Sesler, sesler ve sesler duyduğum tek şey buydu. İnsanların bağrışmasını, koşuşturmasını, ekiplerin bana soru sormasını ya da diğer insanların bana acıyarak bakmasını umursamıyordum. Aslında şu anda hiç bir şeyi umursamıyordum. Konuşmuyor, duymuyor, hareket edemiyordum. Benliğimin bir kısmını hatta daha büyük bir kısmını kaybetmiştim. Zihnim bulanmıştı. Görebildiğim yegane şey ateş ve hissedebildiğim yegane şey ise zehirli gazdı. Evim öyle ahım şahım bir ev değildi. Koskoca New York gibi bir yerde belki de en eski ve tek müstakil evdi. Bahçesinin çitleri paslanmıştı, küçük havuzun suyu belki de bir yıldan fazladır değişmemişti, posta kutusu kırık ve yağmur yağdığı zaman evin çatısından (bazen de insanın sinirini bozacak şekilde) gürültülü yağmur damlaları akardı. O damla seslerini hala unutamamıştım pıt pıt pıt.. Aklıma geldi de, gerçekten de insanın sinirlerini bozuyordu ...Evimi yaptıramama sebebim parasızlıktan değildi. Sadece çok fazla çalıştığım için bir türlü fırsat bulup da evimi düzene sokamamıştım ve ailemi trafik kazasında da kaybedince evi iyice bir boşlamıştım. O ev benim için sadece yorucu bir iş mesaisinden sonra sıcak duş alıp dinleneceğim, eski şirketimdeki dedikoducu ve geveze arkadaşlarımdan kaçtığım, kendimi yalnız, mutsuz ya da güvensiz hissettiğimde sığınacağım bir yerdi. Eski püskü olsa da, çatısından yağmur aksa da o ev hala benim evimdi ve şimdi ise evim yavaş yavaş yanmaya devam ediyordu.
Yanıyor, yanıyor ve yanıyordu. Ev yanarken benim de yaşadıklarım aklıma geliyordu.
Soğuk kış gününü anımsıyorum. Okulun ilk günü ne kadar da kar yağmıştı öyle. Okuldan çıkıp eve geliyorum. Annem boynuma sarılarak karşılıyor beni. O kadar çok sarılıyor ki boğulacak gibi oluyorum. Ona boğulmak üzere olduğumu söylediğimde beni bırakıyor ve içeriye geçiyorum. Annem sofrayı hazırlamış, en sevdiğim o tatlı ekşi tavuğu yapmış, babam da şömineyi yakmaya çalışıyor. Ama üstü başı hep is oluyor ve annemle birlikte babamın bu komik haline gülüyoruz.
Sonra babamla o küçük bahçede top oynayışlarımızı hatırlıyorum. Bir babam bir ben kaleye geçiyoruz. Babam futbolu çok iyi oynamasına rağmen bana kaybediyor ve bende etrafta yengeç dansı denilen o komik dansı yapıyorum. Babam da bana eşlik ediyor ve sonra da beni havuza atıyor. Ardından da o atlıyor. Birlikte havuzda birbirimize su sıçratıyoruz. Annem de içeriden bize bağırıyor. Yemeğin hazır olduğunu söylüyor. Ama biz umursamadan birbirimize su sıçratmaya devam ediyoruz. Annem havuza yaklaşıyor ve eğilerek bize sofranın hazır olduğunu, içeriye girmemiz gerektiğini söylüyor. Boş bulunduğu anda annemi yakalıyor ve onuda havuza atıyoruz.
Annem başta kızıyor ve sonra da o da bizimle birlikte kahkaha atıyor ve havuzdan çıkıp içeriye birlikte giriyoruz. Sonra babam benim için ağaç ev yapıyor ve ben oradan düşüyorum. Nasıl da korkmuşlardı. Hemen hastaneye götürmüşlerdi beni. Bir şey olmadığını öğrendiklerinde nasıl da rahatlamışlardı.
Büyüyorum büyüyorum..
Chicago Üniversitesini kazanıyor ve evimden uzaklaşıyorum. Aileme ve evime veda edip gidiyorum. Sadece tatillerde dönüyorum. Annem yine kapıda büyük bir heyecanla beni bekliyor ve beni gördüğünde üzerime atlayıp eskiden olduğu gibi yine boynuma sıkıca sarılıyor. İçeriye girdiğimizde babam yine şömineyi yakmaya çalışıyor ama beceremiyor. Ben yine ona gülüyorum ve içeriye geçip yemek yiyoruz.
Üniversiteyi bitirip evime dönerken ise, yolda telefon geliyor ve ailemi kaybettiğimi öğreniyorum. Evime gidiyorum. Annem kapıda beklemiyor, babam şömineyi yakmıyor ve ben deli gibi ağlıyorum. Evi nasıl bıraktılarsa öyle bırakıyorum. Hiç bir yere dokunmuyorum ve şömineye de hiç yaklaşmıyorum.
