Eve vardığımda sırılsıklam olmuştum. Duşa girip çıktığımda 2 saat geçmişti. Penceremin önüne oturduğumda yine onun odasını seyre dalmıştım. Neden her şey bu hale gelmişti? Yaşattığı kısa mutluluğun bedeli, yok oluşu muydu? Onu özlemiş miydim, bilmiyordum. Bildiğim tek şey, kafamdaki soru işaretlerini silmek istediğimdi.
Telefonumun çalmasıyla irkildim. Ne zaman depresif hissetsem bunu biliyormuş gibi araması tesadüf olabilir miydi? Telefona uzanırken gülümsemeden edemedim. Uzun zaman sonra ilk kez Hyungwon'un adını telefon ekranımda gördüğümde tebessüm etmiştim. Bir kez olsun içimden geldiği gibi davranıp, aramayı birkaç çalıştan sonra cevapladım.
"Alo?"
"Eve vardın mı? Lanet olsun, dışarıda acayip yağmur yağıyor."
Sesi oldukça tedirgindi. Telefonu açmamı beklemiyordu anlaşılan. Sesimi duyunca, aramasının bir sebebi varmış gibi göstermek için aklına gelen ilk şeyi söylemişti. Oysa telefon etmesinin tek nedeni, açmayacağımı bildiği halde bunu alışkanlık haline getirmesiydi.
"Eve geleli çok oldu. Yaklaşık 3 saat kadar."
Ses tonum buz gibiydi, farkındaydım. Ancak elimden birkaç dakika önceki tebessümün samimiyetiyle konuşmak gelmiyordu. Hyungwon'un sesini duymak bile o gün sabaha karşı evimi gözyaşlarıyla terk edişini hatırlatıyordu bana. Saniyesi saniyesine...
"İşten erken mi çıktın?"
Soğukluğumu hissetmiş olacaktı ki ses tonunu düşürmüştü. Keşke cevaplamasaydı aramamı diye düşünüyordu belki de .
"Evet."
Söyleyecek bir şey bulamadığını birkaç saniyelik derin sessizliğinden anlamıştım.
"Sen neden aramıştın?"
"Yanına şemsiye almayı unuttuğunu düşündüm. Merak ettim sadece."
Nasıl da tanıyor beni. Benim aksime, o asla unutmaz basit tedbirler almayı. Eskiden olsaydı sevimliliğini dile getirir, onu teşekkürlere boğmaktan geri kalmazdım. Şimdi ise içimden hiçbir şey yapmak gelmediğini hissediyordum.
"Anlıyorum."
İşte yine o derin sessizlik. Biliyordum, onun da birileriyle konuşmaya ihtiyacı vardı, tıpkı benim olduğum gibi. Evde ne yapacağını bilemeyip öylesine aramıştı büyük ihtimalle.
"O halde sen iyice dinlen. Yarın tekrar ararım. İyi geceler Mina."
Aramayacaktı. Emindim. Onun için de bitmişti arkadaşlığımızın büyüsü.
"İyi geceler Hyungwon."
Üstümden büyük bir yük kalkmıştı. Benden uzaklaşmak istediğini anlamıştım. Bu ikimiz için de iyiye işaretti belki de. Onu da kendimle uçuruma sürüklemeyecektim en azından. Ben, beyaz tarafın sonsuza kadar beyaz kalmasını sağlamıştım. Onu da kendim gibi karanlığa sürüklemeyeceğimi kesinleştirmiştim. Bu dünyanın benim çöküşümden sonra da iyilere ihtiyacı vardı.
🌹Kafamı sola çevirdiğimde haftalardır beklediğim şeyle karşılaşmıştım. Wonho'nun gözlerine o günden sonra ilk bakışımdı. Ortadan kayboluşundan sonra ilk görüşümdü. Beni mahvedişinden sonra ilk karşı karşıya gelişimizdi. Ağlamamak için yemin etmiştim kendime. En azından beni ağlarken görmesini istemiyordum. Ancak neye yarar? Gözyaşlarıma ne zaman söz dinletebilmiştim ki zaten?
