Bileğimden tutan el, neredeyse sandalyeden düşmeme neden olacak kadar hızlı çekiştirdi beni. Neye uğradığımı şaşırmıştım...
"Ne yaptığını zannediyorsun sen?" Sesimi fazla yükseltmiş olmalıydım ki, biz koşturma içinde çıkışa ulaşmaya çalışırken mekandaki herkes dikkatini bağırışıma vermişti.
Çıkışa ulaşana kadar çırpınmalarıma bakmaksızın bileğimi ilk anki kuvvetiyle çekiştirmeye, direnişlerimi umursamadan hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Kendimizi dışarı attığımızda, bileğimi onun güçlü ellerinden çekmeyi başardım.
"Sana ne yaptığını zannediyorsun dedim!"
"Seni buradan kurtarıyorum." Wonho, söylediklerimi işine geldiği şekilde anlamakta ısrarcıydı.
"Seni tanımıyorum, arkadaşım bile değilsin. Ne cürretle kolumdan tutup dışarı çıkartırsın beni?"
"Sıkılmış gibi görünüyordun."
"Sıkıldığım doğru. Ancak sıkılmama neden olan kişi şu an tam karşımda duruyor!" Cümlemi bitirir bitirmez arabasını getiren valeye doğru yürüyüp anahtarlarını aldı. "Bin."
"Bana emir veremezsin." Partiye geri dönmektense onunla gitmeyi tercih ederdim ancak içimden bir ses ona uymamam gerektiğini söylüyordu. Onun hakkında doğru düzgün hiçbir şey bilmiyordum.
"Arabaya biner misin?" Şaşırdığımı fark etti. "Lütfen." diye de ekledi. Bana karşı ilk kez bu kadar kibardı. Etkilenmediğimi söylemek yalan olurdu. Doğal karizmasını rica edişine ekleyince, arabaya binmemem imkansız hale gelmişti. Tereddütlerim olsa da arabaya bindim. Dikiz aynasından gülümsemesini görmek, keyfimi yerine getirmişti.
"Nereye gittiğimizi sormadın."
Göz devirdikten sonra heveslenmiş gibi sordum, "Nereye gidiyoruz?"
"Görürsün." Ne kadar da sinir bozucuydu! Dikiz aynasından samimi şekilde bana bakıp gülümseyen adamı geri getirebilmemiz mümkün müydü acaba?
"Karnın aç mı?"
"Biraz."
"Ne yemek istersin?"
"Fark etmez." Gözlerini zaman zaman yoldan ayırıp bana bakıyor, gülümsüyor, dikkatini tekrar yola veriyordu.
Arabayı yol kenarına parkettikten sonra yürümeye başladık.
"Önce bir şeyler yiyelim." dedi. Arabadan indiğimizden beri yüzünden gülümsemesi eksik olmamıştı. Yürüdüğümüz yol üzerindeki kafelerden birine girdik. Ne istersem sipariş edebileceğimi söylemişti, bu geceye özel "cömert" davranmaya yemin etmişti sanki.
Karnım çok acıkmış olacak ki, yemeyi bitirip masaya göz gezdirdiğimde tabaklarda hiçbir şey bırakmamış olduğumu fark ettim. Wonho ise sadece kahve içmişti.
"Bu kadar yiyebileceğini tahmin etmemiştim." deyip gülmeye başladı. Suratımın kızardığını hissetmiştim.
"Gidelim mi artık?" diye sordum aceleyle, bir an önce yemek mevzusunu kapatmak istiyordum. Wonho hesabı ödedikten sonra kafeden ayrıldık.
Ben arabaya doğru yürümeye başlamıştım ki, önüme geçti. "Nereye gidiyorsun?" diye sordu meraklı gözlerle.
"Arabaya binmeyecek miyiz?"
"Eve gitmiyoruz ki." deyip yürümeye başladı. Olduğum yerde durduğumu fark edince birkaç adımda yanıma gelip yine kolumdan çekiştirmeye başladı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLACK & WHITE
FanfictionBirkaç saat sonra uyku tutmadığında, penceremi açıp yağmurun toprakta bıraktığı enfes kokuyu içime çekerken, onun odasına bakıp düşündüğüm tek şey: onun benim ölümümü istediğiydi...