Dudaklarımız birleştiğinde dili dilimle adeta dans ediyor, ağzımın her bir kenarını sanki ilk defa görüyormuş gibi keşke çıkıyordu. Onun hızına ayak uyduramasam da bende Sebastan'a karşılık vermeye çalışıyor, ellerimle onun bal rengi saçlarını tutup, kendime çekiyorum. Fakat daha fazla dayanamayıp, geri çekiliyor, nefes alış verişlerimi düzene sokmaya çaşılıyorum. Tam bu sırada sahilde yalnız olmadığımızı, bir kaç grubun bizi izlediğini fark edip, kızarmaya başlıyorum. Kızaran yüzümü ellerimle örtmeye çalıştım. Sebastian ise oldukça rahat görünüyordu. Hatta o kadar rahattı ki, bir kaç grubun bizi izlemesini dahi umursamadan, yüzümü örtmeye çalıştığım ellerimi öpüp, belimden tutarak beni havaya kaldırdı ve beni bir prenses misali taşımaya başladı.
Kahretsin! Ne yapıyordu böyle? Hemde insanlar bize bakarken. Tanrım, bu çok utanç verici. Beni bırakması için kırmızının daha hani tonlarına bürünmeliyim? Daha fazla kendimi tutamayıp, bir hışımla dudaklarımı araladım ve
C:Sebastian indir beni!
S:Olmaz!
C:Ama insanlar bakıyor!
S:Baksınlar.
C:Lütfen indir beni! İnsanlar bize bakıyor.
S:Umurumda bile değil.
Tanrım neden onunla bir türlü baş edemiyorum? Yine yapmıştı yapacağını.
İnsanlar bize bakmaya devam ederken, uzaktan kulübeye benzer bir yapı görünmeye başladı. Sebastian ise adımlarını hızlandırıp, kulübenin kapısını tekmeleyerek açtı. İçeri girer girmez ise beni çift kişilik bir yatağa fırlatıp, dudaklarını dudaklarımla birleştirdi. İlk öpücüğü çok nazik bir dokunuştan ibaretti. Dudaklarını dudaklarımdan yavaşça çektiğinde ise, turkuaz rengi gözlerini tekrar gözlerimle buluşturdu. O an, kırmızının hiç görünmemiş tonlarına büründüğümden kesinlikle emindim. Fakat, şimdi bunları düşünmenin dırası değildi. Ondan özür dilemeli ve her şeyi yoluna sokmalıydım. Bu yüzden de yavaşça dudaklarımı araladım ve ona
C:Sebastian? Sana söylemem gereken bir şey var.
S:Konuşma!
Der demez, dudaklarını tekrar dudaklarımda birleştirdi. Bu seferki öpücüğü bir önceki öpücüğüne kıyasla daha ateşliydi. Alt dudağımı dişlerinin arasına aldığında ise istemsizce inledim. Dişlerini göstererek, tahrik edici bir şekilde gülümseyen Sebastian ise, alt dudağımı bırakıp, bu sefer üst dudağımı dişlerinin arasına alıp, emmeye başladı. Dudaklarım tam anlamıyla kendini teslim etmiş ve Sebastian'ın dudakları tarafından sömürülüyordu. Sömürdüğü dudaklarımı yavaşça serbest bıraktığında ise, önce yanağıma, daha sonra da boynuma ıslak öpücükler kondurmaya başladı. Her öpücükte izini bırakmaya çalışıyor, kendince her şeyimin ona ait olduğunu vücuduma kanıtlamaya çalışıyordu. Benimse yapabildiğim tek şey, kesik kesik inlemekti sadece.
Üzerimdeki kıyafetlerimi yırtarcasına çıkaran Sebastian, kıyafetlerimi yatağın bir köşesine fırlattı. Sabırsızlığın ve açlığının her bir zerresi yüzüne işlemişken, aynı hızda pantolonumu da çıkardı ve beni sadece baksırla bıraktı. Şeytani bir şekilde gülümseyip, dudaklarını ıslatan Sebastian, önce boynumdan aşağıya inerek köprücük kemiklerimi, daha sonra da göbek deliğimi dairesel bir şekilde emmeye başladı. Ben ise hala kesik kesik inlemeye devam ediyordum. Konuşmak istesem bile konuşamıyordum. Aynı anda hem ürperip, hem zevk alıp, hem de heyecanlanıyordum. Sebastian kasıklarımı ve oradan da erkekliğimi emmeye başladığında ise sesli bir şekilde inlemeye başladım. Sağ bacağımı omuzuna alan Sebastian ise, bacağımı yavaşça ısırarak aşağılara doğru inmeye başladı. Sesli inleyişlerim arasında dudaklarımı güç bela araladım ve Sebastian'a
C:Sebastian! Lü lütfen o orayı ısırma!
Deyip, sesli bir şekilde inlemeye devam ettim. Dişlerini göstererek gülümseye başlayan Sebastian ise yavaşça dudaklarını araladı ve
S:Nereyi ısırmayayım? Orayı ısırma desen bile, neresi olduğunu anlayamam ki. Daha açıklayıcı bir şekilde söylemezsen yanlışlıkla başka bir yerini ısırabilirim. Bunu istemezsin değil mi?
