Yeeni bölüm geldi :) Bir önceki bölümde çok güzel yorumlar vardı. Bu bölüme de aynı ilgiyi gösterirseniz sevinçten havalara uçacağım :)) Umarım beğenirsiniz, iyi okumalar...
Bıçağın metal kısmı tenime değdikçe bir yandan ürperiyor bir yandan da içime dolan saf cesareti hissediyordum. Bütün gün bulaşıkları yıkamış ve yerleri süpürmüştüm. Kadınlar bütün işi bana yıkıp yan gelip yatıyorlardı. Belli bir süreden sonra sırtımın artık vücudumun bir parçası olmadığını hissettim. Ağrıdan gözüme yaş damlaları birikiyordu.
Akşam yemeğinin ardından yine bulaşıklar bana kalmıştı. Hızlıca tabakları durularken gökyüzünden korkunç bir ses duyuldu ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Sinirimden içimde biriktirdiğim bütün nefret dışarı saçıldı yağmurla beraber ve bir hıçkırık çıktı dudaklarımın arasından. Sarsılarak ağlıyordum. Başları gibi görünen kadın bunları yıkamadığım müddetçe beni eve almayacağını söylemişti. Böylesine cani böylesine acımasız insanları hayatımda ilk defa görüyordum. Sanki ben ömür boyu nefret ettikleri İngilizlerin tek bedene sığdırılmış haliydim onlarda durmak bilmeden işkencelerine devam ediyorlardı. Gözyaşlarım tükenip ağlamanın bana bir fayda sağlamadığını anladığımda tekrar yıkama işime geri döndüm. Üstüm başım ıslanmış ve elbise üzerime yapışmıştı. Umursamadım sanki hayatım önümdeki kirli tabak çanağa bağlıymış gibi yıkamaya devam ettim. Ne kadar süre geçti tahmin edemiyorum ama ansızın evin kapısı açıldı. Gözlerimi kısarak kapıya baktım ama gecenin loş ışığı görüşümü engelliyordu. İri bir siluet bir süre kapıda dikildi ardından emin adımlarla olduğum yer doğru yaklaştı. Kollarımı sıkıca kavrayıp beni sarsmaya başlayan kişiye baktığımda James'in sinirli gözleriyle karşılaştım. 'Bu halinde ne böyle?' İsterik bir kahkaha attım 'Bulaşık yıkıyorum efendim. Beni emanet ettiğiniz bayan bunları bitirmediğim sürece beni eve almayacağını söyledi.' Ardından kolumu tutuşundan kurtarıp işime geri döndüm. Üç tabak yıkamıştım ki James'in sinirli sesi yankılandı kulağımda 'Derhal onu bırak.' Elimdeki tabakla ona döndüm ve saf bakışlarımı gergin yüz hatlarında gezdirdim. 'Bunu mu efendim?' dedim sinir bozucu bir tatlılıkla. Ardından elimdeki tabağı hızla yere fırlattım. 'Bunu da ister misiniz?' dedikten sonra birkaç tabağı daha yere fırlattım. Her kırılan tabak sesinde Mckane'nin gözleri kısılıyor ve beni anlamanı çözemediğim bakışlarla izliyordu. Kaçıncı olduğunu bilmediğim bir çanağı elime aldığımda bileğimi yakaladı ve bütün gücüyle sıktı. Acıya daha fazla dayanamayıp bir feryat kopardım ve elim çözüldü. Çanağın binlerce parçaya ayrılış sesi karanlığa karışırken Mckane hırlarcasına konuşmaya başladı 'Sana bir şey söylüyorsam, derhal yapacaksın! Bir daha beni ikiletirsen...' Kahkaham sözünü kesmişti 'Ne yaparsın? Beni diğer klanların bulaşıklarını yıkamaya mı gönderirsin? Highlands'deki bütün kaleleri temizlememi mi emredersin? Yoksa, yoksa elimde kalan tek şeyi masumiyetimi mi alırsın? Ya da...' Sözüme devam edemedim. Çünkü James beni kendisine çekip aramızdaki mesafeyi kapatmıştı. Eliyle çenemi tutup hafifçe kaldırdı ve yüzlerimizi aynı hizaya getirdi. 'Bak İngiliz, dediklerinin hepsini yapabilirim. İstesem aklına gelmeyecek daha birçok şey daha yapabilirim sana. Ama istemiyorum. Sadece çeneni kapatıp dediklerimi yerine getirmeni istiyorum.' Sözlerini bitirdiğinde hala aynı pozisyonda birbirimize nefret dolu bakışlarla bakıyorduk. Gülümsedim. Bu onun şaşırmasına neden oldu. 'Hemen o pis elini yüzümden çek adi herif!' diye haykırdığımda ne olduğunu kavrayamamış bir halde bana bakıyordu. Sonunda kendini toparlayabildiğinde 'Sana neler yapabileceğimi biliyorsun ve hala bana sesini yükseltme cesaretini gösteriyorsun. Sen delirmiş olmalısın!' Bir kahkaha patlattım 'Beni delirten sensin, bu da senin eserin.' Sesim yine yüksek çıkmıştı. James'in kaşları çatıldı ve belimdeki elini sanki mümkünmüş gibi daha da sıktı 'Eğer bir daha sesini yükseltirsen...' o cümlesini bitiremeden tekrar bağırdım 'Ne yaparsın James Mckane! Ne yaparsı-' Dudaklarımda hissettiğim baskı ile konuşamadım. Aramızda milim kalmayacak şekilde beni kavramıştı ve... Ve utanmazca beni öpüyordu. Düşünme gücüm yavaş yavaş yerine gelirken bütün gücümle dudağını ısırdım. Mckane garip bir ses çıkardı ve benden uzaklaştı 'Senin amacın ne kadın?' diye sorduğunda gözyaşlarım elimde olmadan yüzümü kaplamıştı. 'Senden nefret ediyorum. Senden ölene kadar nefret edeceğim. Hatta öldükten sonra da... İğrenç bir adamsın. Beni nasıl öpersin? Hem de... Hem de benim rızam olmadan. Yeter bırak beni. Bırak diyorum sana!' Mckane'nin gözleri şaşkınlıkla bana bakıyordu. Kolları yavaşça çözüldü ve beni serbest bıraktı. 'Eğer seni öpmemi istemiyorsan ki böyle bir hakkın yok ben senin kocanım, isteğim yerde ve istediğim zamanda seni öpebilirim. Ama istemiyorsan bir daha az önce yaptığını yapma.' Sesi sona doğru alçalmıştı, onu zorlukla duyuyordum. Dudağını ısırmamın nasıl bir etki yarattığını anlayamamıştım. 'Dudağını seni durdurmak için ısırdım. Sen de geri çekilmeni sağlamaktan başka nasıl bir etki yaratmış olabilir ki?' diye şaşkınca sorduğumda Mckane bakışlarını bana yöneltti ve bir kahkaha attı 'Sen çok safsın İngiliz. Çok safsın... O yaptığın şeyi bir daha yaparsan kendimi kontrol edemeyebilirim anladın mı?' Hızla arkamı döndüm 'Se-sen ne diyorsun böyle? Öyle bir etki yaratacağını bilemezdim. Bilsem hayatta yapmazdım. Pislik herifin tekisin İskoç!'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rehine
Historical Fictionİntikam uğruna kaçırılmış genç bir İngiliz Leydisi, kalbi buzla kaplanmış İskoç bir adam...Sonsuz nefretten aşk doğacak mıydı peki?