Keyifle okuyun...
Azıcık geriye gidiyoruz Rüzgâr'ın Duru'yu nasıl bulduğunu okuyacağız.
...
Camiinin içine adımını attığında onu karşılayan gül kokusuna kayıtsız kalamamıştı. Ciğerlerine derin derin çekerken gözlerini kapatmıştı. Kokusuyla bile huzur veren tek yerin camii olduğunu zamanla öğrenecekti. Gecenin kör saati olması nedeniyle bir kaç kişiden başka kimse yoktu.
Camiinin iç kısmını kilitleyip evine gitmeye hazırlanan imam efendi, Rüzgâr'ın hayran hayran camiiyi izlediğini görünce gülümsedi. Her gün onlarca insan geliyor ve bu şekilde camiiyi inceliyordu.
Başını etrafta dolandıran Rüzgâr, kendine bakıp gülümseyen imamı görünce başıyla selam verip yanına doğru yürüdü. Ayaklarının altındaki yün halılar bile ona iyi geliyordu sanki yada Rüzgâr içinde olmak istediği huzuru kendi kendine veriyordu. Huzur ilk önce akılda ve kalpte başlayandı.
İmama elini uzattı. "Selamın Aleyküm hocam." dedi, hoca da elini uzatıp karışıklık verdi.
"Ve aleyküm selam delikanlı."
Kendisi ellili yaşlarının sonlarında emekliliğine gün sayıyordu. Yılların verdiği yorgunluk yüzünde oluşan kırışıklardan belliydi. Beyaz sakalları ne uzun ne de kısaydı. Açık kahve gözlerini Rüzgâr'ın üzerinde gezdirdi. Bir maruzatı olduğunu meraklı bakışlarından anlamıştı imamefendi. "Buyur bakalım."
Önce şaşıran Rüzgâr, gülümseyip, "Vaktiniz varsa sizinle konuşmak istediğim bir konu var?" dedi.
Camii de her yerde oturabilirdi insan. Zaten içeride olan üç beş kişide az önce gitmişti. Camiinin tam ortasında olan dev avizenin altına imamefendinin eliyle buyur etmesi üzerine oturdular. İmamefendi bağdaş kurarken, Rüzgâr tam karşısında dizlerinin üzerine oturdu. Söze nereden başlayacağını bilmiyordu Rüzgâr. Sıkıntısı olduğunu anlayan imam, "Adım nedir?" diye başladı sohbete.
"Ali Rüzgâr."
"Ali desem olur mu?"
"Deyin hocam, Rüzgâr olmak bana bugüne kadar hiç bir şey kazandırmadı." Başını önüne eğip ellerini dizlerinde birleştirdi.
"Ne kaybettin?" diye soran imamın gözleri Rüzgâr'ın üzerinde geziniyordu. "Ne kaybettin de bulacağını en sonunda Allah'tan istemeye geldin?"
"Her şeyimi... en çokta bir insanı kaybettim. Hayatımda olması gereken tek insanı kaybettim."
İçindeki keder sesine yansımıştı. İnsanlarda tecrübe sahibiydi imam. Bugüne kadar onlarca memleket yüzlerce hatta binlerce insan tanımıştı. Pek çoğunun derdini dinlemişti.
"Eşin mi?"
Eşin mi? Sözüyle gözlerini sıkıca yumdu Rüzgâr. Başını hayır anlamında salladı.
"O halde gönlünü verdiğin biri."
Başıyla evet dedi, ama hala eğikti boynu. Kaldırmaya utanıyordu.
"Neden utanıyorsun?"
İmamın sorusuna nasıl yanıt verecekti şimdi?
"Utanılacak bir şey yaptım. Şimdi cezasını, evladımı ve annesini kaybederek ödüyorum." diyebildi. Başını kaldırmaya hala gücü yoktu. Hocanın yüzündeki o, iğrençsin ifadesini görmek istemiyordu.
'Eşi olmadığına göre ve çocuğu olduğuna göre' diye düşünen hoca başını salladı. "Suçun nedir?"
Derin nefes alıp dışarı verdi Rüzgâr. "Bilmeden, rızasız bahçenin gülünü kopardım. Hem onu hem kendimi ateşlere attım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bana Sevmeyi Anlat (G.S.A Serisi 3) Düzenlendi
RomansaTüm hakları saklıdır. G.S.A Serisi 3. İlk 2 kitapta bağlantılı değildir. Ama okumanız şiddetle tavsiye olunur. Tek kaşını kaldırdı Rüzgâr. "Ağzım iyi laf yapmıyor olsa bile kalbim güzel seviyor emin olabilirsin." dediğinde Duru'nun gülümsemesi yüz...