BÖLÜM 3: Şpider Man

4.6K 216 31
                                    



                                                      BÖLÜM 3: Şpider Man



“Başak acil gitmemiz gerek.”
“Nereye?”dedim kalbim yerinden çıkacak gibi atarken. Bu çocuğun neyi vardı?

“Eski evimize. Yangından kurtulan şeylerden biri..”diyerek kulağıma fısıldadı devamını. Can’ın elini tutarak hızla koşmaya başladım. Önüme çıkan herkesi deviriyordum. Zorlukla nefes alırken kalbim sıkışıyordu. Bu gerçek olabilir miydi? Eğer doğruysa mutluluktan ağlayabilirdim. Bu gerçekten büyük bir şeydi. Benim kesinlikle unuttuğum büyük bir ayrıntı. Kalbim maraton koşusuna çıkarken kendimi dizginlemeye çalıştım. Yoksa yine fenalaşabilirdim. Can’ı tekrar korkutmak istemiyordum. Yavaşladığımı fark eden Can elimi tutup beni çekiştirmeye başladı. Hızlı hızlı nefesler alıp veriyordum. Yüzüm oksijensizlikten şişmişti sanki. Zorlandığımı fark etmesi ile beni sırtına alması bir oldu. Can’ın sırtında okuldan çıkıp otobüse binmiştik. Ah biz öğrenciyiz taksi tutacağımızı düşünmüyordunuz herhalde. En arkada oturmuş başımı cama yaslamıştım. Gözlerim dalıyordu. Çocukluğumdaki bir ana gittim. Annem mutfaktan bağırıyordu.

“Caann! Başak’ı rahat bırak. Anne yemek yapıyor.” Demişti şekerden tatlı sesiyle. Onun sesini bile iliklerime kadar özlüyorum. Gözlerim bir an yaşardı ama kendime hakim olup anın akışına bıraktım.

Bunu duyan Can beni tuttuğu soru yağmurunu bırakıp annemlerin yatağına çıktı. Zıplıyor bir yandan da savaş naraları atıyordu. Evet, hep sipastikti.
“Başak’ın rüyasındaki kötü adam! Duyuyor musun beni? Ben Şpider-Man’im. Şpider Mannn! Seni bir güzel dövücem. Kimse Başak’a karışamaz.”diye bağırarak zıplamaya devam ediyordu. Sonra aaaaa diye Tarzan gibi bağırarak annemin makyaj aynasına atladı ama dengesini sağlayamadı.

“ABİİİ!!”
Hemen onu tutmak için yanına gittim. Üzerime düşmesi yetmezmiş gibi aynada üstümüze düştü. Sırtımın şuan bile sızladığını hissedebiliyorum. Sanki üstüme fil gelip oturmuştu. Ne vardı şu kadınları çekmecelerinde hala anlamıyorum. Ivırzıvaristan! Devrilen komidinden açılan çekmeceye zorlukla baktım. İçinde kahverengi deri kaplamalı bir defter duruyordu. Annemin günlüğüüüü! 5 yaşında olmama rağmen gayet net hatırlıyorum olanları. Yasak elmaydı o. Dokunulmazlık Sembolü gibi bir şey. Ne alaka şimdi ben de anlamadım da neyse.

Annem bu karmaşayı duymaz mı koşa koşa geldi. Yolda söylenirken biz de sesimizi çıkartmadan korkuyla komidinin altında annemizi bekliyorduk. Annemin içeri söylenerek girmesi , bizi o halde görmesiyle şaşkınlığa dönüştü. Annemin bizi çıkaracağını umut ederken Can’a işaret etti.
“O çekmece de fotoğraf makinesi var. Onu uzat bakayım.”
“Anneeğğğ!”

Annem bizi dinler mi makineyi alıp fotoğrafımızı çekti katıla katıla gülerek. Bi’ ara barış işareti yapmış bile olabilirim. İleride bizi müstakbel eşlerimizin yanında rezil etmek için yeterince kanıt topladığına kanaat getirip komidini üzerimizden kaldırdı. Kollarımız uyuşmuştu. Sızlanarak yatağa oturduk.

“Acıyor mu bir yeriniz?”diye bizi incelemeye başlamıştı. Az önce yatakta ünlü çifti basmış paparizler gibi her anı ölümsüzleştiren kişiye ne oldu? Önümüze diz çökmüştü ve Can’ın koluyla ilgileniyordu. Evet, kızlar o gün Can’ın kolu kırıldı. Ne hoş değil mi? Beni koruyacağını söyleyen kolu kırık bir Şpider Man. 

