Birkaç saat sonra uyku tutmadığında, penceremi açıp yağmurun toprakta bıraktığı enfes kokuyu içime çekerken, onun odasına bakıp düşündüğüm tek şey: onun benim ölümümü istediğiydi...
6 AY ONCE _________ Bu sabah da son dört ayda olduğu gibi iş makinelerinin gürültüsüyle uyandım. Saate baktığımda alarmımın çalmasına daha iki saat olduğunu farkedip kafamı yastığa gömdüm ama bu gürültüye uyandıktan sonra tekrar uyumak ne mümkün? Sinirle kalkıp duşa girdim. Günlük rutinlerimden olan sandviçimi hazırlayıp, üstümü giyinip evden çıktım.
Ben Mina. 26 yaşındayım. Yaklaşık 5 yıldır hayallerimdeki işi yaptığım bir şirkette çalışıyorum. Pek fazla arkadaşım yoktur, sosyal biri olduğum da söylenemez. Kendime hobi edindiğim birçok şeyi birlikte yaptığım bir arkadaşım var: Hyungwon.
Dış kapıyı kapatırken cebimde titreyen telefonuma uzandım. "Alo? Erkencisin bugün." "İşe geç kalmak gibi bir ihtimalim yok artık. En az senin kadar erken kalkmalıyım." "Tamamen uyanabildiğine emin misin peki?" Tebessüm ederek, inşası neredeyse tamamlanmış olan binanın yanından geçiyordum. Aylardır bu anı bekliyordum, sonunda alarmım çalana kadar huzurla uyuyacağım günlerin geldiğini hissediyordum. "Otobüse bindim bile. Sen de oyalanmadan şirkete git. Akşam çıkışta seni alırım." "Nereye gide-..." Önce yere düşen telefonuma, sonra da önünde duran adama baktım. Kafamı yavaşca yukarı kaldırırken, bir yandan da sayacağım küfürleri düşünmekle meşguldüm. "Bir dahaki sefer önüne baktığından emin olarak yürü." O, hayatımda gördüğüm en yakışıklı, aynı zamanda da en kaba erkek olabilirdi. "Telefonla konuşuyordum. Bir özür dilemek çok mu zor sizin gibiler için?" Kendini beğenmiş biri gibi göründüğünden, "sizin gibiler" derken en ufak bi tereddüte düşmedim. Yerden telefonumu alıp ekranını temizlerken, bana dönüp elleri cebinde alaylı bir ifadeyle baktığını gördüm. "Hatalı olsam bile sizin gibilerden özür dilemem ben." Sizin gibileri bastırarak söylemesindeki manayı farketmiştim elbette, ancak onunla tartışarak bir sonuca ulaşamayacağımı bildiğimden, yoluma devam ettim. Hyungwon'la konuşma işini pekala sonraya bırakabilirdim, yetişmem gereken bir işim vardı.
İş çıkışından sonra şirket kapısında Hyungwon'u beklemeye koyuldum. Yaklaşık 15 dakika sonra sokağın başından hızlı adımlarla geldiğini farkettim. Yanıma geldiğinde nefes nefeseydi. "Buradayım işte, neden acele ediyorsun ki?" Yürümeye başladık. "Geç kaldığımı düşündüm, seni bekletmek istemedim." Istemsizce tebessüm etmiştim, her zamanki gibi çok kibardı. "Bu sabah telefonu neden birden kapattın? Beni endişelendirmeye bayılıyorsun." "Adamın biriyle çarpıştığım için telefonum yere düştü. Özür dilemedi bile, ne kadar kabaydı bir bilsen." Yanaklarımın yanmaya başladığını hissetmiştim, o adama olan sinirim hala geçmemişti belli ki. "Yüzün neden kızardı?" dedi kahkaha atarken. "Yoksa çok mu yakışıklıydı?" "Biraz. Ama bu kaba biri olduğu gerçeğini değiştirmez." Dakikalar hızla geçerken nereye geldiğimizi farketmemiştim. İlk tanıştığımız zamanlarda da sık sık geldiğimiz pastanenin önünde duruyorduk. "Doğum gününü unutacağımı mı sanmıştın?" Açıkcası doğum günüm olduğunu ben bile unutmuştum. 22 Kasım, Pazartesi. Bu gün, Hyungwon'un söylediği gibi benim doğum günümdü. Aynı zamanda, o anlarda farketmesem de, hayatımın dönüm noktasına ayak bastığım günmüş meğer.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.