Her şey kararıyor. Anılarım ailem evle birlikte yanıp küle dönüşmeye başlıyor. Küllerini yakalamak istiyorum ama yakalayamıyorum. Ağlıyorum ağlıyorum ve ağlamaya devam ediyorum. Gözlerim bulanıklaşıyor ve her yer karanlığa boğulmaya başlıyor ve karanlık bana elini uzatıyor. O eli tutuyorum ve karanlık beni içine çekiyor. Ben de karanlığa sürükleniyorum.
2 SAAT SONRA
Uyandığımda her yer beyazdı, duvarlar beyazdı, kapı beyazdı, üzerimdeki çarşaf, kıyafetlerim hepsi bembeyazdı. Siyah olan tek bir şey vardı oda David'di. Uyandığımı görünce yanıma yaklaştı ve gözlerimi onun gözlerine diktim. Gerçekten de hayatımda gördüğüm en güzel gözlere sahipti. Ona doğru dönüp
T:Öldüm mü? Cennette miyim?
Dedim o ise bana gülümsemişti ve yine hayatımda gördüğüm en güzel gülümsemeye sahipti.
D:Hayır ama yaklaştın .
Dedi. Üşüyordum. Ellerini ellerimin üzerine koydu. Sıcacıktı. Hafifçe gülümseyip ona
T:Ölmemişim. Sıcaklığını hissedebiliyorum.
Dedim. Yine o şeytani gülümsemesini yapmıştı ve bana dönüp.
D:Amacınız beni baştan çıkarmaksa, siz Bay Ted işinizi gerçekten çok iyi yapıyorsunuz.
Dedi. Çok utanmıştım. Yüzümün kızardığını hissedebiliyordum. Ürpermiştim. Bana doğru yaklaştı ve o sırada içeriye iki tane polis girdi. David geri çekildi. Polisler bana doğru geldiler ve bana
-İyi misiniz efendim?
Dediler ve onlara iyi olduğumu söyledim. Bu yangının nasıl ortaya çıktığını sordum. Onlar da bana
-Araştırmaya devam ediyoruz efendim. Evinizin salonunun büyük bir kısmı yandı. Ama diğer odalar salona kıyasla fazla zarar görmedi. Bu yüzden özel ekibimiz araştırmaya devam ediyorlar. Size en kısa zamanda haber vereceğiz. Tekrar rahatsız ettiğimiz için özür dileriz efendim.
Dediler ve gittiler. David bana yaklaşmaya devam ediyordu. Ama bu sefer de içeri doktor girmişti ve David gene geri çekildi. Ama geri çekilirken kahretsin dediğinden kesinlikle emindim ve kıkırdamama engel olamamıştım. Doktor ise yavaş adımlarla bana doğru yaklaştı. Serumumu kontrol etti ve bana
-Kıkırdadığınıza göre iyileştiğinizi varsayıyorum Bay Ted.
Dedi. O da gülümsemişti. David ona döndü ve
D:O iyi mi doktor bey?
-İyi sadece biraz zehirli gaz solumuş hepsi bu. Herhangi bir tehlike yok. Gidebilirsiniz.
Dedi ve David doktora teşekkür etti. Nazikçe tuttuğu belimi yavaş hareketlerle yukarı kaldırdı ve kalkmama yardım etti. Kıyafetlerimi aldı ve asansörün kapısına indik. Arabasına doğru yürüdük ve ona beni yakın bir otele bırakmasını istedim. Çünkü kendimi hala halsiz hissediyordum. Arabanın içine binerken kemerlerimizi taktı. Yüzünde yine şeytani gülümsemesi vardı. Arabayı çalıştırdı ve bana dönüp
D:Otel mi? Ne oteli? Benim evime gidiyoruz.
T:NEEEEEE SENİN EVİNE Mİ?
KUSURUMA BAKMAYIN SEVGİLİ OKURLARIM. EVDE MİSAFİR VARDI BU YÜZDEN DE BİRAZCIK GEÇ KALDIM. AMA İNŞALLAH BEKLEDİĞİNİZE DEĞMİŞTİR. BİR DAHA Kİ BÖLÜMDE GÖRÜŞÜRÜZ.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENİ BIRAKMAYACAĞIM
RomansaHayatımın belki de en boktan gününü geçirmiştim. İşten atılıp, kız arkadaşım tarafından terk edildim. En kötüsü de cebimde beş kuruş olmadan gecenin karanlığında, elimde küçük bir şemsiye ile bir yandan hayatıma lanet edip, bir yandan da ne yapmam g...