde bakınca kahkaha atmayı kesip sırıtmakla yetindim.

   Çıplak ayaklarla yürüyüp etrafa bakındım. Eros heykelinin yakınlarında bir grup genç gitar çalıp şarkı söylüyordu. Heykel tepelerinde yükselmiş, onlara gülümsüyor gibiydi. Büyük havuz mavi, yeşil ve pembe ışıklarla aydınlatılmıştı. Kenarlarda ise birkaç çift oturuyordu. Havuzun tam ortasında daha küçük bir havuz vardı ve yukarı doğru su püskürtüyordu. Bir süre orada durup hayranlıkla havaya sıçrayan su damlacıklarının, lambaların ışığıyla parıldamasını izledim. Gökkuşağı gibiydiler.

   Soğuk ve pürüzlü zeminde yürürken aniden birisi önüme çıkıverdi. Yağlı sarı saçları omuzlarına kadar dökülen, turuncu ve yuvarlak camlı gözlük takmış, hippi gibi giyinmiş bir adamdı bu.

   “ Ah güneşin saçlarını yıkadığı, denizin bile kıskandığı mavi gözlü, yanaklarında çiçekler açmış tatlı dilber,” dedi Baumgard’ın şiirinin içine edecek kadar acıklı bir şekilde. Önümde diz çöküp elimi tuttu “ Resminizi çizmek ve sizi ölümsüzleştirmek şerefine erebilecek miyim acaba?”

   Bir kahkaha patlattım ve etraftaki gözler yine bize dönünce boştaki elimle ağzımı kapattım. Piccadilly trafiğe kapatıldığından beri sanatçıların ve turistlerin en sık uğradığı ter olmuştu. Her köşede birkaç dolara hızlı çizilmiş bir portrenizi yaptırabilirdiniz. Bazen bu özgür ruhlu ressamların sayısı o kadar çok artıyordu ki, müşteri kapmak için böyle yarışlara girebiliyorlardı. Londralılar için alışılmadık bir manzara değildi ama benim için kesinlikle farklı ve yeniydi.

   “ Belki başka bir sefere,” dedim nazik bir gülümsemeyle. Çantamı açıp hızla karıştırarak bulduğum beş doları ona uzattım “ Bunu ön hazırlık olarak kabul et, tamam mı?” Aynı şiiri buradan geçen her sarışın kadın için okuyor olsa da, bu adamdan hoşlanmıştım.

   Adam parayı cebine tıkıştırırken ayağa kalktı ve tuttuğu elimi nazikçe öptü. Önümde reverans yaptıktan sonra “ Bekleyeceğim seni…”  

   “ Ah hayır!” dedim gülerek oradan uzaklaşırken “ Daha fazla şiir yok!”

   Ayağımda hissettiğim ani acıyla irkildim ve aşağıya baktım. Lanet. Ayağıma cam batmıştı. Pekâlâ, özgür ruh gibi dolanmak buraya kadardı.

   Etrafa bakınarak ayakkabı ya da en azından ayağıma geçirebileceğim bir şey satan bir yer var mı diye kontrol ettim. Bir sürü ufak dükkân vardı. Vitrine bakılırsa çoğu el yapımı kıyafetler satan yerlerdi.

Kır Zincirlerimi (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin