♣️13♣️

574 44 6
                                    

Merhaba :D

Malum sınav haftası yaklaşıyor ve ben o lanet hafta gelmeden hızla birkaç bölüm yazmak için çalışıyorum. Çünkü o hafta bölüm gelmeyecek. Sizi seviyorum. İyi okumalar ☺️☺️☺️

Bu bölüm  yarıda kesilmiş gibi oldu. Devamını yarın yayımlayacağım. İki parçaya ayrılmış gibi düşünebilirsiniz.

BÖLÜM 13

Martin ile buluşmamız üzerinden birkaç gün geçmişti ve ben bu birkaç gün içinde onu pek sık görememiştim. Sadece derslere giderken birkaç defa karşılaşmıştık onda da sadece kafamızı merhaba anlamına gelen bir şekilde eğip yolumuza devam ettik. Onunla bu şekilde olmak bana büyük bir rahatsızlık veriyordu. Her ne kadar başta çok ürkütüğü söylesem de şu an benim için iyi bir arkadaştı, onu kaybetmek istemezdim. Ama yeni planıma uymam için bunu yapmak zorundaydım.

Olayın üstünden birkaç gün geçemişti ve çoktan unutulmuştu. Kimse haklı olduğumu dile getirmemiş, olay kapanmıştı. Ceza alan yoktu. Sadece benim paramparça olmuş bir kalbim vardı ortalıkta, o kadar.

Sabah kahvaltısında anneme,

"Yarın cuma." dedim

"Sanki bana kanser olduğumu söylüyormuşsun hissine kapıldım Em. Bu kadar endişelenme. Şu Ben Hudson okuldaki en popüler çocuk değil mi? Şu an mutlu olman gerekiyor."

İçimden geçenleri anneme söylemeden öylece oturdum. İçimden geçenleri anneme bile anlatamazdım. "Hey anne, bana yapılanlara daha fazla katlanamıyorum. Canımı acıtanlardan öcümü almak için sevdiğim insanları bu oyuna alet ediyorum ve bu oyun yarın başlayacak!" diyemezdim ya.

Şu meşhur Yaza Merhaba partisi yarındı. Fakat benim bir elbisem bile yoktu. Büyük ihtimalle Martin ile aldığımız kıyafetlerden birini giyecektim. Bu da ayrı acı çekmeme sebep oluyodu ya! Martin ile gitmeyi reddettiğim bir partiye Ben Hudson'la, Martin'in aldığı elbiseyle gidecektim.

Ben ile aram komik bir şekilde düzelmişti. Ufak bir çarpışmada esip gürleyen çocuğun içinden bir melek çıkmıştı. Her gün yanıma gelip nasıl olduğumu soruyordu ve aldığımız aynı derslerde artık çaprazımda oturuyordu.

Kahvaltı masasından, doyduğumu anladığımda kalktım. Okuldan sonra kütüphaneye uğrayacaktım ve vermem gereken kitapları verecektim. Anneme bir öpücük verdikten sonra, "Görüşürüz." diyerek evden çıktım.

Okul, okul gibi geçmişti. Yani okul nasıl geçebilirse. Yine Martin'i görememiştim. Ben yine bana olağan dışı şekilde iyi davranmıştı. Aslında bu durumdan cidden sıkılmaya başlamıştım. Her şey platonikken daha rahattı. Ben insanların beni süründürmesinden hoşlanıyordum. Vıcık vıcık sevgiler bana göre değildi.

Okuldan çıkmış kütüphaneye doğru yol alıyordum. Düz yolda yürürken düşebilen bir insandım. Her an bacaklarım birbirine dolanabilir tehlikesiyle yaşıyordum. Sakarlığın had safhalarındaydım yani.

İşte tam o anda, önümdeki minik taş, onun önündeki küçük çaplı afetin üstüne düşmeme sebep olmuştu. Ayağım takılmıştı ve şu an tam üstünde duruyordum. Kırmızı bir tişörtün örttüğü sert bir vücudun üstünde. Aslında oldukça rahat bir deneyimdi fakat utançla kıpkırmızı kesilerek üstünden aceleyle kalktım.

Bacağımdaki tozları silkelerken yüzüne bakmadan özür dilemeye başladım. Yüzüne bakamıyordum çünkü fazla utangaçtım.

"Ben özür dilerim, nasıl oldu anlamadım. Aslında hiçbir şeyin nasıl olduğunu anlayamayacak kadar sakarım."

"Evet." kibirli bir şekilde başı dik duruyordu. "Görünüşe göre cidden fazla sakarsın." Üzerindeki kahve lekesini yeni fark etmiştim. Pantolonunun neredeyse tamamı koyu bir lekeye bürünmüştü. Kırmızılığım artarken bir yandan da onun bu kadar kibirli olması sinirimi bozmuştu. 'Sorun değil' demek insanlar için bu kadar zor muydu? Tamam bu durumda sorun değil demek biraz zordu, kabullenmeliydim.

EMMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin