Bölüm IV | Sarışın Afet ve Sürtük

967 29 11
                                    

Multimedia da Elis var. İyi okumalar :D

 

~Eren~

Öğlen saatleri güneşin rahatsız edici ışığıyla gözlerimi açtım.

Havuzda geçirdiğim atağın üzerinden iki gün geçmişti. Beni boğulmaktan kurtaran kişi Mihael olmuştu.

O atağı hatırlayınca karnıma bir ağrı saplandı. Vicdan azabı, yine mi?

 Gerçi kurtarılmamayı tercih ederdim. Ben bu şekilde diyorum ama neden intihar etmiyorum değil mi?  diye düşünmekten de kendimi alamadım. Hala geçmişi hazmetmeyle uğraşıyorum.

Şöyle bir geçmişe göz atsam ne derece iğrenç, onursuz bir insan olduğumu görüyorum. Bedeninin ve zevklerin kölesi olmuş bir insan. Geri dönüşü yoktu artık bunun, fark ettiğimde zaten her şeyimi kaybetmiştim. Çok geçti. Çok aptalım değil mi? Erkek olmak ayrıcalık sanıyordum. Sırf bana atılan çiziklerin veya benim attıklarımın ardında fiziksel bir işaret bırakmadığına güvenmiştim. Yanılmışım olay aslında o kadar kolay değilmiş. Her şey insanın içinde bitiyormuş, beyninde. Kendimden tiksiniyorum. Aynada kendime baktığımda bunları yapabilecek kadar nasıl alçaldığımı düşünüyorum. Neticede herkesin kendine bir saygınlığı vardır. Benim artık ne saygınlığım nede onurum kaldı. Zevk uğruna bedenimin kölesi oldum.

Bu da yetmezmiş gibi, sanki bir şeyleri değiştirebilirmişim gibi kendime yalan söylemiş, vicdanımı rahatlatmak için adeta bir senaryo kurup kendi beynimde tiyatromu oynamıştım. Ama her tiyatro gibi son perdeye geçtiğimde beni aklayan ışıkların yavaş yavaş sönüşüne şahit oldum.

O söz, her şeye noktayı koymuştu “Sende artık değer verecek bir şeyler bulamıyorum. Ne kişiliğin nede prensiplerin hepsi yok olmuş. Sen eski Ereni öldürmüşsün. Çürümüş! Kişiliğin, ruhun, bedenin, sen kendini çürütmüşsün. Ben eski Ereni seviyordum! Seni değil.” İşte bu sözler benim kendimi rahatlatmak için uydurduğum yalanları sona erdirdi. Aynı onun söylediği gibi, ben çürümüştüm. Kendimi her teslim ettiği insan benden bir parça götürmüştü. Artık kendi pisliğimde boğulmaya mecburdum.

Yattığım yerden doğruldum, yanaklarıma bir sıcaklık hissi indi. Ağlamış mıydım? Sanırım.

Düşünmeye son verdim ve yataktan kalktım.

Yurt odaları üçer kişilikti her odanın kendine özel lavabosu ve çalışma odası vardı. Yemekhane binadan ayrı bahçedeydi yurtta kalanlar haricinde evden gidip gelen öğrencilerde yemek hizmetinden yararlana biliyorlardı. Giriş kat lavabo, kantin, bilgisayar odası, oyun salonu ve çok amaçlı salon olarak yedi odadan oluşuyordu.

Kendime ait olan dolabı açtım. Elime gelen ilk şeyleri giydim. Lavabo da yüzümü yıkadıktan sonra yurdun merdivenlerinden aşağıya inmeye başladım.

Merdivenler, kat zeminleri gibi abanoz ağacındandı. Burası okul yurdu olmasına rağmen ayakkabıya izin verilmiyor yurdun içinde ev terlikleri ile dolaşıyorduk. Her ne kadarda yurtta ayakkabı kullanmamamız Türk kültürüne yakında olsa Avrupai bir ailede yetiştiğim için bana farklı geliyordu.

Adımlarımı hızlandırdım.

Yurt altı katlıydı benim kaldığım oda ise beşinci katta bulunuyordu. Alında asansör vardı ama ben daha çok merdivenleri tercih ederdim. İnsanların sıkış tepiş olduğu mekânlar ya da birisi ile basık bir alanda bulunmak ataklarımı tetikliyordu.

Zemin kata indiğimde danışmaya saati sordum satın 12.30 olduğunu söyledi.

Henüz öğle teneffüsü bitmediyse Mihael’i bulmam gerekiyordu. Hızla ayakkabı dolabına yöneldim anahtarımı kendime ait olan 707 numaralı dolabın kilidine soktum ve çevirdim açılmadı, bir daha kendime serçe çektim, yine açılmadı, bu sefer tüm gücümü kullanarak denedim. Yaklaşık altmış kilo olduğunu düşündüğüm devasa dolap üzerime doğru geliyordu. Hasiktr, dolabın altında kalma endişesi içerisinde dolabı ittim, var gücüm ile ittim. Dolap doğruldu. İyi bir oh çekerek anahtarı çevirip dolabı kilitledim, sonra bir daha açmak için çevirdim ve şansımı zorlayıp ikinci kez anahtarı kilidi açmak için çevirince döndü. Ne aptallık ama dolabı iki kez kilitlemiştim.

I'm Free!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin