Istediğim tek şey, eve varınca odamın karşı apartmana bakan penceresinin yanına oturup, kendime sonsuz düşünme süresi vermekti.
Ben odama kavuşmanın hayallerini kurarken, yol gittikçe uzuyordu sanki. Peki aniden bastıran yağmura ne demeliydi? Eskiden altında yürümekten zevk aldığım yağmurlar, şimdi neden ağlamama sebep oluyordu? Bilmiyormuş gibi konuşana da bakın. Çünkü yaşadığım ve yaptığım her şey bana onu hatırlatmaya başlamıştı. Ne ara hayatıma bu kadar dahil etmiştim onu? Ne ara eksikliğini bana hissettirir oldu? Yağmur damlaları yüzüme olağan hızla çarparken, zihnim bu cevapsız sorularla meşguldü işte.
Anahtarlarımı bulmakla birkaç dakika geçirdikten sonra botlarımı çıkartmadan içeri geçtim. Aklımdaki soruları cevaplandırmak şöyle dursun, titreyen bedenim yüzünden mantıklı düşünebildiğimi bile zannetmiyordum. Üstümü aceleyle çıkarttıktan sonra ısınmak için banyoya girdim.
Odama girip saati kontrol ettiğimde, yaklaşık iki saattir banyoda olduğumu farkettim. Zaman ne kadar da çabuk geçiyordu bu aralar, her saniye kendime dert edebileceğim şeyler düşündüğüm içindir belki de.
Sonunda, işte penceremin önünde oturuyordum. Bendeki değişimlerin aksine, penceremin baktığı açı hala aynı, onun odası...
Penceremin uçsuz bucaksız şehir manzarasını kapatan, gökyüzünü görmemi kısmen zorlaştıran bu lanet binanın dikilmesiyle mahvoldu hayatım. İşten gelince rahatlamak için sığındığım hayallerimin ilhamı olan manzarayı görmemi engelledi. Gerçekten suçlu olan bu cansız tuğla yığını mı, yoksa penceremin hizasındaki evi kiralayan adam mıydı?
Birkaç gün önce sorsalar, onun porselen suratını görmeyi, bu acımasız şehrin renkli manzarasına tercih ederdim. O adam mı, yoksa şehir mi acımasız olan? Belki de bu güzel şehri benim gözümde acımasız yapan, o adamın ta kendisidir.
Telefonumun çalmasıyla irkildim. Ne zaman depresif hissetsem bunu biliyormuş gibi araması tesadüf olabilir miydi? Telefona uzanırken gülümsemeden edemedim. "Alo?"
"Eve vardın mı? Lanet olsun, dışarıda acayip yağmur yağıyor."
"Eve geleli çok oldu. Yaklaşık 3 saat kadar."
"İşten erken mi çıktın?"
"Evet." Söyleyecek bir şey bulamadığını birkaç saniyelik derin sessizliğinden anlamıştım.
"Sen neden aramıştın?"
"Yanına şemsiye almayı unuttuğunu düşündüm. Merak ettim sadece." Nasıl da tanıyor beni. Benim aksime, o asla unutmaz basit tedbirler almayı.
"Anlıyorum." İşte yine o derin sessizlik. Biliyordum, onun da birileriyle konuşmaya ihtiyacı vardı, tıpkı benim olduğum gibi. Evde ne yapacağını bilemeyip öylesine aramıştı. Kafam böylesine doluyken onunla konuşabileceğimi düşünmüyordum ne yazık ki, telefonu kapatma çabalarım da bu yüzdendi.
"O halde sen iyice dinlen. Yarın tekrar ararım. İyi geceler Mina."
"Iyi geceler Hyungwon."
İçimdeki bu hissi geçirmenin bir yolu var mıydı acaba? Neydi kalbime olağan gücüyle baskı yapan ağırlık? Düşündüklerim? Yaşadıklarım? Duygularım? Kafamı istemsizce sola çevirdiğimde göz göze geldiğim o adam? Neden bana öyle bakıyorsun, neden beni kendimi huzurlu hissetmeye çalıştığım tek yerde de berbat hissettiriyorsun?
Gözlerimden akmaması için büyük çaba sarfettiğim yaşlara bir kez daha sövdüm. Onun önünde ağlamayacağıma yemin etmiştim kendime, kaçıncı kez bozdurmuştu bana yeminimi? Yatağına oturmuş, başını duvara yaslamış şekilde boş gözlerle beni seyretmesine dayanamayıp penceremi kapattım. Beni rahat bıraktığı tek bir saniye yoktu: ne gerçekte, ne de hayallerimde. Yatağıma sırtüstü yatıp, dert ortağım olan tavana bakarken bile onun hala kendi penceresinin önünde oturup oturmadığını düşünüyordum. Başka dertlerine mi, yoksa benim gibi "bize" mi yanıyordu içi? Sanmam. Imkansızdı onun gibi bir kalpsizin bizi getirdiği hale üzülmesi.
Birkaç saat sonra uyku tutmadığında, penceremi açıp yağmurun toprakta bıraktığı enfes kokuyu içime çekerken, onun odasına bakıp düşündüğüm tek şey: onun benim ölümümü istediğiydi...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLACK & WHITE
Fiksi PenggemarBirkaç saat sonra uyku tutmadığında, penceremi açıp yağmurun toprakta bıraktığı enfes kokuyu içime çekerken, onun odasına bakıp düşündüğüm tek şey: onun benim ölümümü istediğiydi...