Ne diyeceğini bilememek, insanın içinde kaldığı en kötü durumlardan biri değil midir? Ben bu durumun en derinlerindeydim, olabildiğine dibinde. Onu özlediğimi mi haykırmalıydım suratına? Yoksa hesap mı sormalıydım? Gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken hissettiklerimle boğulurken çözümü pencereyi acımasızca kapatmakta buldum.
Yatağıma sırtüstü yatıp, dert ortağım olan tavana bakarken bile onun hala kendi penceresinin önünde oturup oturmadığını düşünüyordum. Başka dertlerine mi, yoksa benim gibi "bize" mi yanıyordu içi? Sanmam. Imkansızdı onun gibi bir kalpsizin bizi getirdiği hale üzülmesi.
Birkaç saat sonra uyku tutmadığında, penceremi açıp yağmurun toprakta bıraktığı enfes kokuyu içime çekerken, onun odasına bakıp düşündüğüm tek şey: onun benim ölümümü istediğiydi... Annemin ölüm yıldönümü bahanesiyle beni götürdüğü bahçede savunmasız olduğumu bile bile gidişinin başka açıklaması olamazdı neticede.
Lanet olası telefonum hep olmadık zamanlarda çalıyordu. Bu kadar zamansız aranmak zorunda mıydım? Gecenin bu saatinde arayabilecek tek kişinin Hyungwon olduğunu düşünüyordum. Yatağımın yanındaki makyaj masamda titremeye devam eden telefonuma dönüp bakma ihtiyacı hissetmemiştim, istedigi kadar çalabilirdi. Umrumda değildi ta ki art arda mesaj bildirimi gelene kadar. Derin bir of çekerek penceremin yanından ayrılıp masaya yöneldim. Telefon ekranımda gördüğüm isim, bu saatte aramasını en son bekleyeceğim kişiydi hiç şüphesiz: Wonho.
Ellerimin etkisiyle vücudum da titremeye başlamıştı. Telefonu elime alıp mesaj kutumu açacakken telefonum tekrar titremeye başladı. Perdesi ya da penceresi açık değildi. Neden ısrarla aradığını deli gibi merak ediyordum.
Ürkerek de olsa telefonu açtım. Sakinleşene kadar hiçbir şey söylememeyi, yalnızca onu dinlemeyi koymuştum kafama.
Derin bir nefes aldıktan sonra söze başladı.
"Seninle konuşacaklarım var."
Konuşacaklarımız vardı, doğru. Ancak neden en zamansız vakti seçmişti konuşmak için? Birkaç saniye yetmemişti mantıklı bir cevap bulabilmem için.
"Parka gelir misin?"
Telefonu yüzüne kapatmıştım. Gitmeli miydim? Mantığım kesinlikle reddediyordu. Peki bu akşam Hyungwon'un aramasını yanıtlamadan önce içinden geleni yap diyen kıza ne olmuştu? Kalbim sonunda ne olursa olsun git demiyor muydu? Benim istediğim şey de onunla yüzleşip, her şeyi açıklığa kavuşturmak değil miydi zaten?
🌹
Altıma alelacele bir kot, üstume de sweatshirtümü geçirip şemsiyemle birlikte parkın yolunu tuttum. Bacaklarım titriyordu, bu kadar heyecanlanmam normal miydi?
Ve işte oradaydı. Kafasına geçirdiği siyah kapüşonuyla sırtını direğe dayamış şekilde beni bekliyordu. Çiseleyen yağmur ıslatmıştı saçlarının açıkta kalan kısmını. Yorgun görünüyordu. Göz altları mosmordu ve olabildiğine boş bakıyordu.
Adımlarımın zemin üstündeki küçük su birikintilerine basmamla çıkardığı ses, aniden kafasını kaldırıp göz teması kurmamıza neden olmuştu. Gözlerini kocaman açmış, dudaklarını aralamıştı. Şaşırdığı her halinden belliydi.
"Gelmeni beklemiyordum."
"Ne söyleyeceğini merak ettiğim için geldim."
Şemsiyeyi gergin yüzüme siper etmek için kullanıyordum. Birbirimizin suratını ne kadar görmezsek, o kadar iyiydi.
"Lafımı kesme ve sonuna kadar dinle."
