Merhabalaaaaaaar :) Yeni bir bölüm ve yine ben :D Umarım beğenirsiniz. Bu sefer yeni bir deneme yapalım diyorum hem ben sizi bekletmeyeyim hem de değişiklik olsun :) Şöyleki yeni bölüm 100 vote ve 20 yorum olduktan sonra gelsin :) Böylece hem yeni bölüme vaktim olur hem de sizden gelen güzel yorumların tadını çıkarırım :)) Sizi seviyoruuuum, iyi bayramlar :)
Not : Unutmadan historical fiction'da sekizinci sıradayız, hepsi sizin sayenizdeeee :) Teşekkürler değerli okuyucularım ve okunma sayısına değinmiyorum 33.000 olmuşuz :)) Benim için çok değerli ve güzel haberler bunlar :) Tamam susuyorum ve sizi yeni bölümle başbaşa bırakıyorum :) Görüşmek üzereeeee
Dudaklarımız ayrıldığında hala James'in kolları vücudumu sıkıca sarıyordu. Farkında olmadan kapatmış olduğum gözlerimi yavaşça açtım.
'Bana bunu neden yapıyorsun?' diye fısıldadım.
James gözlerini kapattı ve başımı göğsüne yasladı. Kalbinin atış seslerini duyuyordum. Hızlıydı.
'Seni öpmeyi seviyorum sanırım. En mantıklı açıklama bu.'
Belli belirsiz dudaklarımda oluşan tebessümü anında sildim.
'Eğer böyle yapmaya devam edersen-'
'Ne beni engeller misin? Seni öptüğüm zaman tek yaptığın gözlerini kapamak. Bundan hoşuna gittiğini anlıyorum.'
'Şey, öhöm... Sonuçta tek öpüştüğüm adam sensin ve öpüşmek güzel bir şey...' Bu adam ne kadar kendini beğenmişti!
'Ahah şimdi bundan hoşlandığını mı itiraf ediyorsun?'
'Yok daha neler! Hem nereden çıkarıyorsun böyle şeyleri hiç anlamıyorum. İnsan kendi gardiyanına aşık olur mu? Nerede görülmüş?' Gardiyan lafını duyar duymaz beni kendine daha sıkı bastırdı. Vücutlarımız arasında boşluk dahi kalmamıştı.
'Belki sen bu konuda herkesi şaşırtırsın İngiliz, ne dersin?' Sözleri üzerine başımı kaldırdım ve gözlerimi gözlerine diktim. Adeta heceleyerek 'Bunu ancak rüyanda görürsün.' dedim ve ardından yüzüme masum bir gülümseme yerleştirdim.
James başımı tekrar göğsüne bastırdıktan sonra saçlarımın üzerine küçük bir öpücük bıraktı.
'İmkansız demeden önce aradaki mesafeyi bilmelisin Bella.'
Sözleri içimde alev etkisi yaratsa da kendimi toparlamam gerektiğini biliyordum. Eğer ona şu an kendimi bırakırsam canım yanacaktı. Bana ne zaman zarar vereceğinin, benine zaman yalnız bırakacağının garantisi yoktu. Mckane ile asla her zaman diyemeyeceğimi gayet iyi biliyordum.
Ama en büyük korkumun içten içe kapıyı çaldığının da farkındaydım. Ben Isabella Stoneville, içine sıkıştığım bu zindan gibi yerde gardiyanım olacak adama gittikçe iyi duygular beslemeye başlamıştım...
***
Bahçe kapısından salona girdiğimizde etrafı değişik bir ezginin doldurduğunu duydum. Melodi adeta vücuduma işliyordu. Şaşkınlığımı gizleyemeyerek James'e döndüm 'Nedir bu?'
James halime güldü 'Bu çok bilindik bir ezgidir. Hikayesi de meşhurdur.'
Merakla baktım ona 'Bana bunu söyledikten sonra hikayeyi anlatmalısın. Yoksa meraktan ölürüm.'
Keyifli bir kahkaha attı ve beni bir kolonun yanına çekti. Hizmetçilerden aldığı kadehi kafasına dikerken etrafı izliyordu. Ardından anlatmaya başladı.
'Bilinmeyen bir zaman diliminde Highlands'de iki klan olduğu söylenir. Bu klanlar sürekli savaş halindedir. İkisi de hakimiyetin sadece kendilerinde olmasını ister. Yıllarca süren savaşlar orduyu ve halkı yıpratsa da kimsenin pes etmeye niyeti yoktur. Bir gün, klan reisinin kızı iki kale arasındaki geniş ormanda dolaşmak için kaleden kaçar. Şans eseri ormanda düşman klanın askerlerinden birine yakalanır. Asker kızı gördüğü an nefesinin kesildiğini hisseder. Çünkü kız bütün İskoçya'da dillere destan bir güzelliğe sahiptir. Tek etkilenen asker değildir. Kız da ona aşık olmuştur. İkisi de bunun farkındadırlar. Ve o günden sonra her gün ormanda gizlice buluşmaya başlarlar. Ama bir sorun vardır. Kızın hizmetkarı olanları öğrenip reise bildirmiştir. Yine bir gün ormanda buluştuları sırada etrafları kızın babasının askerleri tarafından sarılır. Genç askeri öldürmek istemektedirler. Kız olacakları anlar ve sevdiğine doğru gelen okun önüne atlayarak kendini siper eder. Orada can verir... Dudaklarından dökülen son söz ise askerin ismidir. Babası olanları öğrendikten sonra çıldırır ve esir alınan genç askeri huzuruna çağırır. Kızının ölümünden onu suçlarken genç askerin gözlerinden bir damla yaş düşer. Dudaklarından dökülen sözler ise yürek parçalayıcıdır 'Ben imkansıza aşık oldum ve şimdi anlıyorum ki imkansız benim için nefes almak kadar önemliydi. Şimdi beni öldürebilirsiniz bunun için size minnettar kalırım. Nefes dahi alamıyorken yaşamam mümkün değil.' Reis yürekten geldiği aşikar olan bu sözlerin üzerine yıllardır süren hatasını acı yoldan anlamış olur ve ateşkes imzalanır. Birkaç gün sonra genç askerin cesedini bulurlar. İntihar etmiştir. Yüzünde ise bir tebessüm vardır. Sevdiğine kavuşmuş olmanın verdiği huzur...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rehine
Historical Fictionİntikam uğruna kaçırılmış genç bir İngiliz Leydisi, kalbi buzla kaplanmış İskoç bir adam...Sonsuz nefretten aşk doğacak mıydı peki?