Bunları söylerken bir yandan da şeytani bir şekilde gülümsemeye devam ediyordu. Kahretsin! Bunu bilerek yapıyordu? Neden ona orayı göstermek zorundaydım ki? O da bunu istiyordu zaten. Fakat acı dayanılmayacak kadar fazlaydı. Bu yüzden de derin bir nefes aldım ve istemeyerek de olsa sağ elimi sağ bacağıma doğru götürüp, o yeri gösterip, dudaklarımı araladım ve
C:Şey, bu, burayı ısırma lütfen.
S:Beni nasıl baştan çıkaracağını biliyorsun Cody.
Der demez yine şeytani bir şekilde gülümseyip, bir hışımla sol bacağımı da omuzuna alarak, ellerine kayganlaştırıcı jel sürüp, deliğime yaklaşıp, yavaşça bir parmağını soktu. Bir süre içinde beklektikten sonra, bu sefer ikinci parmağını soktu ve makas hareketi yaparak deliğimi genişletmeye çalıştı. Bu sırada bende inlemeye devam ediyor, Bir yandan durmasını, bir yandan da hareket ettirmeye devam etmesini istiyordum. Anlayacağınız tam bir ironi içerisindeydim ve bu ironiden çıkacak gibi de gözükmüyordum.
Sebastian ise deliğimin genişlediğinden emin olduktan sonra erkekliğiyle deliğime sürtünmeye başladı. Sadece bunu yapması bile beni zevkten uçurmaya yetmişti. İstemeden de olsa boşalıp, kendimi utandırmıştım. Hafifçe tebessüm eden Sebastian, karnıma dökülen menilerimi yalamaya başlayınca, tekrar tahrik olup, utançtan kırmızının belki de tüm tonlarına aynı anda bürünmüştüm.
Sebastian ise sırıtmaya devam ederek, sürttüğü erkekliğini birden deliğime soktu. Bir süre bekledi. Hazır olduğumdan emin olduktan sonra da yavaşça git gel yapmaya başladı. Bu sırada da elleri boş durmuyor, tekrar sertleşmiş olan erkekliğim ile göğsümü sıkıyordu. Dudakları ise çoktan dudaklarımı bulmuş, aynı anda hem emip, hemde dişlemeye devam ediyordu. Yavaş olan git gellerini hızlandırıp, aynı hızda erkekliğim ile göğüs uçlarımı okşamaya devam etti. 15-20 dakika daha buna devam ettikten sonra, Sebastian içime ben de onun karnına boşalmıştım. İkimizde nefeslerimizi düzene sokmaya çalışıyorduk. Bana kıyasla daha fazla sakinleşmiş olan Sebastian ise, yavaşça dudaklarımı emip, üzerimi örttü ve bana sımsıkı sarıldı.
.........................................................................................................................
Gözlerimi araladığımda vücudumdaki ufak tefek yaraların hepsi temizlenip, üzerime bir gömlek giydirilmişti. Sol tarafıma baktığımda ise Sebastian yoktu. Endişelenmiştim. Bir hışımla yataktan kalkıp, Sebastian'ı aramaya başladım. Banyo ve diğer odada yoktu. Nereye gitmiş olabilir di ki? Panik olmuş bir şekilde, koşar adımlarla kulübenin kapısını açıp, bir hışımla kendimi sahile attım.
Sebastian oradaydı.
Denizin kokusunu içine çekip gülümsüyordu. O? O gülümsüyordu. Onu ilk gördüğüm andan beri tek hayalim onun içten bir şekilde gülümsediğini görmekti. Şimdi ise o gülümsüyordu. Hem de içten bir şekilde. Huzurluydu. Evet huzurluydu. Bunu hissedebiliyordum. Mutluydu. Artık mutluydu.
Yavaşça arkasını döndüğünde şaşkın olan suratım ile karşılaşan Sebastian, başta her ne kadar şaşırmış olsa da, tekrar içten bir şekilde gülümseyip, elini bana doğru uzattı. Elimi uzattığımda ise bir hışımla beni kendisine çekip, beni önünde tutup, bana arkadan sarıldı. Boynuma küçük bir öpücük kondurduğunda ise hem ürperip, hem de gıdıklanmıştım. Sebastian ise elinde tuttuğu beyaz rengi davetiyeyi bana gösterip, yavaşça dudaklarını araladı ve
S: Bay David ile Bay Ted'in düğün davetiyesi. Bizi de çağırdılar. Benimle gelmek ister misin Cody?
C:Elbette.
S:Fakat, gitmeden önce yapmak istediğim bir şey var.
C:Bir şey mi? Nedir?
Der demez, dudaklarını dudaklarımla birleştirdi ve yine beni prenses misali taşıyarak kulübeye doğru götürmeye başladı.
32. BÖLÜM PART II DE GÖRÜŞMEK ÜZERE. HOŞÇA KALIN =)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENİ BIRAKMAYACAĞIM
RomanceHayatımın belki de en boktan gününü geçirmiştim. İşten atılıp, kız arkadaşım tarafından terk edildim. En kötüsü de cebimde beş kuruş olmadan gecenin karanlığında, elimde küçük bir şemsiye ile bir yandan hayatıma lanet edip, bir yandan da ne yapmam g...