Onaylar anlamda başımı salladım.
"Annenin ölüm yıldönümünü Hyungwon'dan öğrendim. Anneni anmak sana iyi gelir diye düşünmüştüm. Onu çok özlediğinden, anılarını tazelemek istediğinden bahsedip dururken, Hyungwon'un bana verdiği fırsatı tepmeli miydim? Benden etkileneceğini düşünmüştüm, Mina. Senin için değerli bir şeyi gerçekleştirirsem, benden hoşlanacağını düşünmüştüm."
Düşünme kabiliyetimi kaybetmiştim. Wonho, yaklaşık 2 dakikadır, haftalardır kurduğum senaryoların tam tersini kurguluyordu karşımda.
"Bayıldığını hatırlıyor musun?"
"Senin tarafından orada gecenin bir yarısı tek başıma bırakıldığıma ve Hyungwon tarafından şans eseri kurtarıldığıma kadar her şeyi hatırlıyorum, Wonho."
Tehditkar konuştuğum aşikardı. Buraya onu dinlemeye neden geldiğimin mesajını vermiştim net şekilde.
"Telefonumun şarjı bitmişti. Senin telefonunun nerede olabileceğini düşünmeden yardım çağırmaya gitmiştim. Geri geldiğimde yerinde yoktun. Seni o gece yüzlerce kez aradım, Mina. Sonunda telefonu açan kişi Hyungwon'du ve senin onun yanında uyuduğunu söylediğinde deliye döndüm."
Sesini yavaş yavaş yükseltmeye başlıyordu. Kapüşonunu sinirle indirdi. Göğsü hızla genişlenip daralıyordu, nefes alışverişi hızlanmıştı. Şemsiyemi yavaşca kapatmıştım. Islanmak umrumda değildi, aynı onun da umrunda olmadığı gibi. Gözyaşlarım yağmur damlalarından daha hızlı süzülüyordu yanaklarımdan. Onun da gözlerinden birer damla yaş aktığını gördüm. Onu ilk kez ağlarken görüyordum. Ses tonunu yükselterek konuşmaya devam etti:
"Senin onunla yan yana yattığın düşüncesi beni deli etti. Anlıyor musun?!"
Sesinin yankısı parka yayılmıştı. Ürktüğüm için gözlerimi kapatmıştım. Hıçkırarak ağlıyordum ve ne yazık ki buna dur diyemiyordum.
Birkaç adımda yanıma geldi ve yüzümü avuçlarının arasına aldı. Dokunuşu o kadar yumuşaktı ki...
"Aç gözlerini..." dedi yumuşak şekilde. Birkaç saniye önce parkı inleten adamdan eser kalmamıştı. Yağmurun gözyaşlarıyla bütünleştiğini düşünüp içtenlikle ağlıyordu. Gözlerimi açtığımda yüzündeki derin pişmanlığı görmüştüm. "...Ben canavar değilim. Benden korkma." Sesi cümlesini sonlandırmaya yakın kısılmıştı. Kalp atışlarının ritmi vücudunun da sallanmanmasına neden oluyordu. İkimiz de geldiğimizden beri heyecanımızdan ödün vermemiştik.
Hayalimde tasarladığım yüzleşme böyle degildi. Ondan hesap soracaktım, hırsımı alacaktım, yaptıklarından ve söylediklerinden pişman olmasını sağlayacaktım. Peki ya şimdi? Ona ölesiye inanmak istiyordum ve bunu inkar edecek takatim kalmamıştı.
Yağmur ikimizi de ıslatmakta meşgulken, dudaklarımda hissettiğim sıcaklık bu dünyadan kopmama neden olmuştu. Kalpsiz adam, en beklenmedik zamanda hayatıma darbesini yine vurmuştu. Tanıştığımız ilk günden beri yaptığı gibi...
![](https://img.wattpad.com/cover/107214867-288-k77577.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLACK & WHITE
FanfictionBirkaç saat sonra uyku tutmadığında, penceremi açıp yağmurun toprakta bıraktığı enfes kokuyu içime çekerken, onun odasına bakıp düşündüğüm tek şey: onun benim ölümümü istediğiydi...