Saat 7'yi vurmuştu. Masamın üzerindeki dosyalarımı toplayıp kendime çekidüzen verdikten sonra hızlı adımlarla aşağı indim. İndiğimde Wonho'yu kapının önünde arabasına sırtını yaslamış şekilde buldum.
"Çok beklettim mi?"
"Sen zamanında indin, ben fazla erken geldim sanırım." Başını eğip gülümsedi. Bugün ona sormam gereken şeyler vardı. Kendimce cevaplarını almam gereken sorular...
Arabaya biner binmez üzerime eğilip emniyet kemerimi bağladı. Bu kadar kibarlık kendini centilmen olarak adlandıran biri için bile fazlaydı. Davranışlarının zamanla samimiyetsiz gelmesinden korkuyordum. Wonho, bana gösterdiği ilgiyi zirveye taşıyıp karnımda kelebekler uçuşturduğunda da; kabalık edip dumura uğramama neden olduğunda da, içime korku salıyordu. Onunla ilgili her durumda şüphelerim, çekingelerim vardı.
"Beyaz sana yakışmış."
"Teşekkür ederim. Takım giymeye anlaşmışız gibi duruyor. İnsanlar sevgili olduğumuzu düşünecekler."
"Gideceğimiz yerde birilerinin olacağını sanmıyorum." Uzun süreli bir sessizlikten sonra gözlerini yoldan ayırıp bana baktı: "Mina, anneni özledin mi?"
Bu soru da neyin nesiydi şimdi? Durduk yere annemi niçin sormuştu?
"N-ne oldu ki?"
"Hiç. 5 sene geçmesine rağmen hala onu özlüyor musun, merak ediyorum."
Annemden Hyungwon dışında kimseye bahsetmediğimden adım kadar emindim. Hyungwon ne pahasına olursa olsun hiçbir şekilde Wonho'yla konuşmazdı. Nefes alışverişimin hızlandığını fark etmiş olacak ki ben daha ağzımı açamadan o duygusuz ses tonuyla devam etti, "Anneni ölüm yıldönümünde beyaz elbisenle karşılamak istemen çok nazik bir hareket. O da seni en saf ve savunmasız halinle görmek isterdi zaten." Bu saçmalığa son vermem gerektiğini hissediyordum ancak ellerimin titremesi ve tansiyonumun çıkması konuşmama dahi engel oluyordu.
Yaklaşık 10 dakika sonra kendimde konuşma gücünü bulabildim.
"Durdur arabayı. İnmek istiyorum."
"Geldik bile." Yemyeşil çimenlerin beton zeminin sınırında başladığı yerde durdurdu arabayı. "Burayı hatırladın mı?"
Yapabildiğim tek şey saydam camdan dışarıya bakmaktı. "Kibarlık" gösterip kapımı açtı ve elini uzatıp "Annene kavuşmak için sabırsızlanacağını düşünmüştüm oysa." dedi. Gücümü toplayarak, sendelesem de arabadan inip, Wonho'yu hafifce ittim. "Bu-buraya n-neden geldik?" Sesim de en az ellerim kadar titriyordu.
"Ah, Mina..." Derin bir nefes alıp cümlesine devam ederken, arabadan uzaklaşmaya başladı. "Annenin ölüm yıldönümü için burada olduğumuzu söylemiştim sana. Senin onu unuttuğunu bilse çok üzülürdü."
Katlanılmaz sakinliği beni deli ediyordu. "Annem hakkında konuşup durma!" Kendimi bağırmaktan alıkoyamamıştım. Peşinden yürürken duygularıma hakim olmaya çalışıyordum ancak işe yaramıyordu.
Tam orada duruyordu. Annemle oturup yıldızları seyrettiğimiz, yeşilliği bahçeye oranla noksan olan noktada duruyordu. Rüzgar saçlarını ve gömleğini dalgalandırırken, elleri cebinde, sırtı dönük, gökyüzüne bakıyordu. Bizim gökyüzümüze. Annemin ve benim gökyüzümüze. "Manzarayı bu açıdan izlemeyi özlemiş olabileceğini düşünmüştüm. Sana da annen seni yanında istiyormuş gibi gelmiyor mu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLACK & WHITE
FanficBirkaç saat sonra uyku tutmadığında, penceremi açıp yağmurun toprakta bıraktığı enfes kokuyu içime çekerken, onun odasına bakıp düşündüğüm tek şey: onun benim ölümümü istediğiydi...