Etrafında kendisine bakan meraklı gözlere kıyasla, oldukça sessizdi Mehir. Yaşıtları altı ile on sekiz arasında değişen gençlerin varlığından haberdar olduklarını anlamakta güçlük çekmemişti ancak bu durumla ilgilenmediği gibi içine düştüğü boşluğu da umursamıyordu. Kaybolmuştu sanki. Bu öyle bir histi ki, ilk defa yalnızlığı iliklerine kadar hissetmişti ve bir tarafı tüm uyuşukluğu ile hislerini umursamamayı öğütlemişti.
İlk olarak geniş bir kapı çıkmıştı önlerine. Demir ve buz parmaklıklarla çevrili devasa kapının sivri bölümleri, keskin buz parçaları ile kaplıydı. Çevresi bir tür suru andırsa da, karşılarına çıkan görkemli, buz şatonun varlığını kapatmak istememişti. Siyah buz parçalarından yapılı, büyük kapı sabırsızlığını işitmiş gibi ağır bir şekilde açıldı ve şatonun güzelliği bir kez daha kendisini ispatladı. İlk gördüğü şey şatonun güzelliğine gölge düşürmeyecek kadar gösterişli olan bir süs havuzuydu. Buzdan heykellerle çevrelenmişti. Fıskiyeleri soğuğa rağmen donmamış, aksine yaz mevsimindeymişçesine oluk oluk akıyordu. Ölüm valsi yapıyor gibi, dalgalar birbirine dolanıyordu.
Hemen arkasında şatonun ayna gibi parlak merdivenleri belirdi. Naif ve bir o kadarda can yakıcı görünüyordu. Birbirine bağlı onlarca merdiven vardı ve belirli bir noktada birleşerek binaların ortasında köprü görevi görüyordu. Kıvrımları dört bir yana saçılırken büyük ve küçük, farklı kuleler sıkıca kenetlenmişti. Başı havaya kalkarken buzdan şatoya daha net baktı, genç kız. Eşsiz bir tablonun, son eseri gibi ışıltılar eşliğinde güneşi selamlıyor olmalıydı. Keskin bir ışık huzmesi belirli bir noktaya vuruyor ve buzlara çarparak kırılıyordu. Kırılan renklerin yayılma aşaması ise gökkuşağının oluşumundan bile büyüleyiciydi.
Gözlerini kırpmaktan kendini alamadı çünkü başını çevirdiği her yer buzlarla kaplıydı. Kar yığının ortasında beliren bir dünya harikası gibiydi. Hoş. Artık o harikalardan eser kalmasa bile, bir anlık bir benzetme bile onu anlatmaya yetmişti.
"Bu taraftan."
Melanie'nin yönlendirmesi üzerine, diğerleri ile birlikte şatoya doğru adımlamaya başladılar. Her yer ruhsuz, bembeyaz çocuklarla doluydu. Giydikleri beyaz forma da en az bakışları kadar ürkütücüydü. Mehir, bu bakışlara başta itibar etmese de canlarını sıkmaya başladıklarında kaşlarını çatmıştı ve buna karşılık çocukların gerilen bedenlerinin altında yatan korkuyu sezmişti. Bu duruma anlam verememiş, vermek de istememişti.
"Naber, Ash?" diyen Ceyhun'un sesi ile kendine geldiğinde, o duygusuz çocuğun yüzünde beliren gülümsemeye şaşırmıştı. Demek ki, o kadar da ruhsuz değillerdi. Büyük ihtimal başka birinin varlığına alışık değillerdi. Tuhaf çocuk, Ceyhun'a selam verip geri çekildiğinde, Melanie de donmak üzere olan gençleri fark ederek yukarı çıkmaya karar vermişti.
En nihayetinde, o tuhaf çocukları geride bırakıp yukarı çıktıklarında bir kapının önünde durdular ve kapı henüz tıklatılmadan kapının arkasında siyah bir gölge belirdi. Bu ürkünç görüntü onları birkaç adım geri çekmeye teşvik ettiğinde ise kapı hızla açıldı. Buzdan kapı çarpmanın etkisi ile tuzla buz hale geldi. Odanın köşesinden yükselen sesle, kaşlar istemsizce çatılmıştı.
"Seni lanet kapı. Bana iki yüz fenik borçlusun."
İrkilerek bir iki adım daha geriye kaçan öğrenciler, eğitmenlerinin gerisinde yerlerini alırken Melanie ve Ceyhun öne çıkarak kendilerine doğru yaklaşan gölgeye doğru seslenmişlerdi. Doğal davranışları tehlike olmadığını savunsa da, asıl tehlikenin yakınlarında olduğunu sezememişlerdi. Buna Herephia da dâhildi.
"Altair!" diyen Melanie gülümsemişti. İçeriye doğru adımlarken "Misafirlerimizi korkutuyorsun." Diyerek halen bir gölge olarak tanımlanan adamı paylamış ve buz parçalarına aldırmadan içeri geçmişti. Diğerleri de ona ayak uydurarak tereddütle içeri girdiklerinde elinde kocaman bir kapı ile kendilerine yaklaşan birisini görmeyi elbette planlamıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asperatus Nevm ✓
Science Fiction2020 WATTY SCIENCE FICTION KAZANANI! Sıcak onu kanatları arasına alana kadar, ölüm hep soğuktu. Aldığımız derece #1 in SciFi