İyi okumalar :) Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın sevgili okuyucularım :))
Gözlerim hızla sonuna kadar açıldı. Neye izin veriyordum ben böyle? Hiç onuru ya da gururu olmayan bir kadın gibi davranıyordum. Bütün gücümle çırpınmaya başladım. James sonunda kollarını gevşetti ve güçlü tutuşundan sıyrılmama izin verdi. Hızla üstümü başımı düzeltirken bir yandan da ona söyleniyordum 'Sen kendini ne zannediyorsun? Bana dokunabilceğini mi? Ya da daha da ileri gidip başka şeyler yapabilceğini falan mı zannediyorsun? Fazla hayallere dalma Mckane!' sesim sonlara doğru yükselmişti ve şimdi sinirden her yanım titriyordu. James sinirle ellerini beline koydu. Sanki bir çıkmazın içindeymiş gibi görünüyordu. Sonunda gözlerini gözlerime dikti 'Ben de bilmiyorum Isabella. Ben de neden böyle davrandığımı bilmiyorum. Kendime sürekli soruyorum ama hala bir cevap alamıyorum. İnan bir İngilizle böyle bir durumun içine düşmek en son isteyeceğim şey.' Açıklaması bittiğinde yeni bir sinir krizine girmek üzereydim. İngiliz olmanın nesi yanlıştı? İngiliz ucube muamelesi görmekten gerçekten bıkmıştım. Saçlarımı ellerimle tekrar düzelttim ve açıklaması hiç umrumda değilmişçesine arkamı dönüp kalenin büyük salona açılan kapılarına doğru ilerlemeye başladım. 'Ben davete katılmaya gidiyorum.'
***
Salondan içeriye girdiğimde bütün gözler üzerime çevrildi. Bir an elim ayağım birbirine dolanacakmış gibi olsa da kendimi toparladım ve yiyecek içecek masalarına doğru ilerledim. Önüme gelen herkes şaşkınlıkla bana yol veriyordu. Anlaşılan ölmemiş olmam büyük bir olaydı. Ne de olsa baş düşmanlarının kızı hala kanlı canlı evlerinin ortasında dolaşıyordu. Kendime bir bardak şarap alıp arkamı dönmemle iri bir bedene çarpmam bir oldu. İçimden neden bütün İskoç erkeklerinin iri olduğuna dair söverken ve bir açıklama bulmaya çalışırken yavaşça başımı kaldırdım ve Brandon ile göz göze geldim. Yüzünde her zamanki gibi duygularını gizleyen maskesi vardı. Dudağının kenarında ise hafif bir tebessüm... Anlamlandıramayarak ona bakakalmış olmalıyım ki tebessüm büyük bir kahkahaya dönüştü ve bütün salonu inletti. 'Ah beni affedin lütfen Leydi Mckane. İstemeden de olsa size çarptım.' Nezaket icabı azımda 'ne önemi var...' gibi laflar gevelerken içimden de 'kim bilir yine neyin peşindesin adi herif...' diye geçiriyordum. Brandon birden elimdeki şarap kadehini kaptı ve kenara koydu. Ellerimi ellerinin arasına alıp beni kalabalığın ortasındaki boşluğa doğru sürüklemeye başladı. Boş alana geldiğimizde etrafı geleneksel ezgiler doldurmaya başlamıştı. Brandon birden elin havaya kaldırıp müzisyenleri susturdu. Ardından 'Bu İngiliz kızına hediye olarak güzel bir vals çalın lütfen.' dedi. Şaşkınlıkla aralanan dudaklarıma hakim olmaya çalışarak etraftan gözlerimi kaçırdım. Brandon yavaşça bana yaklaşıp elini belime yerleştirdi ve vals çalmaya başladı. Biz dansetmeye başladıktan kısa bir süre sonra kalabalıktan birkaç gönüllü daha dansa katılmıştı. Gözlerimi ondan kaçırmaya çalışarak etrafı inceliyordum. Bu adamın aklından neler geçiyordu. Yoksa beni vals yaparken mi öldürecekti. Açıkçası çok dramatik bir cinayet olurdu...
Düşüncelerim onun alaycı sesiyle bölündü.
'Merak etme seni burada öldürmeyeceğim.'
Yaşadığım şokun etkisiyle açılan gözlerim onun alaycı mavi gözlerini bulduğunda 'Tam da aklımdan geçenler.' diye cevapladım onu.
'Ben dramatik ölümlerden çok trajedik ölümleri severim Leydi Mckane.'
'Anlıyorum.' diye gevelerken kendime hakim olamayarak gerginliğimin belirtisi olan dudak kemirme eylemini hunharca gerçekleştirmeye başlamıştım.
Brandon'ın beni süzdüğünü fark ediyordum ama yüzüne bakacak cesareti bulamıyordum. James ile asla böyle olmuyordu. O beni öperken bile gözlerine bakıyordum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rehine
Historical Fictionİntikam uğruna kaçırılmış genç bir İngiliz Leydisi, kalbi buzla kaplanmış İskoç bir adam...Sonsuz nefretten aşk doğacak mıydı peki?