Sonra annemin günlüğünü okumak istedim. Bir ara Görevimiz Tehlike’de melodisi arka planda çalarken odasına girip yürütmüştüm ki  ilk açışımda yakalandım. Bana çok kızdı ama sonra duruldu.
“Annen okumana izin verecek ama 18 yaşına gelince. Tamam mı Başak? 18 olmadan okumayacaksın. Söz ver!” Sesi bir bıçak kadar keskindi. Evet demekten başka ne diyebilirdim ki. Tüm hücrelerimi pişmanlık ele geçirip direnişe çıkarken gözlerimi devirerek mırıldandım. Annemin bakışları eşliğinde tekrar “Söz..” dedim dudaklarımı büzerek. Odaya babamın telaşla girmesiyle son bulmuştu konuşmamız. 

“Hilal! Ah neredeydin sen?” Saçlarını karıştırdı ve annemin kolundan tutarak ayağa kaldırdı. Benim varlığımı yeni fark etmişçesine gözlerini şaşkınlıkla açıp ellerini gevşetti. “Konuşmamız gerekenler var.”dedi ve annemi kolundan tutup götürdü. Anılar tam burada dumanın havaya karışması gibi dağılıp gitti.

Kafamın en az 1000. kez cama çarpışından sonra otobüs durmuştu. Can elimden tutup beni otobüsten indirdi. Ayaklarım geri geri giderken gözlerim buğulandı. Bizim güzel evimize ne olmuştu böyle? Her yeri dökülüyordu ve simsiyah olmuştu. Özenle yetiştirdiğim ortancalarım kül olmuştu. 

Kapının önünde bizi bekleyen polislerin yanına gittik. İki polisten uzun ve yapılı olanı kaşlarını çatarak elindeki dosyayı kapattı ve kıdemce aşağıda olduğunu düşündüğüm polise verdi. Çelimsiz ve hayatından bıkmış gibi gözüken diğer polisse dosyayı alır almaz koşarak evin kapısının önünde bir şeyler tartışan Olay Yeri İnceleme ekibinin yanına gitti. Dikkatimizi çekmek isteyen polisin öksürüğü ile bakışlarımı ona çevirdim. Can elimi sıkıca tutup bana destek olmaya çalışıyordu. Polis telefonunu cebine sıkıştırırken en doğru kelimeleri seçmeye çalışıyordu.

“Bütün evinizi aradık.” dedi sonunda. “Kurtulan eşyalarınızı bir koliye koyduk ama çoğunu araştırma yapmak için alıyoruz. Yalnız bu defteri bayana veriyoruz. Üstünde ismi yazıyordu. Diğer eşyaları araştırma bitince karakoldan alabilirsiniz.  Diğer bir konuya gelirsek yangının çıkma sebebini araştırmaya son sürat devam ediyoruz. Tek bir şey söyleyebilirim. Bu yangın kendiliğinden çıkmamış. Perdelerin altında yanık kağıt kalıntıları bulduk. Ama siz endişelenmeyin. Biz gereğini yapıp olay ile ilgileneceğiz.”

Duyduğum sözleri hazmetmeye çalışırken defteri elime tutuşturup gittiler. Kim bize zarar vermek isteyebilirdi ki? Aklımda bomboş bir sayfa vardı. Neler dönüyordu? Acaba Can pis işlere mi bulaşmıştı? Onu tanırım. Kendimden çok.. Eline uyuşturucu versen satamaz kaybeder odasında bir yerde, beline silah koysan üstüne oturur onun tabiri ile ‘sexy back’ine sıkar, kaçakçılık yapması için eline antika versen mal taşırken düşürür tuzla buz eder hepsini. Anlayacağınız bu seçeneği de eledik. Düşüncelerimi uzaklaştırıp avucumda tuttuğum şeye baktım. Annemin günlüğüydü. Şaşkınlık ve heyecanla günlüğün kapağını açtım. İlk sayfasını okudum ellerim titrerken.

‘Başak Yazıcı.
18 yaşında okuyacağına söz vermiştin.
Günlük sana tüm gerçekleri anlatacak.
Ama önce.. yaş gününü beklemelisin. 
Bu yaş günü hediyemi kabul etmeni istiyorum.
Günlük benden sana kalan son şey bunu da biliyorum.
Sen bunları okurken ben çoktan gitmiş olmalıyım. Bugünün geleceğini biliyordum.
Şunu unutma! Yaşadığın hiçbir şey şans eseri değil. Sadece kader.

Seni çok özlüyorum bebeğim. Rüyalarında beni gör olur mu?

Annen..’

SAPLANTI (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin