Dıt dıt dıt dıt .....
Gözlerimi araladığımda saatin kaç olduğunun farkındaydım. Bunun her sabah sinirimi bozan, komodinin üstündeki çalar saatle bir ilgisi yoktu. Psişik güçlerim falan da yoktu. Biliyordum. Çünkü sabaha kadar gözüme bir gram uyku girmemişti. Derin bir nefes alıp, her zaman yaptığım gibi önce sinir bozucu alarmı susturdum. Hala yataktan kalkmamıştım. Zaten kalkmak ta istemiyordum. Bu yüzden yatağımda uzanmaya devam edip, dün yaşadıklarımı parça parça hatırlamaya çalıştım.
Sebastian'ı hatırlıyordum. Yanımdan geçişini, yanımdan geçerken kokusunu içime çekişimi ve kokusunu içime çektiğim anda garip bir şekilde sersemlediğimi. Onu durduğumu, ona benim için çalışmasını istediğimi söylediğimi, bana doğru yaklaşmasını ve bana yaklaşırken yaşadığım o garip ürperme hissini. Beni öpüşünü, dudaklarımızın birbirine kenetlenişini, boynumu ısırdığını ve kanların boynumdan süzülüşünü. Sebastian'ın vahşi bir hayvan gibi kanımı büyük bir iştahla emişini , çektiğim acıyı, arkasına dahi bakmadan uzaklaşıp gidişini ve hıçkırarak ağladığımı.
O zaman ağlamama sebep olan şey Sebastian'ın canımı acıtması değildi. Saat 20:00'de beni Grand Hyatt Hotele davet etmesi de değildi. Beni oyalanacak bir şey olarak görmesi hiç değildi. Hıçkıra hıçkıra ağlamama sebep olan tek şey, arkasına dahi bakmadan gitmesiydi. Sadece bir saniye bile olsa arkasına bakmasını istemiştim. Çünkü arkasına bakarsa eğer, bu beni seviyor demekti. Fakat o beni sevmiyordu. Kimi kandırıyordum ki? Beni sevmesine imkan yoktu. Onun için ben sadece yapacak bir işi olmadığı için oyalanacağı, işi bitince de bir kenara fırlatıp atacağı oyuncaktan başka hiçbir şey değildim. Gözyaşlarıma engel olamıyordum. Ağlamak istemiyordum. Fakat gözyaşlarım sel gibi boşalıyordu. Durdurmama imkan yoktu. Saatin alarmını tekrar kurup, gözyaşlarımın akıp gitmesini beklemeden, gözyaşlarımla birlikte uykuya daldım.
Dıt dıt dıt dıt .......
Gözlerimi araladığımda başımın çok fazla ağrıdığını fark ettim. Sanırım çok fazla ağlamış olmalıydım. Derin bir nefes alıp, her zaman yaptığım gibi önce sinir bozucu alarmı susturdum. Saat 18:00'di. Ne kadar da çok uyumuşum böyle. Gerçi dün gece sabaha kadar uyuyamamıştım. Bu yüzden de bu kadar çok uyumam normaldi. Yataktan doğrulup, bir hışımla ayağa kalkarak, kendimi banyoya attım. Sıcak suyu açıp, vücudumu sıcak suya teslim ettim. Duştan çıktıktan sonra da belime bir havlu sarıp, banyodan çıktım ve yatak odamdaki giysi dolabına doğru yöneldim. Beyaz bir gömlek ve siyah kumaş bir pantolon giyindim. Saçlarıma da havalı bir şekil verdikten sonra bu sefer vestiyerin üzerindeki aynaya bakmadan arabama binip, aracımı Grand Hyatt Hotel'e doğru sürmeye başladım.
...........................................................................
Hotel'in önüne geldiğimde takım elbiseli ve oldukça ciddi görünen bir adamın beni beklediğini far kettim. Onu takip etmem gerektiğini söyleyip, birlikte asansöre bindik. Asansörden indiğimizde ise beni 204 numaralı odanın önüne bırakarak yavaşça gözden kayboldu. Kapının önünde durduğumda içimi büyük bir korku dalgası sardı. İçeri girdiğimde neler olacaktı? Bana ne yapacaktı? Benimle işi bittiğinde beni bir kenara fırlatıp atacak mıydı? Yoksa bana yapacaklarından sonra bana karşı bir şeyler mi hissetmeye başlayacaktı? Sorular, sorular ve sorular. Kafamda deli sorular vardı. Fakat cevabını tek başına bulabilmeme imkan yoktu. Sorularımın cevabı 204 numaralı odasının arkasında saklıydı. Her ne olursa olsun bende cevapları öğrenmeliydim. Bu yüzden de derin bir nefes aldım ve yavaşça odanın kapısını açıp, içeri girdim.
İçeri girdiğimde oda tamamen koyu renklerin esaretindeydi. Pantel renklerin esaretine uğrayan duvarlar insanın ruhunu karartıyordu doğrusu. Odada sadece büyük bir yatak ve balkon bulunmaktaydı. Başımı balkona doğru çevirdiğimde balkonun içinden bir silüet yavaş adımlarla bana doğru yaklaşıyordu. Elbette bu Sebastian'dan bir başkası değildi. Bordo renkli bornozuyla bana doğru yürüyen Sebastian Vettel, itiraf etmem gerekirse hayatımda gördüğüm en güzel silüetti. Mükemmeldi. Bir baş yapıttı adeta. Bana doğru attığı her adımda heyecanım git gide artıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENİ BIRAKMAYACAĞIM
RomanceHayatımın belki de en boktan gününü geçirmiştim. İşten atılıp, kız arkadaşım tarafından terk edildim. En kötüsü de cebimde beş kuruş olmadan gecenin karanlığında, elimde küçük bir şemsiye ile bir yandan hayatıma lanet edip, bir yandan da ne yapmam g...