Kış İstanbul'u terk etmiş, bahar güler yüzünü göstermeye başlamış, Yakut ile Tuğra evleneli dokuz ayı geçmişti ki Sevgili Okur, her şey çığırından çıktı.
Yakut, o gece her zamankinden erken geldi ve ilginç şekilde karısını salondaki geniş koltukta yarı uyur-yarı uyanık uzanır vaziyette buldu. Önce ilişmedi, üstünü değiştirdi, iki lokma atıştırdı, boştaki koltuklardan birine attı kendisini ve eline geçirdiği kumandayla kanalları gezmeye başladı. Tüm bu süre zarfında başını bile çevirmemiş, yanında uyuklayan varlıkla asla ilgilenmemişti. Saat gece yarısına geldiğinde yatmak üzere ayaklandı, fakat karısını ne yapacaktı? Bıraksın orada mı uyusundu? Yoksa kaldırsın yatağına mı gitsindi? Vicdanı dürtmüştü herhalde ki, uykunun derinliklerine iyice dalmış kadının başına geldi:
"Tuğra, kalk." dedi. "Hadi odana."
Bir kaç dakikalık cebelleşmenin ardından, uyur-gezer haldeki bedeni kaldırarak yukarı kata çıkarmayı ve yatağına yatırmayı başardı genç adam. Yakut, karısının odasını ilk kez görüyordu. Komodinin üstündeki ışığı yaktı, etrafına göz gezdirdi. Lüks ve ihtişamla döşenmiş iki oda, bir salon genişliğindeki mekânda anlamlandıramadığı tek şey, camlardaki parmaklıklar, kapıdaki kilitlerdi, villaya yerleşirlerken taktırmıştı genç kadın. Bu konudaki ısrar ve inadının sebebini hiç bir zaman çözememişti, sormak gereği de duymamıştı. Tuğra ve gariplikleriydi sonuçta. Hangi birisini anlayacaktı ki zaten.
Düşüncelere dalmış halde ayak ucundaki örtüyü sahte sarışının üstüne çekti. Havalar henüz ısınmamıştı, bir de hastalığıyla uğraşamazdı. Her şey tamamdı da, Yakut neden o kadar eğilmişti ki karısının üzerine? İşte bu sorunun cevabını hiçbir zaman veremedi genç adam. Ve ne kadar talihsizdi ki ikisi burun burunayken Tuğra'nın gözlerini açası, üstelik de uyanası tutmuştu.
"Sen... ne yapıyorsun burada?" diye neredeyse haykırarak yatağın içinde sıçradı genç kadın, bir yandan da iki eliyle adamı iteklemişti.
"Ne yapacağım, üstünü örtüyordum." dedi Yakut, az sonra olacaklar hakkında zerre fikri yoktu.
"Neden... neden üstümü örtüyordun? Hem ben buraya nasıl geldim? Ve senin burada işin ne?"
Sesi giderek tizleşirken, ayağa dikilmiş, adamla arasına yatağı almıştı.
"Aşağıda uyuya kalmıştın, uyur-uyanık yürürken düşmeyesin diye buraya kadar seninle geldim... üstünü örtüyordum."
Tuğra'nın gözü görecek, kulağı duyacak gibi değildi. Hırsla bağırdı: "Sana ne benim uykumdan... düşmemden... üşümemden! Bir daha asla ve asla odama girmeyeceksin anladın mı?"
Yakut hayretle kala kalmıştı. Gecenin şu saatinde mesele buraya nasıl gelmişti? Tam cevap verecekti ki, bakışları karşısındakilerle karşılaştı. Kadın korkuyordu. Bu öylesi saf, katıksız ve sivri bir korkuydu ki yüreğine battığını hissetti.
"Sen," dedi, "korkuyor musun benden?"
"Ne korkacağım be?"
İleri doğru bir-iki adım attı, Tuğra aralarındaki yatağa rağmen geriledi. İçindeki ilkel yaratık uyanmış ve müthiş keyiflenmişti Yakut: "Hadi ya, niye kaçıyorsun o zaman?"
"Korkunu belli etme!" Beyninde yankılanan bu komutla gerileyişini durdurdu kadın, öne atıldı. "Korkmuyorum da... kaçmıyorum da. Defol çık odamdan!" diye haykırdı. "Uzak dur benden!"
İyi niyeti başına geçmiş, sabrı sınırlarına dayanmış adam bu cümleyle zıvanadan çıktı artık.
"Kendini ne sanıyorsun?" diye gürledi, "Senden hoşlandığımı... sana yaklaşmaya çalıştığımı falan mı kuruyorsun kafanda?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUĞRA İLE YAKUT (SEVGİLİ OKUR SERİSİ)
General FictionMerhaba Sevgili Okur, bu defa anlatacağım tuhaf bir aşk öyküsü. Sevmeyi bilmeyen iki kalbin Tuğra ile Yakut'un birbirine tutulup kalmasının öyküsü. Okumaya başlamadan önce beklentilerini, fikirlerini, yargılarını ve kaygılarını bir tarafa bırak lüt...