Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Kabul, biraz serseriydim. Ama ciddiyim, çok değil. Tabii, bu serseriliği nasıl sınıflandırdığınıza da bakardı biraz.
Mesela ben; insanlardan cümlelerimi esirgemeyen, onları zerre sikine takmayan, sürekli soğuk bir ifadeyle onlara yukarıdan bakan bir serseriydim. Ama aynı zamanda çok cana yakın da olabiliyordum ki bu nadir insanlarla oluyordu. Bu yüzden sevimsiz tarafım, şimdiye kadar başıma gerçekten çok iş açmıştı.
Bu da onlardan biriydi, yeniden nakil yeniden yeni bir okul. Son sene, ilk dönemin ikinci haftası.
Babam arabayı kenara çekip bana aynadan bıkkın bir ifadeyle baktığında ona yarım ağız sırıttım ve yavaş hareketlerle arabadan indim. Mevsim henüz serinliyordu ama hava yağmurlu ve iç karartıcıydı.
Tam da olması gerektiği gibi, diye düşündüm.
Kapıdan ayrılıp onu arkamdan iterken babamın, "Belaya bulaşma," kelimeleri, ben engelleyemeden arabanın kapısıdan çıkan gürültüyle karıştı ve ben bunu, duymamış gibi yapmak için güzel bir bahane olarak kullanmayı tercih ettim. Umursadığım nadir insanlardan biri olsa da bu söylediklerini kelime kelimesine dinleyeceğim anlamına gelmiyordu ki işin garip kısmı ben belaya bulaşmazdım. Daha çok mıknatıs gibi üzerime çekerdim.
Başımı iki yana sallayıp zihnimin içini susturmaya çalışarak adımlarımı hızlandırdım. Okulun bahçesinden geçerken tek omzundan sarkan çantayı diğer elimle düzelttim ve omuzlarımı silkerek deri montumu yerleştirdim. Bomboş bahçe dersin çoktan başladığının habercisiydi ve bu iyiydi. Fazla insan, fazla gürültü. Fazla gürültü, fazla baş ağrısı.
Bu okul, diğer okullarımdan daha farklıydı. Özel ve avrupalı bir okuldu. Dersler ingilizce, eğitim sistemi de avrupa tarzındaydı. Bütün ögretmenler de öyle. Kısacası kısmen Kore gelenekleri arasına sıkıştırılmış küçük, minik, miniminnacık İngiltere gibiydi. Yurt dışı olanakları daha açıktı ve girmek için ya ciddi bir burs kazanmak ya da çok zengin olmak gerekiyordu ve bu olanaklara sahipseniz bile ingilizce seviyeniz B2 seviyesinden düşükse okula alınmıyordunuz.
Okulun eski tarihi yapısına yaraşır şekilde olan gösterişli kapısından geçerken adımlarımı yavaşlatıp durdum. Nereye gideceğime karar vermek için şöyle bir bakındım; iki yana ayrılan koridorların sağında, danışmanın ilerde olduğuna dair bir işaret görünce adımlarımı o tarafa çevirdim.
"Son sınıf, ders seçimimi dün internetten yapmıştım."
Masasında oturan ve beni henüz fark eden kadın kaşları çatık bir ifadeyle başını kaldırırken ona boş bir ifadeyle karşılık verdim. Sabah insanı değildim ve tanımadığım birine günaydın demek için çenemi fazladan yoramazdım.
Kadın bir süre daha sadece baktıktan sonra gözlerini devirdi ve masanın üzerindeki bir kaç kağıdı kenara itip benim ders programımı bularak uzattı, bıkkın bir ifadeyle "Al bakalım. Bu da dolap numaran." diye homurdandı.
Basit bir baş onaylamasıyla kağıdı ve minik not kağıdını elinden alıp arkamı döndüm ama kadın sinir bozucuydu ve konuşmaya devam ederek beni olduğum yerde durmaya zorladı. "Dikkatli olmanı öneririm, burası geldiğin yere benzemez."
Omzumun üzerinden kadına baktım, buruşmuş suratındaki, boncuk ipli kavanoz dibi gözlükleriyle ve ince dudaklarına sürmeye çalışmış olduğu kırmızı rujuyla ölmeyi unutmuş gibi bir hali vardı. Ve yüzü bana laf soktuğunun düşüncesiyle şekillenmişti.
Dudaklarım alaycı bir gülümsemeyle kıvrıldı, "Evet, bunu daha önce de duymuştum." dedim ve göz kırparak onu bozulmuş ifadesiyle arkamda bıraktım.
Hep aynı döngüydü ve ben bazen içinde tıkılıp kalmış gibi hissediyordum.
Dolap şifremi ayarlayıp gereksiz olan kitaplarımı içine yerleştirdikten sonra seçmeli kimya sınıfının bulunduğu yere yöneldim. Diğerlinden sadece numarasıyla ayrılmış kapının önünde durup üstündeki cam bölümden içeri baktım. Büyük ve yüksek mermer masaların etrafına yerleşmiş, benim gibi okuk kıyafeti giymeye tabi tutulmuş ögrencilerle yaşlı bir adam vardı.
Okuldaki bütün yetkililer mi ölmeyi unutmuştu?
Kapıyı tıklatıp araladım ve içeri girip ardımdan kapadım. Bütün öğrenciler dersi böldüğüm için minnet dolu bir ifadeyle dikkatlerini üzerime çevirip beni incelerken, yaşlı bunak daha çok, değerli vaktinden çaldığım için sinirli bakışlarını üzerime kitledi. Konuşmamı istediği açıktı ama ben yıllar gibi geçen bir kaç saniye daha sessiz kalmayı tercih ettim. Bazen, insanları sinir etmekten fazlaca zevk alıyor, onlara beni sevmemeleri için kendi ellerimle altın tepside bahaneler sunarken hiç gocunmuyordum.
Bir kez daha düşüncelerimi hafif bir baş sallama hareketiyle zihnimde oraya buraya savurdum ve her ne kadar kendi geleneklerimizin işlemediği bir okulda olsak da alışlanlıkla kısaca eğilerek hocayı selamladım. "Geç kaldığım için özür dilerim, Ben Oh Sehun. Yeni öğrenciyim."
Selam! Oha bold'u kullanmayalı baya olmuştu garip geldi... Herneyse, yine bir kurgu yeni bir kurgu. Paylaşmak için ellerim kaşınıyordu. Ama üzerimdeki lanet sağolsun ne zaman bir hikayemi yayınlasam, yazmayı bırakıyorum. O yüzden baştan anlaşalım bölümler sümüklü böcek hızıyla gelirse darılmak yok. Ehe ehe:) Sonradan eklenen not; bence başlangıç için cuk oturdu bu parça ❤ Bir de Sehun saçlarını böyle kullanıyor(kafasını. ısırasım. var.)