Öncelikle hepinize yorumlarınız için kucak dolusu sevgiler gönderiyorum. Final haftam bitti ve biter bitmez yeni bölümün başına oturdum. Aslında içimden gelen bu bölümü size yeni yıl hediyesi olarak tam 00:00 da yayınlamak vardı ama yetişmedi :( Bu nedenle şimdi yayınlıyorum. Umarım beğenerek okursunuz ve yorumlarınızla yanımda olursunuz. Hepinize kocaman sevgiler :)
Boynumdaki kolyenin ucunu dudaklarıma götürdüm. Dudaklarım haç işaretinin üzerine değerken gözümden süzülen yaşlar yüzümü kaplamıştı. Gün geçtikçe artan ve yüreğimi parça parça eden çaresizlik hissini daha net hissediyordum. 17 gün olmuştu. Onu görmeden geçen 17 gün. Sağ olup olmadığını bilmeden geçen 17 gün. Bir haber bile alamadan… Rüzgarın yapraklarını savurup uzaklara götürdüğü meşe ağacı gibi hissediyordum kendimi. Kalbim sonsuz bir sonbahar yaşıyordu.
Kolyenin kulbunu elbisemin yakasının içine yerleştirdikten sonra elimi yavaşça karnımda gezdirdim. Yavrum şuan bana güç veren tek şeydi. Yaşamamı sağlayan tek şey… Babam bu sayede bana evinin kapılarını açmıştı. Bu sayede beni reddeden bir adamın evine sığınabilmiştim. Yüzüm gözüm toz pislik içindeyken günlerdir aç kalmışken öz babam beni kapısından kovmaya kalkışmıştı. Ama Mckane’nin çocuğunu taşıyor olmam artık beni bir vatan haini yapmıyordu. Bana kapısını yavrum yüzünden açmıştı. Kızına olan şefkati ya da sevgisi değildi buna neden olan. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Ciğerlerime dolan hava daha iyi hissetmemi değil kalbimdeki acının daha da derine iletilmesine neden olmuştu. Dudaklarımdan dökülen hıçkırığı elimi ağzıma siper ederek sakladım. Sırtımı duvara yaslayıp yavaşça yere kayarken sessiz hıçkırıklarla sarsılıyordum.
Brandon…
Mckane’nin kellesini alamasam da kaleyi yerle bir etmiştim. Kısa sürede nasıl olduğunu anlamadan halkı tahliye etmeyi başarsa da çok sayıda askerini kaybetmişti. Atımın üzerine atlamadan önce son defa yıkık dökük kaleye baktım. James, eski dostum senin kalbini de aynı bu kaleye yaptığım gibi yıkacağım. Bunu yapmanın en kolay yolunun da o küçük İngiliz sürtüğü ele geçirmek olduğunu ikimiz de biliyoruz. Onu nerede bulacağımı da adım gibi biliyordum.
Isabella…
Perdenin ani bir sesle açılmasının ardından gözlerimi kırpıştırdım. Hizmetçi kız odada yerinde durmadan dolaşıp duruyordu. Gözlerimi ışığa alıştırmaya çalışarak yatakta doğruldum.
‘Ne yapıyorsun?’ dediğimde hırıltılı sesim kulağımı tırmaladı. Ağlamaktan boğazımı hissedemez hale gelmiştim.
Kız elbise dolabımı açarken arkasını döndü ve bana küçümseyici bir bakış attıktan sonra yaptığı işe devam etmeye başladı.
‘Hey sana söylüyorum.’
Uyuşuk bacaklarımı yataktan aşağıya sarkıttım ve el yordamıyla kürk sabahlığı buldum. Ayağa kalkıp sabahlığı giyerken beni gittikçe rahatsız eden kızı inceliyordum. Saçlarımı omzumun arkasına atıp ona doğru yaklaşmaya başladım. Dolabımı alt üst etmişti. Sertçe kolunu kavradım ve onu kendime çevirdim.
‘Bana bak! Bu saçma davranışları kaldıracak havamda değilim.’
Kız bir süre mavi gözlerini gözlerime dikti. Ardından kolunu hızla çekip kurtardı.
‘Akşam yapılacak davete katılacaksınız. Babanızın özel emri… Size elbise bulmam emredildi.’
Talan ettiği dolaba baktım ve tekrar ona döndüm.
‘Benim kocam yaşıyor mu belli değil ve ben bu durumda davete katılacağım öyle mi? Hem de emirle… Defol git bu odadan.’
Kız tekrar o küçümseyici gülümsemeyi yüzüne yerleştirdi ve bir adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rehine
Historical Fictionİntikam uğruna kaçırılmış genç bir İngiliz Leydisi, kalbi buzla kaplanmış İskoç bir adam...Sonsuz nefretten aşk doğacak mıydı peki?