"Pekala, sen geldiğinde orada kimse var mıydı?"
"Hiçkimse yoktu, Mina. Biraz daha geç kalsaydım...seni kaybedebilirdim bile."
Gözümden bir damla yaş süzülürken kendime sorup durduğum şey, beni bırakıp nasıl gittiğiydi. İçime ağlıyordum. Tek kelime etmeden. Hyungwon'un yüzüne bakamadan. Kafamı sağa çevirdiğimde perdeleri çekili pencerenin ötesini hayal edemeden.
Tüm bunları neden yapmıştı ki? Başından sonuna kadar soru işaretleriyle doluydu yaşadıklarımız. Annemden bahsetmesi, gittiğimiz yer, söylediği cümleler... "Sonsuzluğa ulaşacaksın, Mina..." Beni sonsuzluğa hapsetme hakkını kim vermişti ona?
"Mina..." Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Ağlamamak için dirensem de fayda etmiyordu.
"Oraya birisiyle mi gitmiştin?"
Beni oraya Wonho'nun götürdüğünü söyleseydim, her şey daha da karmaşık hale gelecekti. Hyungwon, bunu Wonho'nun yanına bırakmazdı. Doğruyu söyleyip içimi dökmek mi, yoksa yalan söyleyip sonuçlarına katlanmak mı daha kolaydı?
"Doğruyu söyle, lütfen. Seni tehdit eden birisi mi var?"
Üstelemesi, içimdeki sıkıntıyı arttırmaktan başka işe yaramıyordu. "Kimseden tehdit almadım. Ancak,.." gözlerini olabildiğine açmış, pür dikkat beni dinliyordu. "Ancak, oraya Wonho'yla birlikte gitmiştim." Söylediğim an, yüreğimden bir şeylerin koptuğunu hissetmiştim.
"W-Wonho da kim?"
"Geçen gün bahçede yanımıza gelen kişi."
"Ondan daha önce hiç bahsetmediğin için bu kadar yakın olduğunuzu bilmiyordum." Sinirlendiğini gözlerinden anlayabilmiştim. Kısa süreli bir sessizlikten sonra gözlerindeki agresif ifade, yerini kırgınlığa bırakmıştı. "Bunları sadece benim bildiğimi zannediyordum."
Olay, onun gördüğünden çok daha farklıydı. Wonho'ya özel anılarımla ya da özel hayatımla ilgili hiçbir şey anlatmamıştım ki. Kafamı kurcalayan şey, Hyungwon'un bu tepkiyi vermiş olmasıydı. Çünkü -her ne kadar absürt bir fikir olsa da- Wonho'nun tüm bunları ondan öğrendiğini düşünüyordum. Başka bir ihtimal yoktu. Annemle ilgili bilgilere ulaşabileceği hiçbir yer, hiçkimse yoktu; Hyungwon dışında. Sırlarımı sadece onun bildigini düşündüğümde, bu ihtimalin doğru oluşu pek de imkansız gelmiyordu.
Bu iki adam, beni yine ikileme düşürmüştü. Hyungwon, Wonho'yu tanımıyordu. Tanısa da onunla benim hakkımda konuşmazdı. Ancak Wonho'nun bunları öğrenebileceği başka bir kaynak da yoktu. İş, içinden çıkılamaz bir hale gelmişti benim için; öyle olmaya da devam ediyordu.
"Wonho'yla annem hakkında konuşmamıştım, Hyungwon..." Gözlerimin içine bakmaya devam ettikçe, onu söylediğim her cümleyle biraz daha kırdığımı fark ediyordum. Ne kastettiğimi anlamış olacaktı ki, hızla ayağa kalktı.
"Y-yoksa...benim söylediğimi mi düşünüyorsun?" Kekelemişti. Sadece elleri değil, tüm vücudu titremeye başlamıştı. Sessiz kalışım, bunu onayladığım anlamına geliyordu ona göre. Adımını geriye atarken yüzünde bana acıyormuş gibi bir ifade oluştu. Acımaktan çok, pişmanlıktı benim fikrimce. Her şeyin sorumlusunu Hyungwon'un Wonho'yla konuşması olarak göstermiştim. Düşündüğüm şey bu değildi ancak boğazım buz tutmuş gibi hissediyordum, konuşamıyordum.
Ceketini alıp tek adımda odamın kapısına ulaştı.
"Hyungwon!" Bir saniye duraksadıktan sonra omzunun üstünden arkasına baktı. Yanağında parlayan göz yaşlarının sebebi olmak, yerin dibine geçmeme neden oluyordu.
"Gitme..."
Elinin tersiyle yanağını silip kapıyı hızla açtıktan sonra çıktı. Onu tahmin edebileceğimden daha da fazla kırmıştım. Hyungwon'la tekrar konuşma cesaretini ne zaman bulurdum, bilemiyordum. Kendimi toparlayıp Wonho'yla yüzleşmeli, Hyungwon'un suçsuzluğunu zihnimde kesinleştirmeliydim. Ondan içtenlikle af dilemek, ancak o zaman mümkün olabilirdi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLACK & WHITE
FanfictionBirkaç saat sonra uyku tutmadığında, penceremi açıp yağmurun toprakta bıraktığı enfes kokuyu içime çekerken, onun odasına bakıp düşündüğüm tek şey: onun benim ölümümü istediğiydi...